MİSAFİR ŞAİRLER (1)

Biliyorum, blogumun şiir bölümü uzun zamandır ihmal ettim. Diğer yazıların yoğunluğu içinde bu bölüm adeta öksüz kaldı. Bu kez bu köşemde çok kıymetli birini konuk edeceğim.

Şükran Çakmak, nam-ı diğer -Şükran Ablamız- benim teyzemin kızıdır. Yine geçmiş yıllarda blogumda “SIRADIŞI YA DA FARKLI OLANLAR” başlığı altında bahsettiğim sevgili eniştemiz merhum Abdullah Çakmak’ın eşi olduğunu da hemen eklemeliyim. Okumayı çok seven, adeta bunu bir yaşam biçimi haline getiren bir kişiliği vardır. Kendisini ziyarete gittiğimizde bizlerin de yararlandığı zengin bir kitaplığı ilk uğrak noktamız olmuştur. Edebiyat, güncel yayınlar üzerine keyif aldığımız paylaşımlarımız hep hafızamdadır.

Geçen bayramda bize geldiklerinde sohbet sırasında “Son şiirimi sizinle paylaşmaya ne dersiniz?” diye sorunca memnuniyetle kabul ettik. Oldukça uzun olan şiiri ezberden ve duygulu biçimde okuması bizi çok etkiledi. “Bu şiirin adı ne, bu ve diğer şiirlerini bir yerlerde topluyor musun?” diye sorunca “adı yok isterseniz adını siz koyun, ayrıca zihnimden başka bir yerlere yazmadım” deyince böylesi satırların uçup gitmesine razı olmadığım için blogumda kayıt altına almak istedim. Kendisi de sağ olsunlar buna izin verdi.

Devamı için tıklayın “MİSAFİR ŞAİRLER (1)”

BİR YOLCUYA

Hasretin sersemliği

tam  vurmuşken başımıza

ve tam da

alışmaya çalışıyorken yokluğuna

bir temmuz sıcağında

çıkıverdin karşımıza

 

Sayısız sabahların karanlığında

kokunu ve sıcaklığını geride bırakan

sessizce gidişler

gecenin karanlığında

ve sabahların aydınlığında

meraklı ve tedirgin bekleyişler

 

Beklenmedik bir anda

eve erken dönüşünde

aydınlanıveren akşamlarımız

hayal mi, rüya mı yoksa masal mı

bütün bu yaşadıklarımız

 

“Belli olmaz” larla dolu geçen

sayısız günler,haftalar ve aylar

ve beklenen gün gelince

yine “hasret”le tanıştık

bir haziran gecesinde

                                                 08.06.2013 / Altınoluk

KARAMSAR ARKADAŞA

Kurtar bakışlarını

çaresizliğin bataklığından

biraz da şu yana bak

bahar sabahında

şu papatya ne güzel

ve de nadide zambak

fesleğen ise ne enteresan

ve gökyüzü ise harikulade berrak

 

hep senin için bestelenmedi.

acı dolu  şarkılar
keder yüklü şiirler de öyle
biraz da şu yana bak
hayat dolu şarkılar söyle
ve dünya
ne düşündüğün kadar karanlık
ne de düşlediğin kadar
pembe değil
ve senin yaşadığın hayat
hayat değil

 

ÖZGÜR GÖZ YAŞLARI

Bu körfez akşamında
yılların tutsaklığından çıkarıp
ve adeta
bütün barajların kapılarını açıp
bir rumeli türküsü kulağımda
ve asırlık bir zeytin ağacına yaslanıp
olabildiğince
özgür kıldım göz yaşlarımı
aksın dilediğince

süzülürken yanaklarımdan
çeneme doğru tuzlu bir serinlik
keşkeler, acabalar, çünküler…
arasından aktı ince ince

ne bilindik şarkıların
yüreğime yer eden sesi
ne de kadehlerin tesellisi
dindiremedi göz yaşlarımı
itiraf edilmemiş pişmanlıkları
ve de
ilan edilmemiş düşmanlıkları
ıslatarak
ve kendi yolunu bularak
özgürce
aktı…aktı.. aktı

ÇIKIŞ YOK

Gittikçe daralan bir yoldasın
Ve etrafındaki duvar
olabildiğince yüksek
ve anlamaktasın ki çıkış yok

Ve sanki gök kubbe
taşınmaz bir yüke dönüşmüş
omuzların da  öylesine çökmüş
düşünüyorsun ve bilmektesin ki
çıkış yok

bir el uzanmasını düşlemektesin
dostça uzanan bir el
ve bir omuz,
bir göğüs aramaktasın
başını yaslayabileceğin
ve hissetmektesin
umut yok

ve taşımaktasın
on altıncı yüzyılın kafasını
ve yaşamaktasın
yirmini yüzyılın sıkıntısını
ve artık kabullenmelisin ki
çözüm yok

HAYATA DAİR

Hayat bir piyangodur

her çekilişe hiç aksatmadan

biletini alırsın

günü geldiğinde

hiç bilet almayan

büyük ikramiyeyi aldığında

sen bir  amortiye hasret kalırsın.

 

Bir imtihan olur hayat kimi zaman

gözlerin kan çanağına döner,

geceni gündüzüne katarcasına

çalışırsın çalışırsın çalışırsın..

ve  sınav günü geldiğinde

sorular da bildiğin yerden çıkınca

tarifsiz bir umuda kapılırsın

sınava hiç girmeyenlerin

en yüksek notu alıp da

kendinin çaktığını görünce

şaşırıp kalırsın…..

