VAKİT GELDİ

“Haydi Abbas, vakit tamam / Akşam diyordun işte oldu akşam.” dizeleri ile başlayan Cahit Sıtkı Tarancı’nın “ABBAS” adlı şiiri ve bu şiir arkasındaki yaşanmışlığı birçoğumuz bilir. Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın otoyol ve köprüler, uydu fırlatma çalışmaları, tamamlanan toplu konutlar, ihracatta kırılan rekorlar, yapılacak reformlar, derken yapılan anayasaların darbe anayasası olduğundan bahisle birden “Belki de şimdi Türkiye’nin yeni bir anayasayı tartışma vakti gelmiştir” deyince aklıma büyük şairin yukarıdaki satırları içeren şiiri geldi. Anayasa dediğimiz şeyin demek ki indirimli satışlar, av sezonu gibi bir zamanı varmış diye düşündüm.

Ne kadar ciddiyeti olduğunu bilmem ama böyle bir çalışma mevsimi geldiği için değil, belli kesimlerce duyulan ihtiyaç ve talep olması halinde hayata geçmesi gerekir bence. Bugünlerde işsizlikten bunalan, iş bulamayan, işyerini kapatan, malına ve mülküne haciz gelen insanların feryatlarının arasında yeni anayasa taleplerini hiç duymadık. Yönetenler açısından baktığımızda da “Ülkemizin karşı karşıya olduğu işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon, dış politika sorunlarını çözmek için mevcut anayasa elimizi kolumuzu bağlıyor. Hatta Covid-19 ile ilgili birçok ülke aşılamada epey yol almışken, İsrail bile yarıya yakın nüfusuna aşı yapmışken, aşı tedariki konusunda yeni anayasaya olmadığı için adım atamıyoruz” şeklinde bir yakınmaya da rastlamadık. Üzerinden epey geçmesine rağmen bu çıkışın altını dolduracak “Şu maddelerin çıkmasına, şu maddelerin eklenmesine ihtiyaç var” biçiminde somut birkaç cümle bile duymadık.

Ama hakkını yemeyelim partinin yetkili milletvekillerinden biri sonradan düzeltmek için epey uğraşacağı “Kuruluş Anayasası” olacak gibi açıklama yaptı. Bir de Ayasofya’nın baş imamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın, yeni anayasada laiklik ilkesinin çıkarılması çağrısı yaptı. Boynukalın, “1921 ve 1924 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” ifadelerini kullandı. Bütün bunlara Adalet Bakanı Gül’ün 1921 Anayasası ruhu ile yola çıkılacağı beyanını da ekleyebiliriz. Üç beş yıl önceki sistem ile ilişkilendirilerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem isteyenleri vesayetçi, statükocu olarak eleştirenlerin 100 yıl önceki anayasadan ilham almalarının garip çelişkisi bir yana bence 1921 Anayasasına ne kadar Anayasa denir bu bile tartışılır.

Cumhuriyetin henüz kurulmadığı, saltanatın akıbetinin belirsiz olduğu dönemde belirsizliği gidermek için 23 maddeden oluşan geçici bir teşkilatlanma belgesi demek daha doğru olur bu metne. Yürütmenin Büyük Millet Meclisi’nde olduğu kuvvetler birliği, âdem-i merkeziyetçi bir taşra teşkilatı ana karakterini oluşturmaktadır. Âdem-i merkeziyetçi özelliği elma şekeri görmüş çocuk sevinci ile HDP’nin ilgisini çekmiş olacak ki hafiften bir yeşil ışık yaktı bu harekete sanki. Şimdiye kadar sürdürülen şeytanlaştırma, MHP’nin çizgileri gibi nedenlerle birçok kişi “Yok artık” diyebilir. Ama burası Türkiye. Bir zamanlar Süleyman Soylu’nun, Devlet Bahçeli’nin, Numan Kurtulmuş’un şu anda içinde bulunduğu hareket için neler söyledikleri hatırlanırsa hiçbir şeye şaşırmamak gerekir.

