HONG KONG GÜNLERİ 3 / DİNİ HAYAT

Biliyoruz ki toplumsal hayatta din, bireylerin ve toplumların dünyasında önemli bir olgudur. Ben de seyahatlerim sırasında yeri geldiğinde bu durum ile ilgili gözlem ve araştırmalarda bulunurum. Hong Kong ziyaretinde buna biraz zaman ayırdım.

Şehir devlet diyeceğimiz Hong Kong’da yaklaşık 7,5 milyon kadar insan yaşadığını daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Bu nüfusun içindeki dini inançlar ile ilgili sayı ve oranlar değişik kaynaklara göre farklılık göstermektedir. Hong Kong için ağırlığı yerel dinlerin oluşturduğu çok dinli bir toplum denebilir. Yerel dinlerin içinde Çin’e özgü Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük de yer almaktadır. Farklı istatistiklerde dinsiz olanların oranı da hayli yüksek görünmektedir.

Genel nüfusa oranı yüzde 10-15 civarında olan Hristiyanlıkta Katolik ve Protestanlığın yaygın olduğu söylenebilir. Yüzde 2-5 arasında olan Müslümanlar etnik olarak yerli halktan ziyade İngiliz sömürge yönetiminden itibaren buraya çeşitli sebeplerle gelen Hint, Endonezya ve Pakistan gibi ülke kaynaklı olduğu belirtilmektedir. Bu teorik bilgilerin yanı sıra bu inanç sahiplerinin ibadetleri için kullandıkları mekanlarda ilgi alanımda olduğu için vaktim elverdiği ölçüde bunlardan bazılarını görmeye çalıştım.

Gerek Çin’de ve gerekse Hong Kong’ta geleneksel inanç sistemine bağlı insanların ibadet yeri olan irili ufaklı tapınaklarla ilgili görsellere blogumun önceki bölümleri yer verdim. Hong Kong’a yaptığım bu gezim sırasında Hristiyanların ibadet yeri olan bir kiliseyi ve Müslümanların ibadet yeri olan bir camiyi gezdim.

Jamia Camii (Jamia Mosque) Hong Kong’un en eski camisi olarak bilinmektedir. 1890 yılında inşa edilen camide 1915 yılında genişletme çalışması yapılmış. Başlangıçta Muhammed Camii olan adı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Jamia Camii olarak değiştirilmiş. Cami dikdörtgen biçimde Arap tarzı pencere kemerleri olan özelliğe sahip. Caminin yanında yine 20. yüzyılda inşa edilen binalar da konaklama amacı için kullanılıyor. Daha sonraki yıllarda inşa edilen ancak kapasite ve işlev olarak Kawloon Camiini de görmenizi öneririm.

Jamia Camiine gelirken burası kadar önemli ve dikkate değer bir gözlem yaşadım. Central’dan camiye gelmek için bir miktar yürüdükten sonra yürüyen merdiven ya da yürüyen yol denen bir sokağın başına geldik. Arazi olarak Hong Kong çok yokuşlu olduğu için bu sokakta farklı bir ulaşım modeli geliştirilmiş. Çok da geniş olmayan sokak ortadan ikiye bölünmüş biraz daha geniş kısım merdivenle çıkılır hale getirilikten, yan tarafta ona paralel olarak yürüyen zemin yapılmış.

Bazı havaalanlarında da gördüğümüz bu durum kademeli olarak yokuş boyunca hizmet verir hale getirilmiş. Dünya üzerinde bu alandaki ilklerden olduğu söyleniyor. 800 metre uzunluğunda ve 135 metrelik rakıma çıkan bu hayli dik yokuşun çıkılmasını kolaylaştıran bu aygıt olarak gerçekten ilginç. Yalnız insanların akış istikametinin yoğunluğuna göre bazı saatlerde (sanırım saat sabah saat 10’a kadar) ters yönde çalıştırılıyor. Bundan habersiz yola çıkarsanız bizim gibi 782 basamaklık merdiveni çıkmak gibi bir efor testini denemiş olursunuz.

Gelmişken Jamia Camiinin yakınlarında bulunan ve Hristiyan Katolik cemaatinin ibadet mekânı olan bir katedrali de görmeden geçmeyelim dedik. “Lekesiz Doğum Katedrali” (Cathedral of the Immaculate Conception) adı verilen bu yapı 19. Yüzyıl İngiliz gotik canlanma kilisesi olarak kabul ediliyor. Yangınlarda hasara uğraması sonucu onarılarak 1888’de yeniden hizmete sokulmuş. Yine Hong Kong Hükümeti tarafından 1. Derecede tarihi eser olarak listelenmiş.

Farklı inançlardaki insanların bir arada yaşayabilmesi konusunda ilginç bir örnek teşkil eden Hong Kong insanları sanıyorum bunu gerçekleştirmiş. Zaten olması gereken de bu değil mi? Dinlerin evrensel mesajı ayrıştırma değil birleştirme, çatışma değil uzlaşma, öldürme değil yaşatma olması gerekmiyor mu?

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *