BAYRAK YARIŞI

“Baki kalan gök kubbede hoş bir sadâ imiş” ya da “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” gibi deyimler yaş ilerleyip yetmişi de aştıktan sonra dilimizden daha fazla dökülmeye başlıyor. Eskiden her sayfasını çevirdiğimizde bizi geçmişe götüren albümler vardı. Onların yerini şimdi parmakla kaydırılan ekranlar aldı. Bu albümlere artık pek itibar edilmez oldu. Ama benim için bu fotoğraflar çok değerli olduğu için bir türlü kıyıp atamıyorum. Saklamak daha kolay olsun diyerek bir sandıkta -daha doğrusu büyük bir plastik kapta- depoladım onları. Zaman zaman o kutuyu açar, resimleri etrafa yayar ve geçmiş zaman yolculuğuna çıkarım. Özellikle siyah beyaz fotoğraflar beni kendilerine çok daha fazla bağlar. Çünkü onlar çok daha uzun bir geçmişe tanıklık etmişlerdir. Hatta bazılarını bizzat kendimin çektiği, evimde ve çalıştığım okullarda kurduğum karanlık odadaki düzeneklerle tabettiğim fotoğraflar olması hasebi ile onlarla daha farklı bir münasebetim vardır.

İşte yine bir gün böyle duygular içinde fotoğraflar arasında yolculuğum sürerken kendimi birden 1966 sonbaharında buldum. Aradan tam 57 yıl geçmesine rağmen anılar tüm tazeliği ile zihnimde canlandı. Edirne’de öğretmen okulu son sınıfındayız. Sınıfça yapmış olduğumuz bir İstanbul gezisi ile ilgili idi bu fotoğraflar. Resim öğretmenimiz Tayyip beyin objektifi ile daha kalıcı hale gelen bu gezi beni adeta büyülemişti. Eskilerin deyimi ile İstanbul’un İstanbul olduğu zamanlardı o yıllar. Yani iki milyon civarında insanın yaşadığı bir şehir. Talanın, rantın, yağmanın tam olarak esiri olmamıştı henüz bu kent.

Devamı için tıklayın “BAYRAK YARIŞI”

AHLAKLI OLMAK YA DA OL(A)MAMAK

Kişisel ve toplumsal yaşamımızda insanların yapay ya da doğal olarak kümeleştiklerine, gruplaştıklarına tanık olmaktayız. İnsanlar da duruma göre bazen istekli bazen de zoraki bu grupların içinde, dışında ya da karşısında yer alabilmektedir. Bu gruplar zamanın ve ortamın şartlarına göre siyasi, etnik, dini vb. özellikler göstermektedirler. İnsanoğlu da içinde veya karşısında olduğu grupla ilgili çoğu şartlanmışlık ve önyargılardan oluşan tutumlar sergilemektedir. Bunca yıllık gözlemlerime, tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki bu tür kümeleşmeler-hele hele son yıllarda- bana hiç çekici ve inandırıcı gelmiyor. Şöyle göğsümü gere gere dört başı mamur destekleyeceğim bağlanacağım bir yapılanmayı ne yazık ki pek göremez oldum. Hep ehveni şer ile yetinmek durumunda hissediyorum kendimi. Söylemlerine bakınca adeta tapılacak kadar kendine hayran bırakan yapılanmaların biraz üzerini kazıyınca, biraz samimiyet testine tutunca hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor.

Bütün bunların sonunda ben de kendi grubumu kendim yapmaya karar verdim. İnsanları ve kümelenmeleri de bu doğrultuda test etmeye başladım. Ben artık insanları da grupları da iki kategoride düşünüyor ve değerlendiriyorum. Ahlaklı olanlar ve -hadi ahlaksız olanlar demeyelim- yeterince ahlaklı olamayanlar şeklinde sınıflandırma yapıyorum. Hemen eklemeliyim ki ahlak kavramını birçok kişinin düşündüğü gibi uçkur ve bel altı konuları ile sınırlı saymıyorum. Ben ahlaklı olmak deyince adaletli olmak, saygılı olmak, sevgi dolu olmak, merhametli olmak, vicdanlı olmak, şefkatli olmak, özü sözü bir olmak, barışçıl olmak, empatik olmak gibi insani olan bütün vasıflara sahip olmayı anlıyorum. Bütün bunları taşıyor ve yaşamında içselleştirmiş insan hangi grupta ya da yelpazede yer alırsa alsın bana göre en makbul ve muteber insandır. Bütün bunların yoksunluğu içinde olanları da diğer gruba dahil ediyorum.

