BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GİRİŞ

Kökenimizin Balkanlara dayanmasına rağmen fırsatını bulup bu coğrafyadaki ülkeleri gezip görme fırsatımız olmadı. Çocuklarımız Bükreş’e birkaç günlüğüne yapacakları iş ziyaretlerini gerçekleştirirken bizleri de yanlarında görmek istediklerini belirtince fazla ikiletmeden bu davete icabet ettik. Onlar farklı yerlerden gelip biz de İstanbul Hava Limanından eklemlenerek Bükreş istikametine startı verdik.

Sabah saat 8:30 civarında kalkan uçağımız bir saat sonra Bükreş Henri Coandă Uluslararası Havalimanına indi. Bükreş Havaalanı gerek büyüklük gerekse hareketlilik olarak daha önce gördüğüm Amsterdam, Şangay, Hong Kong ve tabii bizim İstanbul Havaalanına göre biraz küçük, mütevazi ve sönük kalıyor. Havaalanından Uber vasıtası ile bindiğimiz araç bizi 20 dakikada şehir merkezindeki otelimize getirdi.

Devamı için tıklayın “BÜKREŞ’TE ÜÇ GECE / GİRİŞ”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / ÇAY MÜZESİ

Hong Kong’ta geçirdiğimiz günlerin sonuna yaklaşırken küçük oğlumuz Gençer bizi buranın en popüler uğrak yerlerinden biri olan Hong Kong Park’a götürdü. Aslında bundan yedi yıl önce 2017 yılında burayı görmüş ve bloğumda HONG KONG GÜNLERİ / PARKLAR VE BAHÇELER başlığı altındaki yazımın son paragrafında buradan bahsetmiştim. İnsan uzun bir aradan sonra gidince daha farklı bir gözle bakıyor ve daha önce görmediği, farkına varmadığı güzellikleri de görebiliyor.

Göletlerdeki kaplumbağaları, rengarenk balıkları, mevsimlere göre yapılan çiçeklendirme tasarımları ile sanki ortam daha büyüleyici bir hal almış gibi. Arazinin eğimli yapısına uyumlu şekilde düzenlenmiş parkın üst yamacında oluşturulan cam serada farklı iklim özellikleri ve bunlara uygun olarak yetişen farklı bitki türleri gökdelenler arasındaki bu vahanın başka bir güzelliğini oluşturuyor. Bu gidişimde ayrıca parkın içinde yer alan ama fırsat bulup da göremediğim Çay Müzesi’ni (Flagstaff House Museum of Tea Ware) de ziyaret ettik.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / ÇAY MÜZESİ”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / BİLİM MÜZESİ

Hong Kong’ta geçirdiğimiz günlerde uğrak yerlerinden biri de Bilim Müzesi (Hong Kong Science Museum) oldu. Tarih Müzesi ile karşı karşıya olan bu müzede yanımızda torunumuzla beraber gerçekten çok iyi zaman geçirdik. 1976 yılında tasarlanan, 1988’de inşaatına başlanan müze 1991 yılında hizmete açılmış.

Biz genelde müze ya da müzelik deyince eskiye ait olay durum ve objeler hatırlanır. Bu müzede ise daha çok bugüne ve geleceğe ait bir pencere açılıyor ziyaretçilere. Ayrıca çoğunluğu çocuk olan ziyaretçiler edilgen biçimde bir gözlemci olmak yerine bizatihi uygulamaların içine girerek olayları, deneyleri bizzat yaşıyor.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / BİLİM MÜZESİ”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / DİNİ HAYAT

Biliyoruz ki toplumsal hayatta din, bireylerin ve toplumların dünyasında önemli bir olgudur. Ben de seyahatlerim sırasında yeri geldiğinde bu durum ile ilgili gözlem ve araştırmalarda bulunurum. Hong Kong ziyaretinde buna biraz zaman ayırdım.

