BURASI TÜRKİYE…..

Emekli olmadan önceki müfettişlik yıllarımda yaklaşık bir ay görevine özürsüz olarak gelmeyen ve yasal olarak müstafi duruma düşen (istifa etmiş sayılan)bir personelin soruşturmasını yapmıştım. Geriye dönük olarak sağlık raporu da alınamayacağı ve de hizmet yılı olarak henüz emekliliğini de hak etmemiş olduğu da düşünüldüğünde görevinin sona ereceği konusunda üzücü de olsa bir kanaate varmıştım. Çok uzak bir ihtimalle duruma ve usule uygun bir sağlık kurulu raporu getirirse belki malulen emekli olma şansı olabilir diye düşünüyordum. Ama her durumda fiili çalışma hayatı sona ermiş olacaktı ilgili kişinin.

Soruşturma mevzuatı doğrultusunda yapılacak işlemleri sırası ile gerçekleştirdikten sonra en son adı geçen kişinin ifadesine başvurdum. Kendisi ifadesine ek olarak bir de sağlık kurulu raporu ibraz etmişti. Raporun karar bölümüne baktığımda ” İlgili kişi ….. rahatsızlığı geçirmektedir. Bu rahatsızlığın hayattan, meslekten soğuma ve işinden uzaklaşma gibi belirtileri vardır. Bu sebeple de kendisinin iki ay istirahat etmesi ve geçmişe dönük devamsızlık günlerinde de raporlu sayılması gerekmektedir…” Şeklindeki ifadeyi okuyunca hem ileriye hem geriye dönük günler için işleyen bir rapor karşısında ” burası Türkiye, burada her an her şey olabilir” dedim ve yasal olarak yapılması gerekeni yaptım.

17 Aralıktaki meşhur yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ve çeşitli kesimlerin farklı tepkileri karşısında niye ise geçmişte yaşadığım bu olay aklıma geldi birden. Yıllarca “Suçluluğu ispatlanıncaya kadar herkes masumdur, bunların hepsi yeri yurdu belli insanlar sabahın köründe apar topar götürüleceğine çağrılsalar gelmezler miydi?, sonra birbiri ile alakalı olmayan kişi ve olaylar nasıl bir araya getirilebilir” şeklindeki feryatlara kulak tıkayanların ucu biraz kendilerine dokununca aynı cümleleri kurmalarını ironi mi kabul etmeliyiz yoksa “Allahın sopası yok “demek daha mı iyi olur bilemiyorum.

Bir de adeta yavuz hırsız tepkisi ile bunu iç ve dış odakların hükümete karşı komplosu diye lanse etmeye çalışmazlar mı tam  trajikomik bir durum yani. Şayet öyleyse bazı güvenlik mensuplarına yapılan paralel devlet ve devlet içinde çete oluşturmak şeklinde suçlamalarının karşılığı o görevden alınıp bu göreve,o ilden alınıp diğer ile atamak mıdır? Yıllarca aynı ifadelerle suçlanan insanlara Silivri’de neler çektirildiği ne çabuk unutuldu. Eğer hükümet gerçekten adalet arayışında samimi ise  bu kişilerinde oralarda yargılanması gerekmez mi? Hoca efendinin yıllar önce söylediği “Taa ilerilere gitmeli, can damarları içinde dolaşmalıyız. Cepheleri öğrenmeleri lazım arkadaşlarımızın. Hukuk sistemini didik didik etmeliler. Sistemin püf noktalarını bilmeleri lazım. Biz de çalışıp onları istifade edecekleri mevkilere getirmeliyiz.” şeklindeki talimatlarından yeni mi haberi oldu hükümet erkanımızın.

Eski türk filmlerinin birinde Şener Şen’in yatakta bir kadınla uygunsuz bir durum da yakalanınca “Kim koymuş bunu yanıma..komplocular..” diye ortalığı ayağa kaldırdığı duruma benzettim biraz da manzarayı. Yani fiili işleyenlerle ilgili hiçbir şey söylenmiyor ama yakalayanlar ve yargılayanlar adeta topa tutularak buradan da bir mağduriyet üretilmeye çalışılıyor.