Yukarıdaki “1921 ve 1924 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” şeklindeki ifadeler baş imamın kişisel görüşleri midir, yoksa belli bir görüşün altyapısı mı oluşturulmaktadır bilemem. Samimi dindar kesimin bir çoğu da “Ne var ki bunda, % 99’u Müslüman olan bir ülkede bundan daha doğal ne olabilir?” diye de düşünebilir. Yüzdelik oranı çok az bile olsa ülkenin her bir vatandaşı orada kendini bulamadığı sürece bu ülkenin bütününü kapsamaktan uzak olur bu tür düzenlemeler. Mevcut anayasada toplantı, gösteri yürüyüşü yapma hakkı teminat altına alınmış olmasına rağmen ne kadar zor gerçekleştiğini hepimiz bilmekteyiz. Ama buna karşın Anayasada devletin dininin yer alması halinde durumdan vazife çıkaracak birçok kişinin İslam polisliğine soyunarak yaşam tarzlarına müdahaleyi kendilerine görev sayacaklarını şimdiden hayal ediyor gibiyim. Dini ve inancını yüreğinde yaşayan gerçek dindarların buna en önce karşı gelmesi gerekir diye düşünüyorum.

“Elinde çekiç olan birisi etrafındaki her şeyi çivi olarak görür” diye bir söz vardır. Bizim Türkiye’mizde siyasiler bütün konulara böyle bakıyorlar. Yaptığım hamle kısa ve uzun vadede vatandaşın ne kadar yararına ne kadar zararına sonuç verir diye düşünmek yerine ilk seçimde ne kadar işime yarar diye düşünülüyor. Bu anayasa serüvenini de ben öyle görüyorum. Bu konuda iktidar cenahı daha avantajlı durumda. Onların akılları kendilerine yeter ama ben yine de bu yolda başarılı olmak için biraz tüyo vermek istiyorum. Önümüzdeki dönem bıkmadan usanmadan bu konu her daim gündemde tutulmalı. Muhalefet “Git ya, milletin bunca işi arasında bizimle kafa mı buluyorsun?” deyip topa girmezse yeni anayasaya taraftar olanlar ile darbe anayasasını destekleyenler olarak pozisyonlar netleştirilir. Muhalefet kerhen de olsa kaçan tarafta görünmemek için bu oluşuma katılırsa bu defa bir komisyon kurulup inkişafı görüşmeler başlatılır. Bu konuda geçmişte oldukça deneyim kazandık zaten. İnkişafı görüşmeleri haftalarca hatta aylarca devam ettirilir, sonunda masa devrilir ve sorumluluk muhalefete yıkılır. Ya da Ayasofya’nın baş imamının teklifi dillendirilip din, iman sahipleri benim arkamda dursun; dinsizler, din ve ezan düşmanları karşıya geçsin gibi bir saflaşma da iyi puan getirir.

Seçimlerin ne zaman yapılacağı konusunda bir fikrim olmasa da ben iktidarın bu ve bundan sonraki seçimleri de alacağı gibi bir his var içimde. Bu işleri çok iyi yaptıkları ya da vatandaşı mutlu ve müreffeh bir duruma getirdiklerinden değil, daha çok muhalefet blokunun bölük pörçük ve güven vermeyen yapısından kaynaklanıyor bu düşüncem. Velev ki işler daha kötüye gider ve vatandaş artık nefes alamayacak hale gelir ve “Bundan da beteri olmaz ya” deyip bir tercih yaparsa, ıslak imzalı tutanaklar titizlikle takip edilip sayısal veriler net bir şekilde ortaya çıktığında bile ben “Millet bize muhalefet görevi verdi, iktidar bütün rejimlerde vardır, muhalefet ise sadece demokrasilerde vardır, hizmetlerimize bu görevlendirme ile devam edeceğiz.” diyebilen kültürden de epey uzaklaştığımızı düşünüyorum.

En son yapılan mahalli seçimlerin İBB seçimleri ayağındaki alınan sonuçlardan sonra: “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu” ile başlayan ve Binali Yıldırım’ın “Çaldılar” sözcüğü ile başlayan süreç YSK’nun kendi kararları ile bile çelişen bir karar alması ile sonuçlandı. Kaybedenler de dahil gerçeği herkes çok iyi bildiği halde sandık kurullarının usulüne uygun oluşturulmadığı -ki daha sonra bu konuda yapılan incelemelerde hiç kimsenin idari ve adli olarak kusurlu bulunmamıştır- gibi eften püften nedenlerle yenilenen seçimlerin sonucundan umarım herkes biraz ders çıkarmıştır.