Şehir devlet diyeceğimiz Hong Kong’da yaklaşık 7,5 milyon kadar insan yaşadığını daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Bu nüfusun içindeki dini inançlar ile ilgili sayı ve oranlar değişik kaynaklara göre farklılık göstermektedir. Hong Kong için ağırlığı yerel dinlerin oluşturduğu çok dinli bir toplum denebilir. Yerel dinlerin içinde Çin’e özgü Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük de yer almaktadır. Farklı istatistiklerde dinsiz olanların oranı da hayli yüksek görünmektedir.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / DİNİ HAYAT”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / WAN CHAI’DA BİR GÜN

Bir yeri gezmenin en zevkli yolu yaya olarak yollara düşmek bence. Bu amaçla ben de Ma Wan’dan 12:00 feribotu ile Central’e geçtim. Orada beni bekleyen küçük oğlum Gençer ile buluştuktan sonra gökdelenler tarlası içindeki caddeleri arşınlamaya başladık. Bu arada Hong Kong’un dünyada gökdeleni en fazla olan şehirlerin başında geldiğini hemen eklemeliyim. Köyden indim şehre misali şehrin en işlek caddesi olan Queen’s Road üzerinde ilerlerken hemen sağımızda gördüğümüz bir tapınak ilgimizi çekti.

1840’lı yıllarda inşa edilen, zaman içinde de bazı tadilatlara uğrayan yapının (Hung Shing Temple – Hung Shing Tapınağı) en önemli özelliği yamaçtaki kayalığa inşa edilmesi. Gerçekten tapınağın bir kısmı sırtını kayalıklara dayamış biçimde tapınağın içinde ve etrafında aynen yerini almış durumda olduğunu gördük. Tapınak içeresinde tütsü yaparak ya da kendi ritüelleri doğrultusunda ibadetlerini yapan insanlar vardı.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / WAN CHAI’DA BİR GÜN”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / MANEKİ NEKO (ŞANS KEDİSİ)

Yurtdışına yaptığımız seyahatlerinden dönerken çamsakızı çoban armağanı kabilinden eşe dosta ufak tefek hediyeler alıyorduk. Çin ve Hong Kong ziyaretlerinden dönüşte de aynı şeyleri yapıyorduk. Burada evlerde, alışveriş merkezlerinde çokça rastladığım, hediyelik eşya satan dükkanlarda da en çok rağbet edilenlerden bir tanesi de çeşitli renk ve büyüklüklerdeki kedi heykelciği idi. Biz de zaman zaman bunlardan alarak tanıdıklarımıza verdik. Ne var ki herkes tarafından rağbet görülüp alınan bu objenin anlamı ile ilgili sorulara çok doyurucu cevap veremediğimi de belirtmeliyim. Hele sürekli salladığı kolu ile selam mı veriyor, veda mı ediyor yoksa bizdeki argo anlamda hareket mi çekiyordu? Bu ve bunun gibi soruların cevap bulması gerekiyordu. Bu yüzden bu konuda artık bir yazı yazmak şart oldu diye düşündüm.

Çin ve Hong Kong mağazalarında bu şanslı kediye çok rastlanmasına rağmen birçok kaynaklarda çıkış yerinin Japonya olduğu belirtiliyor. Doğuşu ile ilgili farklı efsaneler söyleniyor. Japon hükümdarının avlanırken bir kedinin kendisine yol göstererek yıldırımdan koruduğu, hükümdarın ona minnettar kalarak korumasına aldığı biçiminde bir rivayet var. Yine başka bir söylentiye göre savaş sırasında yolunu kaybeden savaşçılara tapınağın yolunu göstererek savaşı kazanmalarını sağladığı ile ilgili bir efsane mevcut. Bir başka hikâyeye göre 1852’de İkoma’da yaşayan yaşlı bir kadın fakirlik yüzünden bakamadığı kedisini bırakmak zorunda kalıyor, ancak rüyasına giren kedi “Benim suretimde oyuncaklar yaparsan sana şans getiririm” diyor. Kadın bu sözü dinleyerek kedi şeklinde heykelcikler yapıp satıyor ve fakirlikten kurtuluyor. Bu ve benzeri efsaneleri daha da sıralamak mümkün.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / MANEKİ NEKO (ŞANS KEDİSİ)”

HONG KONG GÜNLERİ 3 / MA WAN ADASI

Yanlış hatırlamıyorsam bu Hong Kong’a dördüncü gelişim. Bu defa yollar mı kısaldı yoksa uçağımız daha mı hızlı geldi bilmiyorum daha önce 10 saatten fazla süren yolculuğumuz bu defa 9 saatte tamamladık. Daha önceki ziyaretlerimde gözlemlerimi ve izlenimlerimi bloğumun önceki bölümlerinde HONG KONG GÜNLERİ ve HONG KONG GÜNLERİ 2 başlıkları altında yazmıştım. Bu coğrafya ile ilgili daha derinliğine bilgi sahibi olmak isteyenler o yazılarıma da bir göz atabilir.