Bir de üstlerine haber vermeden böyle bir operasyon nasıl yapılırmış taarruzu var ki güler misin ağlar mısın demekten başka bir şey gelmiyor insanın aklına. Yani operasyonu yapanlar ilgili bakana “ Şayet müsaitse ve de izniniz olursa sizin  mahdum bey ile ilgili bir soruşturma yapmak istiyoruz” diyecekler bakan bey de “Başım gözüm üstüne ben kendisine haber vereyim karpuz kesmeyi de unutmasın” diyecek ve buradan da adalet çıkacak. Bilinen tabirle buna kargalar bile güler herhalde.

Normal bir hukuk devletinde böylesi durumların akıbetini kestirmek zor olmaz. Ancak son yıllarda yaşanmış olan Ergenekon, Balyoz, 28 şubat, Askeri casusluk, Deniz feneri davası ya da 7 Şubat (Mit krizi) olaylarından sonra doğrusunu söylemek gerekirse artık benim adalete pek güvenim kalmadı.Yüzde doksan dokuz suçlu olanların yargının elinden kurtarılabildiği bir ortamda yüzde doksan dokuz masum olanların pekala cezalandırılabileceği endişesini taşır oldum. Bu bakımdan evlerinde bizim telaffuz dahi edemediğimiz miktarda paralarla yakalanan insanların akıl hocalarının da katkıları ile bunlar için uygun kılıflar hazırlanmakta zorlanmayacaklarını tahmin ediyorum. Zaten basında “Bu paralar İmam hatip okulu ya da üniversite yaptırmak için toplanan bağışlardır” şeklindeki açıklamaları da duymaya başladık. Bu tutmazsa “Oğlumun düğünündeki takıları sattım”a sıra gelir. Bunlar da olmazsa bir gece yarısı çıkarılan torba yasalardan birinin içine“ Bakan çocukları, banka genel müdürleri, iktidar partisine ait belediye başkanları ve birinci sınıf müteahhitlerinin yargılanması başbakanlığın iznine tabidir” şeklinde bir madde eklenerek bu iş kökten halledilebilir.

Ne demiştik yazımızın başlığında “Burası Türkiye burada her an her şey olabilir”

 

ARADA BİR İSTANBUL / BAKIRKÖY BOTANİK PARKI

Öğrencilik ve mesleki yaşamım dahil ömrümüm hemen hemen yarısının İstanbul’da geçtiğini söyleyebilirim. Bu sürenin otuz yıla yakın kısmı da halen oturduğum Bakırköy İlçesi Osmaniye mahallesinde geçmiştir. Belki içinde sürekli yaşadığımızdan olsa gerek bu süre içinde çevreme baktığımda yerel yönetimin benim gözlerimi kamaştıracak bir etkinliğine tanık olamadığımı söyleyebilirim.. Ta ki geçtiğimiz günlerde evimize yakın bir alanda açılmış olan Bakırköy Botanik Parkını ziyaret edene kadar.

Sözünü ettiğim botanik parkı E 5 olarak bildiğimiz yolun kıyısında, Bakırköy adliyesi ve Cumartesi pazarının kurulduğu   alan içinde yer almaktadır. Yaklaşık 90 dönümlük bir alana yerleşmiş olan parkta çok sayıda tematik bahçe bitkileri, çeşitli aygıtlarla zenginleştirilmiş çocuk oyun alanları, sosyal tesis, 8 metre yüksekten çağlayanın oluşturduğu havuz  içinde 5 adet pegasus atı heykeli, manzara ve seyir terasları ile otopark da bulunmaktadır. Bunların dışında ayrıca çevresinde ahşap iskeleler,  ve içinde yüzen ördekleri ile yaklaşık beş bin metrekarelik doğal göl ile ekolojik yaşamı teşvik etmek ve botanik parkın enerji ihtiyacının bir kısmını karşılamak amacıyla yerleştirilmiş 3 adet rüzgar türbini de park alanı içinde yer almaktadır. Türkiye’nin endemik bitki türlerinin yanı sıra egzotik bitki türleri, yapraklı ve ibreli ağaç türleri, çalı ve ağaççıkların değişik tür ve alt türleri  parkta ziyarete sunulmaktadır. Eski çağlarda yaşamış dinozor türü hayvanların sesli ve hareketli animasyonları, su ve çamura yönelik oyun etkinlikleri çocukların en çok ilgilendikleri bölümler arasında sayabilirim.