 

Hayat

bir kumardır kimi kere

bir poker oyunu gibi yani

kağıtlar dağıtılıp da

elinde floş ya da kare ası görünce

bütün varlığnı ortaya atar,

bütün restleri görürsün

elin oğlu beş benzemezle

ortalığı silip süpürünce

kahrından ölürsün……     12.01.2012

ZAMAN FIRÇASININ DARBELERİ

Ve Büyük usta
Körfez tuvaline
zaman fırçasının darbeleriyle
en akla gelmedik
desenleri aksettirmede
alışılmış hüneriyle

Dubleks teki Süleyman amca
hiç görünmedi
yaz boyunca
karaciğerinden rahatsızmış
ayrıca kalbi ve şekeri de varmış
demek ölmüş
ne yapalım ömrü bu kadarmış.

Mahallenin kedileri
ne kadar yalnız
ne kadar mahzun
ne kadar da sahipsiz bu yaz
Melek hanım nerede
ekmek verse biraz
demek çok sıkışmış
evini de çok ucuza satmış
öksüz bırakmamak için kedilerini
bir sokak ötede
kiralık bir eve taşınmış

Karşı bloktaki
albayın kızı ve damadı
kışı burada geçirmişler
ama kendisi iyice yaşlanmış
adımları da iyice yavaşlamış
Ona da zatürre demişler.

İzmirli karı kocanın da
panjurları çok geç açıldı
kadın hayli solgun
adam ne kadar zayıflamış
saçları da iyice seyrelmiş
ayrıca
bir hayli de kilo vermiş
demek
kemoterapi yüzündenmiş

Komşu Hasan beyler
maaşallah turp gibi
ha bire koşturup duruyor.
ama o bile bu yıl
“otuz kulaç atınca
biraz yoruluyorum” diyor.

Bir gün
senin tuvaline de zaman fırçası
darbesini vuracak
bir gün senin de
balkon kapın açılmayınca
etrafta meraklı bakışlar dolaşacak
dayanamayıp birisi
yan komşuya soracak
ve onlar da
“Geçen yıl küçük oğlunu evlendirmişti
yeni de bir torunları olmuş
çok sağlıklı görünüyordu ama
bu kış rahmetli olmuş”
diyecek.

Ağustos/2010/Altınoluk

DÜŞÜNCELER

Düşünceler
kaplar tüm benliğimi
davetsiz misafir gibi
düne,bu güne
ve geleceğe dair
vesair,vesair.vesair
düşünceler

Düşünceler
kah çatık bir kaş
olursunuz yüzümde
kah akmayan bir yaş
olursunuz gözümde
düşünceler,düşünceler
ve ardından uykusuz geceler

Düşünceler
kadehlerde teselli
aşılmaz,anlaşılmaz dün,
yaşanmamış bu gün
anlatılmaz yarın olursunuz

Düşünceler
ve de her sefer
düşümdeki kabus
dudağımdaki uçuk
boynumdaki ter tırnağımda et
sol yanımdaki ağrı
yüreğimdeki ses
ve içimde
derin bir nefes olursunuz

Düşünceler
sevdiğimin yüzünde
bilinmeyen bir göz olur
her an dilimde
söylenemeyen bir söz olur
ve dudaklarda silinmeyen bir iz
düşünceler,düşünceler
ah bir bilseniz

Düşünceler
tarifsiz bir öfke olur
çok kere
ve çocuğumun yüzünde
patlayan bir tokattır
sebepsiz yere
ve bir hesaplaşmadır
götürür insanı
yıllar öncelere

Düşünceler
tutsak etmiş benliğimizi
istemiyorum sizinle uğraşmak
ve ömrümce kara bulutlarla savaşmak
benim de hakkım
masmavi gökyüzü altında
taptaze baharı yaşamak

NİÇİN EMEKLİ OLDUM

Kırk yılın ardından

kravatsız bir boyun ile

hilesiz hurdasız bir oyun istiyorum.

Galata köprüsünde

küçücük iskemleme oturarak

ve yüzlerce oltanın arasına karışarak

balık tutmak istiyorum

Birden

kendimi bulmak istiyorum

sahaflar çarşısında

ve kaybolmak istiyorum

tozlu kitaplar arasında

Namaza durmak istiyorum bir Cuma vakti

Süleymaniye’de ya da Sultanahmet’te

tarifsiz bir huşu içinde

İstiklal caddesinde yürümek istiyorum

elimde evrak dolu çanta olmadan

ve serserice ıslık çalarak

ya da eski bir şarkıyı mırıldanarak

son derece  amaçsız biçimde

Küfretmek istiyorum

hem de ağız dolusu

riyaya,bencilliğe,çıkarcılığa

ait ve sahip olan herşeye ve herkese

Şükretmek istiyorum

yalnız ve sadece aldığım nefese

Sinemaya gitmek istiyorum

filmin ne olduğuna bile bakmadan

karanlık salonda mısır gevreği yemek istiyorum

en büyüğünden hemde

hiç hesap kitap yapmadan

Güvercinlere yem vermek istiyorum

Bayazıt meydanında

çırpınanan kanatlar arasında

oradan bırakarak kendimi

Mahmutpaşadan  Eminönü’ne doğru

balık ekmek yemek istiyorum

bir öğleden sonrasında

Fırlayarak özgürce sokağa

yaz yağmurlarında ıslanmak istiyorum

hem de tepeden tırnağa

kucak açmak istiyorum

kaz dağlarının zeytinliklerine

ve kulaç atmak istiyorum

Egenin ve körfezin serinliklerine

Necmi MOLA/24.11.2009/ Bakırköy