Devamı için tıklayın “AHLAKLI OLMAK YA DA OL(A)MAMAK”

CAMBAZA BAK

Eskiden televizyon sinema gibi eğlence araçlarının olmadığı zamanlarda iki direk arasında gerilmiş bir telde yürüyen cambazlar vardı. Çocukluğumuzda bizim kasabamıza gelmiş ve benim de izlemişliğim vardır. İşte bu gibi durumlarda yankesiciler izleyicilerin arasına girerek dikkatlerinin başka noktada olduğu sırada bundan istifade ederek izleyenlerin ceplerini boşaltırlar. Bu yöntem günlük dilimize ardından da siyaset diline bir deyim olarak girmiştir. Gündemi saptırma, yapay gündem oluşturma, bundan hareketle de araya başka şeyler sokuşturma ya da bazı şeyleri unutturma ve gözden kaçırma durumları için kullanılır. Allah var hakkını vermek lazım, bu iktidar da bunu yıllardır çok iyi kullanıyor.

Son günlerde gündeme gelen ve gündemde tutulmaya çalışılan yeni sivil anayasa konusu da bunun en tipik örneği kanımca. İlk bakışta askeri yönetimler tarafından yapılmış baskıcı ve vesayetin gölgesini taşıyan anayasa yerine sivil karakterli özgürlükçü bir anayasa arayışı kulağa da hoş geliyor. Ama bu parlak sözlerin üstündeki cilayı kazıyınca yukarıda da belirttiğim gibi bunun bir cambaza bak oyunu olduğu hemen fark ediliyor. Ayrıca anayasanın üniformalılar veya üniformasızlar tarafından yapılmış olmasından çok içeriği ve uygulanabilir olması önemli. Yakın geçmişimizde en özgürlükçü anayasanın (1962) da en baskıcı anayasanın da (1982) askeri yönetimler tarafından gerçekleştirildiğini görmekteyiz.

Devamı için tıklayın “CAMBAZA BAK”

MİSAFİR ŞAİRLER (1)

Biliyorum, blogumun şiir bölümü uzun zamandır ihmal ettim. Diğer yazıların yoğunluğu içinde bu bölüm adeta öksüz kaldı. Bu kez bu köşemde çok kıymetli birini konuk edeceğim.

Şükran Çakmak, nam-ı diğer -Şükran Ablamız- benim teyzemin kızıdır. Yine geçmiş yıllarda blogumda “SIRADIŞI YA DA FARKLI OLANLAR” başlığı altında bahsettiğim sevgili eniştemiz merhum Abdullah Çakmak’ın eşi olduğunu da hemen eklemeliyim. Okumayı çok seven, adeta bunu bir yaşam biçimi haline getiren bir kişiliği vardır. Kendisini ziyarete gittiğimizde bizlerin de yararlandığı zengin bir kitaplığı ilk uğrak noktamız olmuştur. Edebiyat, güncel yayınlar üzerine keyif aldığımız paylaşımlarımız hep hafızamdadır.

Geçen bayramda bize geldiklerinde sohbet sırasında “Son şiirimi sizinle paylaşmaya ne dersiniz?” diye sorunca memnuniyetle kabul ettik. Oldukça uzun olan şiiri ezberden ve duygulu biçimde okuması bizi çok etkiledi. “Bu şiirin adı ne, bu ve diğer şiirlerini bir yerlerde topluyor musun?” diye sorunca “adı yok isterseniz adını siz koyun, ayrıca zihnimden başka bir yerlere yazmadım” deyince böylesi satırların uçup gitmesine razı olmadığım için blogumda kayıt altına almak istedim. Kendisi de sağ olsunlar buna izin verdi.

Devamı için tıklayın “MİSAFİR ŞAİRLER (1)”