Botanik parkın içindeki sosyal tesisin de son derece  nezih bir ortamda göl manzarası karşısında ziyaretçilerin yeme içme konusunda her türlü ihtiyacı karşılayacak şekilde düzenlenmiş olduğunu da söyleyebilirim. Çayın 2,kahvenin 7 ve kahvaltının da 17 lira olduğu hatırımda kaldı. Bakırköy’de ikamet edenlere belediyece verilen BAKKART sahipleri bu tesisten %30 indirimli de yararlansa fiyatları bizim gibi emekliler için biraz yüksek gibi geldi bana. Tabi buna alternatif olarak burasının yarı fiyatına yararlanabileceğiniz yine parkın içinde botanik büfe bulunduğunu ve bir çok ziyaretçinin buraya daha fazla itibar ettiğini gözlemlediğimi açıklayabilirim.

Bütün eksiklik ve eleştirilere rağmen sonuçta Bakırköy  çok güzel bir yeşil alan kazandı. Giderek yıllar içinde bitkiler büyüdükçe ve çeşitliliği arttıkça park çok daha rağbet görecektir. Hele yine evimizin yakınındaki inşaatı bitmek üzere olan Bakırköy Leyla Gencer kültür ve sanat merkezi de  hizmete girince yerel yönetim için “Nihayet kedi olalı bir değil, birkaç fare tuttu” diyebileceğiz.

 

KIBRIS GÜNLERİ / VE SON GÜN

Kıbrıs Ercan Hava alanından dönüş için uçağımızın kalkış saati 17.00 olduğundan ve bizi götürecek olan otelin aracı da bizi 16.00 da alacağından o saate kadar olan zamanı Girne içinde yürüme mesafesindeki yerleri bireysel olarak gezmeye ayırdık. Esasen yazları düzenlenen Karpaz turuna  da katılmış olsaydık kıbrısın tamamını gezmiş olacaktık. Son gün gezisinin ilk durağı Girne kalesi ve onun içindeki Girne müzesi oldu.Girne kalesinin kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte M.S. VII. yüzyılda arap akınlarından şehri korumak için bizanslılar tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Daha sonra da Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz egemenliğinde kalenin inşaatına bazı eklemeler yapıldığı edindiğimiz bilgiler arasında. kale bütünlüğü içinde kilise,zindanlar,sarnıç, batık gemi müzesi görülmeye değer bölümler arasında sayılabilir.

 

Vaktimizin müsait olmasından yararlanarak müzeye çok yakın olan Harup (Keçiboynuzu) ambarı ve Kıbrıs evi de yöre insanının geleneksel yaşam biçiminden kesitler sunması bakımından oldukça ilginç ve bilgilendirici bir mekan olarak zihnimizde yer etti. Bu yapıya çok yakın olan ve 1860 yılında inşa edilen  Archangelos Mihail  ikon müze/kilisesini ziyarete de biraz zaman ayırdık. Kilisedeki ikonlar üzerinde Ortodoks hristiyanlar tarafından çok benimsenen Hz İsa ve muhtelif azizlerin resimleri tasvir edilmektedir.

 

Girne içindeki gezintimizi gitme zamanımız yaklaştığı için sonlandırmak zorunda kaldık. Yolculuk öncesi öğle yemeğini Girne  Öğretmen evinde yedik. Türkiye Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak çalışan kurumdan ülkemiz öğretmenlerinin rezervasyon yaptırarak yararlanabileceği bilgisi bizi sevindirdi. Yemek sonrası otelin bizim için hazırladığı araçla Ercan hava alanına ulaştık. Belirlenen saatte bize bu dört gün, üç geceyi yaşatan çocuklarımıza sevgi ve şükran duyguları ile Kıbrıs’tan  ayrılmış olduk.