Bütün küçük kasabalarda öylemidir bilmiyorum. Bizim kasabamızda (Tekirdağ/Muratlı) o zamanlar büyük bir çoğunluğun benimsediği bir ezber vardı. “İlkokulu bitirenler Kepirtepe Öğretmen okulunun, ortaokulu bitirenler de Edirne Öğretmen okulunun sınavlarını kazandıklarında hayatları kurtulmuş demektir.” Şeklinde ifade edilen bu tespitten hareketle girdiğim Edirne öğretmen okulunun yazılı ve mülakat sınavlarını kazanarak 1964 yılında bu okula kaydımı yaptırdım. Bu okulların parasız yatılı oluşu,yiyecek yatacak yanında giysi ihtiyaçlarının da karşılanıyor olması belki başka çaresi olmayanların ilk tercih edeceği yer oluyordu.Bu gerçekleşmediğinde biraz imkanı olanlar ilçede lise olmadığı için 25 km. kadar uzaklıktaki Tekirdağ’da ev tutarak lise,ticaret lisesi,sanat enstitüsü okullarında okuma seçeneğini değerlendiriyordu.Bu da olmadığında geleneksel usta-çırak ilişkisinden hareketle terzi,berber v.b.sanatlarının öğrenilmesi kulvarına geçiliyordu.
Edirne Erkek İlk öğretmen okulu binasının 1958 den bu yana öğretmen okulu, ,daha önce de tütün deposu olduğunu hep biliyorduk. Biraz daha derinliğine araştırdığımda bu okulun 1893 tarihinde Polonyalılar tarafından bir azınlık okulu olarak yapıldığını,tarihsel gelişim içinde hastane,kız öğretmen okulu olarak da kullanıldığını öğrendim.1973 yılından itibaren 1.Murat Ortaokulu.1984 tarihinden bu yana da 1.Murat Lisesi olarak hizmet vermekte olduğunu söyleyebilirim.
Ortaokuldan sonra devam ettiğim öğretmen okulunda da sıradan bir öğrencilik yaşadım. Birinci sınıfta Edebiyat, Fizik ve Beden Eğitimi dersinden bütünlemeye kaldım.2. ve 3. sınıfları da doğrudan geçmiştim. Edebiyat fizik neyse de Beden Eğitimini kimseye izah edemiyordum. Onun için soranlara 2 dersten ikmale kaldığımı söylüyordum. Aslında bu dersten bütünlemeye kalışımı kendime de açıklayamamıştım bir türlü. Edebiyat ve fizik derlerinin sınavlarından başarısız olmamı gayet iyi anlıyordum .Ama ya beden eğitimi…Hem de en yüksek notu beklerken.Çok iyi bir sporcu falan olduğumdan da değildi beklentim.O yıl bayram tatili nedeni ile azalan öğrenci sayısı da dikkate alınarak 19 Mayıs gösterilerine katılanların karnelerine beden eğitimi notu 10 olarak verileceğine dair bir de teşvikten bahsedilmişti. Belki bunun da etkisi ile Müzik öğretmeni Necati beyin beste ve güftesini yaptığı ”Gülelim bizde,bu güzel günde….coşalım biz de haydi…”ezgisi ile jimnastik hareketlerinin sayısız provasını da yaptık.19 Mayıs törenlerinde de hayli başarılı idik.Fakat sonuç…yukarıda bahsettiğim gibi.Bir de bazı özellikleri ile gıcık,problem bir tip olsam belki burnumu sürtmek, veya bana ders vermek için yapıldı diyebilirdim.Ama böyle bir şey de yoktu.Beden Eğitimi öğretmeninin beni hatırlayacağını bile sanmıyorum.
Bütünleme sınavlarına iyi çalıştım. Aynı ezgileri içimden mırıldanarak 10 numara beklentisi içine yaptığım hareketleri 5 numaraya razı olarak tekrarladım durdum. Edebiyat ve Fizik sınavını verdikten sonra Beden Eğitimi sınavına girdim. Benden başka sınava giren öğrenci olup olmadığını bile hatırlamıyorum. Okulumuzun Beden Eğitimi Öğretmeni Mustafa Özbek-ki ona da “kıpışık” lakabını takmıştı öğrenciler-,Edirne Lisesinin,Ticaret lisesinin öğretmenleri Naci bey ve Karga Bedri’den oluşan komisyonda sınavımı başarı ile verdim.Yıllar sonra mevzuatı öğrenmeye başlayınca neyin kurbanı olduğumu daha iyi yorumlayacaktım.