Asıl konuya girmeden önce bir hususa da açıklık getirmek isterim. Gezi yazılarımı okuyan birçok kişi öğretmen emeklisi olan iki kişinin Çin’e, Hong Kong’a, İsviçre’ye, Fransa’ya, Hollanda’ya, İngiltere’ye -hem de bazılarına üçer beşer kez -gitmesine şaşırmış ve yadırgamış olabilir, ki bunda haklıdırlar da. Böylesi durumlarda herkes hep değirmenin suyunu merak eder. Böyle bir şey için ya anadan babadan zengin olmak ya da bir gömü bulmak gerekirdi. “Benim memurum işini bilir” taifesinden olmadığım da bilindiğinden iş piyango ikramiyesine kalıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben 40 yıla yakın süren çalışma hayatımın hiçbir döneminde yurtdışına çıkacağıma ihtimal vermediğim gibi hayalini de kurmadım. Hatta ve hatta hak ettiğim yeşil pasaportu bile almakta kararsızdım. Ama zaman içinde çok şaibeli olan piyangodan değil ama yüce yaradan tarafından bana ikramiyelerin en büyüğü olarak verilen ve yurt dışında çalışan çocuklarımın sayesinde bu fırsat bize adeta altın tepside sunuldu. Bu yüzden onlarla her daim gurur duyduğumu söylemeliyim. Gerekli transferler sağlandıktan, uçuş biletleri alındıktan ve konaklama problemi de olmadığından bize sadece davete icabet etmek kalıyordu. Hayal bile edemediklerime ulaşmış olduğum için kendimi çok şanslı hissettiğimi söyleyebilirim. Neyse bu kısa açıklamadan sonra asıl konumuza dönelim.

Devamı için tıklayın “HONG KONG GÜNLERİ 3 / MA WAN ADASI”

