Bizim için 1997 yılının tüm günlerinden farklı olmayan bir günü olarak başlamıştı yine o malum 1 Nisan günü. Her zaman olduğu gibi önce Dinçer ve Gençer ayrılmıştı evden okul servisine binmek için. Arkasından da anneleri o sıralarda çalıştığı Özel Arel Kolejinin servisine binmek için ayrıldı. Ben de bir müddet sonra kapıyı kilitleyerek evden ayrılacaktım. Annelerinin evden ayrılmasında kısa bir süre sonra evin telefonu çalınca doğal olarak ben açtım. Telefondaki küçük oğlum Gençer’di “Baba bizim servis kaza yaptı.Biz haseki hastanesindeyiz.Ben iyiyim ama abim yatıyor….”cümlelerini söyleyince ben gayri ihtiyari bazen bizi işlettiklerine de tanık olduğum için bir nisan şakası olur düşüncesi ile “Doğru söyle oğlum” falan diyecek oldum ama bunun şaka ya gelir tarafı yoktu.”Tamam geliyoruz” diyerek telefonu kapattım Nuray da yeni çıktığı için servisi gelmemişti. Hemen ona seslendim. Ben de hemen aşağıya inip bir taksiye atladık hemen. İstanbul’un yağmurlu günlerinden bir gündü yine. Yol bitmek, zaman geçmek bilmiyordu. Hastaneye ulaşıncaya kadar içimizden nelerin geçtiğini veya neleri yaşadığımızı bir biz bir de Allah bilir. Hastanelerin acil servislerinin halini hepimiz biliriz sanırım. O gün de aynıydı. Servisteki 10-15 öğrenci, onların yakınları, bir de duyup gelen okul müdürü ve öğretmenleri de katarsanız tam bir ana baba günüydü yani. Gençer’i sağlam ve ayakta görünce biraz rahatladık ama Dinçer’in durumunu bilemiyorduk. Biraz ilerde sedye üzerinde o an için bize göre sağ ve sağlıklı görünce biraz daha rahatladık. İlerleyen zaman içinde bir öğrencinin kolunun alçıya alınması ve bazı öğrencilerdeki ufak zedelenmeleri için gerekli yapılan müdahale sonrasında akşam olduğunda hastanenin acilinde Dinçer’in dışında öğrencilerden başka kimse kalmamıştı. Her türlü tetkikleri yapıyorlar filmleri çekiyorlar fakat bize doğru dürüst şey söylemiyorlardı .”Müşahede altında tutacağız” gibi bir cevap da bizi tatmin etmiyordu. Hastanenin acil servisinde tam beş gün beş gece kaldı. Geceleri ben karşısındaki sandalyede oturuyor hep gözünün içine bakıyor ne acılar çektiğini tahmin etmeye çalışarak sabaha kadar bekliyordum. Sabahları da annesi gelerek beni uykuya gönderiyordu. Beşinci günün sonunda bize söylenen “Kazada en fazla hasarı almış olması sebebiyle pelvis kemiğinde ile L4-L5 omurlarında kırıklar var, pozisyon itibari ile alçıya almak gibi bir şey mümkün değil. Evde bir ay boyunca kıpırdamadan sırt üstü yatması sağlanacak bir ay sonra tekrar durumuna bakılacak” açıklamasıydı.
Biz buna da şükür diyerek ambulansla eve getirdik. Havalı yatak, ördek ,sürgü gibi aygıtları da temin ettik.Odasında bulunması gereken pozisyonu sağladık. Hatta başucuna Ayşe yengesi maçları çok sevdiğini bildiği için bir küçük ekran televizyon da getirmişti. Biz bu durum ile ilgili gerekli özeni gösterirken başka bir durumlar sıkıntı yaratıyordu. Eve gelmesinin haftasında bu defa yüksek ateş başladı. Ne yapsak inmiyordu. Hastaneyle irtibata geçtiğimizde getirmemizi söylediler. Bu gibi sebeplerle birkaç kez ambulansla tekrar hastaneye gitmek zorunda kaldık. İşte o zaman ev veya apartman mimarilerinin bu gibi günler ve durumlar için hiç düşünülmediğine defalarca tanık oldum. Sedyede yatan birinin oda kapılarından, apartmandan merdivenlerinden çıkışı son derece hüner isteyen bir iş halini alıyordu. Gerekli tedaviler sonucu ateş düştü. Yatay vaziyette hiç kıpırdamadan günleri birlikte geçirmeye devam ederken gözünün içine bakarak isteklerini zevkle yerine getirmeye çalışıyorduk. Cümleler değil de nerdeyse kelimelerle anlaşır duruma gelmiştik. Dinçer “Kolonya, peçete, pencere, mendil ,ördek ,sürgü” dedikçe biz artık sözcüğün ne anlama geldiğini kavramış olarak gerekeni yapmaya çalışıyorduk. Vücudunun temizliğini bir şekilde silerek idare ediyorduk. Saçlarının yıkanması için de çeşitli yöntemler geliştirdiğimizi hatırlıyorum.
Bir ay sonra kontrole gittiğimizde filmlere tekrar bakıldı ve durum olumlu olarak değerlendirildi. “Şimdi yavaş yavaş kalkabilir. Bir müddet çift değnekle, daha sonra tek değnekle kullanarak yürüyecek, birkaç ay sonra da değneksiz yürümeye başlayabilir” biçiminde bir talimat ve açılama yapıldı. Fakat kaldırmayı denediğimizde bir an iki değnekle dahi ayakta durmakta zorlanınca doğrusunu söylemek gerekirse biz çok endişelendik. Bu durumu doktora anlatınca “siz de aynı durumda bir ay kalsanız aynı zorluğu çekersiniz“ deyince biraz rahatladık. İki koltuk değneği ile bir aydan fazla ara verdiği okuluna gittiğimiz günü bu gün gibi hatırlıyorum. Arkadaşları geleceğini bildiği için sınıfın en önünde kendisine rahat edeceği bir oturma mekanı oluşturmuşlardı. Derslerinde de kendisinin arkadaşlarının ve öğretmenlerinin gayret ve yardımı ile bir aksama meydana gelmemişti. Hakikaten zaman içersinde iki değnek bir değneğe indi ve daha sonra o da terk edildi. Eskilerin “Kırılan yerler eskisinden daha sağlam olur” sözünü doğrularcasına basketbol başta olmak üzere spor aktivitelerine devam etmeye başladı.
1 Nisan 1997 tarihlerinde yaşadığımız bu olayı ertesi günü kimi gazeteler “Öğrenciler ucuz atlattı” kimi gazeteler “14 öğrenciyi Allah korudu” şeklinde bir kısmı da daha geniş olarak verdiler. Bazıları için sıradan ve beklide fark edilmeyen bir haberdi ama ateş düştüğü yeri yakıyordu ve dilerim bu son olurdu..