Bazılarınca şans ”Uygun zamanda uygun yerde bulunmak” olarak tanımlanmaktadır. Bu tespitten hareketle şansızlığı da “uygun olmayan zamanda uygun olmayan yerde bulunmak” olarak tanımlamak mümkün herhalde. Bunu şunun için söylüyorum. Okul hayatımda ve daha sonraki hayatımda sigara içen birisi olmadım .Ama öğretmen okulunda sigara içerken yakalandığımı söylersem sanırım ne demek istediğim anlaşılmış olur.
Okulumuz şehir içinde olmasına rağmen hafta içi okul dışına çıkmak yasaktı. Hafta sonlarında gündüzlerin en alışılmış eğlencesi Zorlutuna Kız Öğrenci Yurdunun karşısında bulunan Kız Öğretmen okulunun kaldırımından yürüyerek orada görebileceğiniz bir bakışa veya bir saç düzeltmeye derin anlam yükleyip bunlar üzerine senaryo üretmekti. Akşamları da sinema en klasik ve vazgeçilmez eğlence araçları arasındaydı. Zaman zaman kız öğretmen okulundan sınıfların birbirine verdiği çay partileri en heyecanlı sosyal hayat deneyimleri idi.
Yine böyle bir gece sinemadan çıkıp – sanıyorum Ayvazoğlu sineması idi- okula yönelmiştik Sigara içen arkadaşlardan biri bana bir sigara ikram etti .Ben önce istemedim ama o çağda büyüme,meydan okuma,ilgi merkezi olma gibi bazı kavramlar sigara tarafından sağlanıyordu. Arkadaşım biraz ısrar edince bir sigara da ben yaktım. Daha doğrusu sigarayı da verenler yaktı. Okulu bilenler Polis parkından ilerleyip Güldiken kız öğrenci yurdunu geçtikten sonra okula yaklaşıldığını tahmin ederler. Tabii eski sigara içiciler “kurt “olduğu için okula gelmeden önceki ilk köşede sigaralarını atmışlar. Benim tabi bundan haberim yok. Köşeyi dönünce bir nefes daha çekip tam ben de sigarayı atayım derken o gece nöbetçi olan Fizik öğretmeni Sadık Bideci –onun da takma adının kont olduğunu söylemeliyim.- ile yüz yüze geliverdik. Diğerleri içeri girdi. Beni birkaç öğrenci ile birlikte alıkoydu. Diğer öğrencileri gönderdikten sonra üstümüzü aramaya önce benden başladı.Hem üzerimi arıyor hem de ısrarla ”Paket nerde..paket nerde” diye soruyordu.Tabi ben ne söyleyeceğimi şaşırdım. Arkadaşlardan aldım desem bir türlü. Paketi attım desem bir türlü. Neyse bizim numaralarımız falan alındı. Biz de bizi bekleyen akıbetin ne olacağı kaygısını taşıyarak günleri saymaya başladık. Beklenen gün geldi Müdür tarafından çağrıldığımız söylenince hesap günü gelmiş olduğunu anladık. Müdür odasına benim dışımda çağrılan birkaç öğrenci daha vardı. Müdürümüz Necati Erinç(Totem) Önce genel bir söylev verdi. Siz bu okula niye geldiniz…ananız babanız sizi buraya niçin gönderdi…içerikli genel konuşmasının ardından bireysel olarak her öğrencinin başına gelip suçuna göre “Söyle bakalım okuldan neden kaçtın? Neden sigara içtin?” sorgulamasından sonra ortak yaptırım olarak “ Söyle bakalım çoceğem. Verem mi bavulunu eline?” cümlesini kendine özgü şivesi ile söylüyordu. Bavulun ele verilmesi kovulmanın kaba açıklaması idi. Bizim de gözümüzün önünden bavulu elinde memleketine dönmüş bir öğrencinin içler acısı durumu canlanıyordu. Bir daha olmayacağına dair sözlerin verilmesi üzerine bu talihsiz durum da atlatılmıştı.
1967 Haziranında Öğretmen okulunu bitirmiştim. O zaman teknoloji bu kadar ilerlememiş olmasına rağmen bir sonraki ayda mezun olan tüm öğrencilerin öğretmen olarak görev yapacakları yerler belli oluyordu. Tabi ben o tarihte 18 yaşını doldurmadığım için tayinim yapılamayacak ve yaklaşık bir yıl kadar büyümeyi bekleyecektim. Büyüme ayları olarak adlandırdığım bu dönemde yaşadıklarımı da başka bir yazı konusu yapacağım.