ANTALYA GÜNLERİ / ELMALI GEZİSİ

Sabah yürüyüşlerini geçen yıl yeni düzenlemesi yapılan Konyaaltı sahilinde gerçekleştirmekteyiz. Evden çıkışta güzergahımızda bulunan Konyaaltı belediyesinin reklam panosunda belediyece pazar günleri yapılacak Elmalı kültür gezisi tanıtımını görünce bu fırsatı değerlendirmeyi uygun gördük. Hemen telefon ettiğimizde bir sonraki haftanın uygun olduğunu söylediler. Biz de 26 Kasım günü için kaydımızı yaptırdık.
Belirtilen tarihte 40 kişilik gezi grubu Konyaaltı belediyesinin yakınında toplandı. Saat 8.30’da seyahatin yapılacağı araçta yerimizi aldık. Belediyede bu işlerden sorumlu Merve hanımın liderliğinde yolculuğumuz başladı. Antalya’ya 120 kilometre kadar uzaklıkta olan Elmalı ilçesine ulaşmamız iki saati buldu. Orada bizi Elmalı Belediyesinin bize tahsis ettiği bir araç ile gezide bize eşlik edecek rehberi ( Mustafa beyi) bizi bekler bulduk. Günübirlik bir gezi olduğu  ve de zamanı iyi kullanmak adına ilk ziyaretimizi hemen Müzeye gerçekleştirdik.
Elmalı müzesi  1941 yılında yapılan ve daha önce hükümet konağı, vergi dairesi, öğretmenevi gibi hizmetler için kullanılmış bir binada çeşitli değişiklikler yapılarak 2011 yılından itibaren müze olarak hizmet vermeye başlamış. Müzenin oldukça geniş olan bahçesinde lahitler yazıtlar, mimari parçalar, sunaklar belli bir düzen içinde sergilenmektedir. Ayrıca geçmişi çok eski yıllara dayanan arı serenlerinden birinin de birebir örneği  bahçede ilginç bir görüntü oluşturmaktadır. Üç katlı müze binası içinde yörede yapılan kazılarda elde edilen M.Ö. birçok medeniyetlere ait Semahöyük küp mezarları, değerine paha biçilemeyen Elmalı sikkeleri, çeşitli çanak çömlekler, Roma ve bizans dönemine ait mezar stelleri sergilenmektedir.
Müze ziyaretinin ardından ikinci ziyaret yerimiz 1600 lü yıllarda yapılan ve bugün hala sağlam ve kullanılır durumda olan Ketenci Ömer Paşa Camisi oldu. Akabinde hemen yakınında olan Halveti tarikatının kurucusu, 16.yy mutasavvıf şairlerinden Vehhab-ı Ümmi’nin türbesi, 17.yy Türk İslam şairi, mutasavvıfı Sinan Ümmi’nin türbesini ziyaret ettik. Bu kişiler ile ilgili rehberimiz Mustafa bey epeyce ayrıntılı bilgi verdi. Muhammed Hamdi Yazır müzesi bu dizideki bir başka ziyaret yerimiz oldu. Elmalılı Hamdi Yazır’ın 1926 yılında Atatürkün “Kuranın çağın icaplarına göre tefsir etme” görevini verdiği kişi olduğu bilinir. Yaptığı tefsir çalışması bugün dahi en güvenilir kaynak olarak değerlendirilmektedir. Müzedede bu zat ile ilgili çeşitli eşyalar yer almakta.
Elmalının görülmeye değer bir başka yeri de şehri adeta kuşbaşı ve bütünü ile seyredebileceğiniz “Seyir tepesi”dir. Burada da şehir sakinlerinin ve ziyaretçilerin beğenisini kazanacak güzel düzenleme çalışması yapıldığını belirtmeliyim. Tepenin en uygun yerinde hazırlanan platformdan şehrin bütününü en güzel şekliyle görüntülemek mümkün. Dilerseniz “Kadim Şeir Elmalı” tabelasının arkasına geçerek bu görüntüye kendinizi de dahil edebilirsiniz.
Elmalıyı ilginç kılan bir durum da başta Helvacılar çarşısı ve geleneksel evlerde gerçekleştirilen restorasyon çalışmasıdır. Geçmişin cazibesini bu güne taşıyan eski tip cumbalı evler gelecekte turizm cazibesinin habercisi sayılabilir. Görenlerde Safranbolu evlerini hatırlatan bu güzelliklerin dizi film yapımcılarının da ilgisini çektiğini duyduk.
Elmalı gezimiz saat 17.00 de nihayete erdi. Aynı saatte de dönüş yolculuğumuz başladı. Saat 19.00 sularında da artık evimizdeydik. Gün boyu bize bu mutlu saatleri yaşatan Mustafa beye, Merve hanıma ve onun şahsında Konyaaltı belediyesine teşekkür ederiz.

ANTALYA GÜNLERİ / KOVADA GÖLÜ

Antalya’da ikamet günlerimiz artmaya başladıkça yavaştan çevreyi tanıma etkinliklerine de iştirak etmeye başladık. Bunlardan biri olarak da Antalya’ya 150 kilometre kadar uzaklıktaki Kovada Gölüne düzenlenen bir geziye katıldık. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin organize ettiği bu yolculuğumuz 5 Kasım Pazar sabahı saat 8.30 da başladı. Otobüsümüzle Burdur istikametine ilerlerken 50. kilometrede ilk molamızı verdik. Aksu çayı üzerinde sulama, taşkın kontrolü ve elektrik enerjisi üretimi amacı ile 1990lı yıllarda tamamlanan ve içerisinde balık çiftliklerinin de bulunduğu Karacaören baraj gölünün kıyısındaki Gölbaşı tesislerinde biraz dinlendik. Bu arada kahvaltımızı da yaptık. Nihai hedefimiz olan Kovada gölüne gitmek üzere buradan ayrıldığımızda önümüzde daha yaklaşık 100 kilometrelik bir yolumuz vardı.