Sonuç olarak yazılı metinlere çok fazla bel bağlamamak gerekir. Birçok otoriter rejimin anayasasında çok süslü cümleler bulacağınız gibi, hiç anayasası olmayan fakat daha demokratik bir yönetime sahip olan ülkelerin bulunduğu bir dünyada yaşadığımızı unutmamalıyız.

Tagged: Tags

3 Thoughts to “VAKİT GELDİ

  1. Sevgili Necmi; çokça katıldığım fakat kısmen katılmadığım güzel bir yazı olmuş. Övgülerimi dostlara, yergilerimi de sana söylemek isterim. 1921 Anayasa ile Kürtlere verilen insani haklar 1924 Anayasası ile yok sayılıyor. Şimdi bu hakları istemek neden LAİKLİK karşıtlığı sayılıyor ya da Kürtler insan haklarını alınca neden sizde sanki LAİKLİK kalkacakmış duygusu uyandırıyor. LAİKLİK de vazgeçilmez bir insan hakkıdır.
    Sevgi ve saygıyla…

  2. Sevgili Emin. Senin övgülerin kadar, yergilerin de -hatta övgülerden daha fazla-benim için çok değerli. Galiba meramımı tam olarak anlatamamışım. 1921 Anayasası ile Kürtlere verilen hakların tekrar geri istenmesinin laiklik karşıtlığı olacağına dair bir ifadem de olmadı sanırım. Zafer’in de dediği gibi 1921 Anayasasında özellikle Kürtlere verilen haklara ilişkin bir kayıt ta yok. Herkese verilen ya da herkesten esirgenenler var belki de. Bence buralarda pek takılıp kalınması da gerekli değil. O günün kayıtlarında olsun veya olmasın bugünün dünyasında ihtiyaçsa gereği yapılmalı. Diyeceğim odur ki insanoğlu doğduğu günden itibaren şu veya bu olduğu için değil sadece ve sadece insan olduğu için bazı hak ve özgürlüklerin sahibi olmayı hak ediyor. Etnik aidiyetler ne bir eksiklik ne de bir imtiyaz olamaz. Bugün farklı kültürleri ve etnik yapıları olmakla birlikte hep beraber barış içinde, özgürce ve müreffeh bir hayat süren insanlardan oluşan toplumlar ve ülkeler var. Demokrasiyi her bakımdan eksiksiz tesis ederek biz de bunu yapabiliriz. Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, laiklik, tam demokrasi ve her alanda özgürlük gibi temel konularda anlaştıktan sonra gerisi teferruat bence. Bunlara hayır diyenin çıkacağını sanmıyorum. Bütün bunları gerçekleştirirken ama, fakat, lakin demeden açık ve net olarak şiddetin, her türlü şiddetin bu oluşumun dışında tutulmasını da ben çok önemsiyorum. Bu konudaki ikircikli tutumlar demokrasi mücadelesinin en büyük açmazı.
    Yazımda daha çok ben anayasa değişikliği isteyenlerin samimiyetine pek fazla inanmadığımı belirtmek istedim. Daha önce yapılan birçok değişikliklerde seçim barajı gibi en basit bir değişikliği bile yapmayanların inandırıcı olduğunu düşünemiyorum. Daha önceki yazılarımda belirttiğim ölülerin bile oy kullanması istenen referandumda çekimser kalınarak düşülen tuzağa yeniden düşülmemesi için HDP ye sitem etmek istedim o kadar. Neyse biraz uzun oldu galiba. Senin yazılarını okumak, yazılar üzerinden sohbeti sürdürmek bana iyi geliyor. Görüşmek dileği ile tekrar teşekkürler Sevgili Emin….

  3. Iki can dostun kapismalarini(!) ilgiyle ve faydalanarak okudum.Ikinizi de sevgiyle, özlemle kucaklar, kolayliklar dilerim…Mehmet

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *