SEVAP ADINA………

Geçmiş zamanda öylesine söylenmiş bazı cümlelerin gerçek anlamını insan yıllar sonra bazı yaşantılar sayesinde daha iyi kavrayabiliyor. Ramazan ayını ortalarına geldiğimiz bu günlerde rahmetli dedemin yıllar önce söylediği ama benim pek bir anlam veremediğim bir cümlesi aklıma geldi. Kendisine mi aitti, yoksa o da başka bir yerlerden mi duydu veya okudu bilemiyorum. O gün için bunun kaynağını sormak bile aklıma gelmemişti.“İnsanlar en büyük günahları sevap işlemek üzere yola çıkarak işlerler” mealinde bir cümleydi hatırladığım kadar ile.

Ramazan ayı gelmeden veya gelmek üzere iken televizyonlardan ve diğer medya organlarından: “Vatandaşların ramazan hazırlıkları başladı…..” şeklinde haberlerle başlayan anlaşılmaz bir tüketim ve israf çılgınlığına dönüşen bir yarışın  startı veriliyor.Sanki bir kıtlık olacak veya savaş çıkacakmış gibi “Onu da alalım,bunu da alalım,aman güllaç eksik olmasın,hurmasız hiç olur mu” şeklindeki yorum ve gerekçelerle  normal zamandakinin belki iki katı oranında harcama yapılarak büyük oranda israfın yaşandığı bir süreç yaşanmaya başlıyor. Hani ramazan ayında tutulan orucun faziletini yetkiler sıralarken en başta” Çok azla yetinmek ve yaşamak zorunda olan insanların durumunu anlama imkanı veriyor.”demiyor muydu? Ramazan sonunda herkesin beyan ettiği gibi alınan kilolardan da bu insanlara anlamaya yönelik bir empatinin de kurulamadığı çok açık bir biçimde anlaşılıyor. Bu tüketim ve israf çılgınlığını acaba sevap adına yola çıkılarak işlediğimiz günahlar olarak yorumlamak   mümkün mü? diye  düşünüyor insan bir an için.

Bu mübarek ayda bir başka garibime giden olay da verilen toplu iftar yemeklerindeki abartı ve çelişkidir. Yine medya organlarından özellikle televizyon kanallarından çok yakından izlediğimiz gibi:”Sevgili seyirciler şimdi…. Belediyesinin hazırladığı  beş bin kişilik iftar çadırının yanından yayınımızı sürdürüyoruz…” Bir başka kanala geçtiğinizde ise sanki rakamlarda açık arttırmaya geçilmiş gibi:“ Sevgili seyirciler…..Belediyesi her akşam bu çadırda on bin kişiye iftar yemeği veriyor…..”  seklindeki anons ve görüntüler hepimize tanıdık geliyor sanırım. En son da  -ki adını vermekte bir sakınca yok- Esenler Belediyesi kırk bin kişiye iftar yemeği vererek Guiness rekorlar kitabına girme hamlesini gerçekleştirdi. Televizyonda muhabiri kurulan sofra için hangi caddelerin trafiğe kapatıldığını, kaç ton pirinç, kaç ton et, bakliyat, şeker v.b malzeme sarf edildiğini uzun uzun açıkladı. Belki yapılması gereken hiç sormadan sorgulamadan bu kalabalığa dalıp bir iftar menüsünü kapıp topun patlamasını beklemek ve rekora da katkıda bulunmanın gurunu yaşamaktı. Ama yapmadım.. yapamadım… yapamazdım. Aslına bakarsanız belki de bir çok kişinin de yapmaması gerekirdi. Ben eğer oruç tutacaksam onun iftarı ile ilgili tedbir ve hazırlığı kendim yapmam gerekirdi. Aslına bakarsanız orada ihtiyacı olup da buradan yararlanma durumunda olanların oranı yüzde biri bile bulmaz. Görüntüler bunun gerçek amacından uzaklaşıp bir yaşam tarzı olarak geliştiğini çok açık biçimde göstermektedir. Sucunun sorularına verilen:” Biz Bahçeli evlerde oturuyoruz. Dün akşam Eyüp Belediyesinin çadırında idik.Yarın da Üsküdar Belediyesin çadırına gideceğiz.” biçimindeki diyaloglardan da  durumun hangi noktaya geldiği çok net anlaşılmaktadır. Kaldı ki buna gerçekten ihtiyacı olanların oraya gidecek takatlerinin de cesaretlerinin de olmadığını herkes bilir.

İşin belediyelerle veya yönetimlerle ilgili yanını da doğrusu hiç anlayamıyorum. Bu belediyenin,yönetimlerin işi değil gibi çok keskin bir ifade kullanmak istemiyorum ama belediyelerin ve yönetimlerin öncelikli işi yurttaşının zamanında evine gitmesini sağlayıcı ulaşım v.b alt yapıları hazırlamak değil midir? Kimin parası ile kime ikram yapılmaktadır. Hani devletin(kamunun) mumu ile kendi mumunu ayıran bir anlayışın mirasçıları idik.Her halde belediye başkanları,yöneticiler bunları kendi cebinden finanse etmiyor. Ayrıca gelirleri giderlerinden fazla belediyede yok sanırım ülkemizde. Özellikle de en fazla borçlu olan belediyelerin de Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyeleri olduğu her yıl açıklanıyor. Onlar da sıkıştıkça merkezi hükümete el açıyorlar. Durum Süleymaniye camiinde dilenip Sultanahmet camiinde sadaka vermek gibi bir şey yani. Sanki merkezi hükümetin durumu çok mu farklı. O da cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanmasını yaparak durumu idare etmeye çalışıyor. Yani özetle “Elin gavurundan aldığımız para ile iftar ziyafeti veriyoruz” dersek zincirleme mantık açısından yanlış bir şey söylemiş olmayız herhalde.

Bu arada abartılı ziyafetler veren gerçek kişilere de biraz dokundurmadan geçmek olmaz sanırım.” Adamın parası var istediğine yedirir,içirir.”gibi de düşülebilir.Ama bir arkadaşımın yıllar önce bana anlattığı bir anekdot gibi ise onu da sorgulamakta yarar var kanımca. Kendisi de benim gibi emekli bir eğitimci idi. Emekliliğine müteakip bir özel okullar zincirine ait kolejde yöneticilik görevi yürütüyordu.Yine bir ramazan akşamı iftar sonrası konuşurken bana:”Yahu şu bizim kurucuları hiç anlayamıyorum.Öğretmenlerin 2-3 aydır maaşlarını ödemiyorlar. Her akşam 500 kişiye iftar yemeği veriyorlar. İftara gelenler de fakir fukara olsa neyse. Hepsi ensesi kalın yerli araba bile kullanmayan kişiler….” Biçiminde dert yanıyordu. Bu örnek sanırın bir çok şeyi çok güzel açıklıyor.

Ayrıca bu toplulukları fırsat bilip buraları siyasi kampanyaların bir ayağı haline getiren siyasilerimizin de ramazan ayının ulviliğine ne kadar katkılarda bulunduğu hususu da  üzerinde en çok düşünülmesi gereken konular arasındadır.

Ramazan ayının sonu gelip bayrama erdiğimizde bir başka tanıdık açıklama duyacağız yine medyadan:”Bayram süresince otoyollar,köprü,metro,belediye otobüsleri…. bedava hizmet vereceklerdir” Tabi kararı alanlar herhalde bu araçları hiç kullanmıyor diye geçiyor içimden. Ben özel araba kullanmadığım için sürekli toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. Ancak bayram günlerinde kullanılamaz duruma geldiğinden bu günlerde ulaşım giderim her zamankinden çok daha fazla oluyor. Birçok kişinin amaçsız biçimde araçların içinde ilk durakla son durak arasında sabahtan akşama kadar gidip geldiğini gördükçe bunu nasıl istismar edildiğini görmek talihsizliğini de yaşadım. Bu ulaşım sektörlerinin de karlı işletmeler olmadığı bilinmektedir. Sonuçta böyle bir tasarruf birçok kişinin işini kolaylaştırmaktan uzaktır. Yapılacaksa bu günlere ait gelirlerin bazı sosyal hedeflerin gerçekleştirilmesinde kullanılması (Okul yapımı,felakete uğrayan yörelerdeki insanlara yardım v.b)daha yararlı olacaktır.