Kovada Gölüne ulaşmamızı geciktiren sebeplerin başında yolunun bir kısmının dar ve virajlı olması geliyordu. Göller bölgesinde Eğirdir gölünün adeta bir uzantısı olan Kovada gölünde sonbaharı yaşamak gerçekten muhteşemdi. Kafile rehberi eşliğinde yürüyüş güzergahında yaptığımız gezintide bu güzellikleri yaşarken bir yandan da bol bol fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik. Zeminin daha çok kayalık olması zaman zaman yürüyüşü zorlaştırsa da bu zorluk ve zahmet bu güzelliğe değer diye düşünüyor insan. Göl çevresindeki ikinci yürüyüş güzergahımız da gölün etrafını çevreleyen tepelere tırmanmak biçiminde oldu. Altınoluk’ta benim zorluk derecesine göre 1, 2, 3 diye sıraladığım yürüyüş rotasına benzer bir yürüyüşün sonunda adeta tırmandığımız zirveden gölün muhteşem görüntüsünü başka bir açıdan izledik.

Muhteşem görüntüsü yanında burası ile ilgili birkaç ayrıntıyı eklemekte yarar var diye düşünüyorum.  1790 hektarı göl alanı olmak üzere 6534 hektarlık bu alan 1970 yılında milli park olarak koruma altına alınmış. Denizden yüksekliği 908 metre olan bu göl alanında 75 familyaya ait 259 cins bitki-ki bunların 28 çeşidi sadece bu bölgeye özgü endemik bitki- türünün bulunduğu, 167 adet kuş türünün yanında  yaban domuzu, yaban keçisi, sincap, porsuk gibi memelilerinde burada hayat bulduğu, göl sularında da sazan gümüş balığı çeşitlerinin yaşadığı,  yine göl alanında 4 çeşit kurbağa 9 çeşit sürüngenin de yaşadığı bilgisine ulaştık..Ayrıca tanıtım merkezinde burada yaşayan canlı türleri ile ilgili bir mini müzenin de bulunduğunu hemen ekleyelim.

Sonuç olarak yolunuz bu bölgeye düştüğünde gezilecek yerler listesine Kovada Gölü Milli Parkının da eklemenizde yarar var diyebilirim.

LONDRA GÜNLERİ / HYDE PARK

Londra’da irili ufaklı bir çok yeşil alan ve park bulunmaktadır. Hyde Park da bunların en büyüğü ve popüler olanıdır. Şehrin batı kısmında yer alan bu park hemen bitişiğindeki Kensington bahçeleri ile birlikte yaklaşık 250 hektar büyüklüğündedir. Hele bunlara aynı doğrultudaki hatta bir kolye gibi uzanan Green Park ve St. James’s Park’ı da eklerseniz devasa bir doğa zenginliği ortaya çıkar. 1600 lü yıllara kadar Kraliyet ailesinin av bölgesi olan bu park bu yıllardan sonra halka açılmıştır. Park içinde sandal gezintisi ve yüzmenin de yapıldığı geniş göller bulunmaktadır. Yine parkın bir bölümünde at biniciliğini yapıldığına tanık olabilirsiniz.

Bu parkın bizlerin de bildiği uluslararası şöhreti insanlara serbest hitabet imkanı tanıması geleneğinden gelmektedir. Kraliçeye hakaret dışında burada herkesin istediği konuşmayı yapmakta özgürlüğünün olduğu söylenmektedir. Yani park dışında konuşulduğunda suç olan şeylerin burada konuşulunca suç olmadığı söyleniyor. Söz konusu yerde böyle birini gördünüz mü ya da siz böyle bir konuşma yaptınız mı derseniz  bizim böyle bir gözlemimiz ve eylemimiz olmadı. Bizi burasının ve diğer parkların en çok ilgimizi çeken yanı doğal yapısı, çiçeklendirilmesi, bakımı, özellikle de ördeğinden martısına, kuğusundan sincabına bu canlıların coğrafya ve ziyaretçilerle büyüleyici bir bütünlük sergilemesi idi. Kaldı ki biz Şubat ayında bu duyguları yaşıyorsak bahar aylarını siz düşünün gayrı…