Yani özetle inancı insanın içinden derinliklerinden çıkarıp işportaya koyma ve magazinleştirme konusunda elimize kimse su dökemez herhalde. Keşke davetler fısıltı ile olsa,yenenler içilenler iki kişi arasında kalsa, yani her şey  Allah rızası için yapılsa…….

Bu Şiir de kendime

Ulan angut

Ulan hayvan

İçi geçmiş karpuz

çürümüş armut

ulan ekşimiş ayran

Ulan ahmak

Öğüt vermek senin neyine

Ne haddine düşmüş senin

Her şey üstüne şiir yazmak

Senin gündüzleri keyfin

Geceleri uykun kaça dursun

Alemin keyfi yerinde

Biri Amsterdam’da

Öteki Şangay’ın göbeğinde

Üstten üfürmeli

Ve alttan ısıtmalı evinde

Her hafta başka bir restaurant

Her ay başka memleketin birinde

Zamandır şu sıra

Hiç geçinemediğin

Kılıktan kılığa giren

Kendisine hiç sözünü geçiremediğin

Durdurmak istersin bir ara

İstemediğin günleri ötelemek için

Hatta geri sarmak bile gelir içinden

Söylenmişi söylenmemiş

Yaşanmışı yaşanmamış kılmak için

Davetsiz misafir olur kimi zaman

Hem de hiç beklemediğin

Ve de bir an önce

Çekip gitmesini istediğin

Zaman

Beynini, bedenini

Kemiren bir kurt olur

Bakarsın en dar gününe yetişen

Bir umut olur

İlaç gibi gelir zaman

Şifa olur bazen

Onulmaz yaralara

Çeker götürür seni kimi

Tarifsiz diyarlara

İmtihandır bazılarına

En çetrefilli

En içinden çıkılmaz sorularıyla

Diyet ödetir kimine

Hesapsız sonuçlarıyla

Bir serin rüzgardır

İçini okşayan

Birden bir alev oluverir

Bütün benliğini yakan

İşte zaman böyledir

Belki  hiçbir şey ,belki de çok şey

Senin zamanın bunlardan hangisi

Necmi bey

Yoksa sen

Bütün bu zamanların dışında mısın?

Ya da tozlu raflarda unutulmuş

Ve miadı çoktan dolmuş

Bir ilaç mısın?

İyisi mi yazmakla,yaşamakla

Alış verişi kes

Kur sen çilingir sofranı

Bir dilim peynir yarım domates

Yani hayata YENİ den başla

Yanında kadim dost  Poyraz Sali

Ve ikinci kadehten sonra

Varılacak nokta

“Ne olacak bu memleketin hali”

Necmi MOLA/26.02.2010

Otobiyografi

Adım Necmi
Soyadım Mola
Tekirdağlıyım
Genellikle sakin,
Ama bazen heyecanlıyım.

1950 baharında
Hayrabolu’da
Dünyaya gelmişim
İki yaşında küçük,
Üç yaşında büyük
Çişimi söylemişim

Sessizce girdiğim
Ve sessizce çıktığım
Tabanları mazot kokulu
Mithatpaşa İlkokulu

Mevsimlerden yazı
Renklerden beyazı
Enstrumanlardan sazı
Makamlardan hicazı
…………….severim

Yoğurtlu biber kızartmasını,
Çoban salatasını,
Balık ızgarasını
Şayet olursa arada bir
Tekirdağ rakısını
……………severim.

Necmi MOLA-1998

Malum Kuruma Dair

Önde beyaz köşk
Epeyce yaşlı ve boyaları dökülmüş
Yanı biraz mağrur
Biraz da naçar
Aşağılara doğru yeşil bahçe ile
Zarif tretuvar
Daha sonra da
Derslik yapmak için
Otelden bozulmuş odalar
İçinde ise sadece
Yirmi dört öğrenci var

Personel işi biraz karışık
Vakıfbank ve Milli Eğitimden
Yani biraz sizden biraz bizden
Dördü yönetici
Otuz kadar

Varidatı
Ve de sarfiyatı
Hiç sormayın
Ayda yaklaşık kırk milyar

Fazla söze ne hacet
Her şey apaçık ortada
Kimine göre kral çıplak
Kimine göre de
Pembe incili kaftanı var

Necmi MOLA-2004

Bir adam

Yaşından hayli geçkin çehreli,
Kirli kasketi,yamalı ceketi,
Başı önünde
Cebinde elleri
Kirli uzun saçları
Uzamış sakalı
İple bağlamış pantolonunu
Yorgun,bitkin,isteksiz yürüyor
Yırtık pabuçlarından
Morarmış parmakları görünüyor

Birden eğildi
Sanki yıllarca aradığını
Bulmuş gibi sevindi
Bir izmaritti bu
Ve hemen aldı.
Ama markasını okuyamadı
Düşündü,düşündü,düşündü……
“Gavur cigarası “dedi.
Ve güldü…güldü…güldü…

Günlerdir
Doğru dürüst bir şey yememişti.
Bu cigarayı içenleri düşündü
Sonra başını soktuğu
Tek odalı evi aklına geldi
Sobasını,üzerindeki eski çaydanlığını
Eski yatağını,kilimini
Ve yamalı yorganını hatırladı

Sonra
Onların evlerini düşündü
Sofraları göz gözünün önüne geldi
Ağlamaklı oldu birden
Tekrar izmarite baktı baktı baktı
Ve attı.

1973/Beykoz-Bozhane-Necmi MOLA

Bizim köye

Güzelliğine öyle güzel ki
Baharı başka,güzü başka,yazı başka

Söyledi mi öyle söyler ki
Şarkısı başka,türküsü başka,sazı başka

Baktı mı öyle bakar ki
Gülüşü başka,işvesi başka,nazı başka

Sevdi mi öyle sever ki
Anası başka,bacısı başka,kızı başka

1972/Zonguldak-Devrek-Hacımusa köyü-Necmi MOLA

Sitem

Yüreğim yaşarken

Yalnızlığın büyük acısını

Dudaklarım mırıldanır

“O ağacın altı” şarkısını

Tanrım yok isyanım

Verdiğin acılara

Benim sitemim sadece

Söylenmemiş duygulara

Ve yaşanmamış arzulara

Necmi MOLA -1998

Bir Zamanlar

Of aman biz o zaman

Kim bilir acaba neydik?

Gökyüzünde kahraman,

Yeryüzünde ise serseriydik

Ne masallar süslerdi düşlerimizi

Hayal ve sevda denizinde

Bıkmadan  yol alırdık

Ve sonuçta nokta kadar

Sevgiye muhtaç kalırdık

Yuvaların yıkıldığı

Sabah mahmurluklarında

Yapamazdık yatağımızı,

Yumrukların sıkıldığı

Merdiven boşluklarında

Bağlayamazdık ayakkabımızı

Ama gel gör ki

Birden tanrıya kafa tutar

Uşaklardan duyduğumuzu

Ustalara satar

Her gün düzeni bozar

Ve her gün dünyayı

Yeniden kurardık

Of aman biz o zaman

Kim bilir acaba neydik?

Gökyüzünde kahraman,

Yeryüzünde ise serseriydik