ALTINOLUKTA TEKNE TURLARI / ADALAR

Altınoluk’ta ister kısa süreli, isterseniz uzun süreli kalmış olun çeşitli tur şirketlerinin düzenlediği deniz ve kara bağlantılı turlardan birini ya da bir kaçını denemelisiniz. Burada Gökçe ada ve Bozca ada turları dışında Cunda adası ve adalar şeklinde paketlendirilmiş iki kara bağlantılı deniz turundan söz edebiliriz. Ben, eşim ve kayın biraderimin eşi Gülnaz ile birlikte geçtiğimiz günlerde “Adalar adı verilen tekne turuna iştirak ettik.

Tur şirketleri bizi sabah saat 11.00 de Akçay limanında hareket etmek üzere beklemekte olan teknemize ulaştırdı. Bir saatlik bir deniz yolculuğundan sonra Ayvalık sınırları içinde bulunan Pelit köy/İçmeler bölgesi sahiline yakın bir yerde demir atan teknemiz yolcularına yarım saatlik bir yüzme molası verdi. Kıyıdan değilde tekneden denize girildiğinden serinlik yanında derinliğin korkusu ile biz burada denize girmedik.  Buradan hareketle ikinci molamız Ayvalık sınırlarındaki “ARTUR” -ki buraya martı koyu ya da güvercin koyu da deniliyormuş- denen yerde verildi. Bu defa ben en azından bir fotoğraf çektirecek kadar derin ve serin sulara kendimi atma cesareti gösterdim. Burada da bir saate yakın vakit geçirdikten sonra teknemiz Tavşan adasına doğru yol alırken bir yandan da balık ekmekten oluşan yemeğimizi yedik. Adaya vardığımızda gerçekten adada yaşayan yabani tavşanları bizi bekler halde bulduk. İkram edilen salata,karpuz gibi yiyecekleri büyük bir iştah ile yiyorlardı. Onların resmini çekmek için demirlenen tekneden adaya fotoğraf makinesini götürebilmek için can yeleği ile yüzmek durumunda kaldım.

 

.

Tavşan adasında da bir saat kaldıktan sonra teknemiz Burhaniye istikametine ilerlerken iki yavru yunus balığı uzun süre teknemizin önünde yüzerek bize kılavuzluk ederken martılar arkamızdan bizi uğurluyordu. Burhaniye’de kaptanımız yolculara yaklaşık bir buçuk saatlik serbest zaman molası verdi. Meydanda bulunan  saati ve sıcaklığı gösteren dijital ekranda 40 dereceyi de görünce biz kendimizi en yakın çay bahçesinin gölgesine attık. Teknenin kalkış saatine kadar kahvemizi,meşrubatlarımızı içtik hatta bir parti de okey çevirdik. Hareket saati geldiğinde bindiğimiz tekne bizi kısa bir yolculuktan sonra sabah hareket etmiş olduğumuz Akçay Limanına getirdi. Tur şirketlerinin servis araçları ile de Altınoluk’ dönmüş olduk. Güzel miydi evet güzeldi ama daha önce Datça ve Fethiye’de yaptığımız tekne gezintilerinin en az bir gömlek üstün olduğunu söyleyebilirim.

 

ALTINOLUK’TAN KUŞADASI’NA / SELÇUK

Selçuk, Kuşadası’na 20-25 km. kadar uzaklıkta İzmir iline bağlı yaklaşık 30 bin nüfusa sahip olan bir ilçe. Şehir olarak bana göre Kuşadası’ndan daha bir çekici geldi . Buraya kadar gelmişken bir günümüzü de bu coğrafyayı gezmeye ayırdık. Selçuk başlı başına tarihsel bir fenomen diyebiliriz. Özellikle şehrin 2 km. kadar yakınındaki Efes antik kentini gördüğünüzde büyülenmemek mümkün değil. Çoğunluğu M.Ö. yıllara ait medeniyetlere ait kalıntılar içinde tapınaklar, alış veriş merkezleri, meydanlar, çeşmeler, anıtlar, caddeler, hamamlar,evler, kitaplıklar, çeşitli büyüklükteki tiyatrolar, liman yolları, kiliseleri, antik kalıntılar içinde gezerken hatırlayabildiklerimiz arasında sayabilirim.

 

.

Selçuk/Efes müzesi de yapılan çeşitli kazılar sonucu bölgedeki tarihi zenginlikleri barındıran ve görülmeye değer yerler arasına. Hemen şehir merkezinin içinde diyebileceğimiz St. Jean kilisesi kalıntıları  da M.Ö. 5. yüzyıla dayanan geçmişi ile ziyaret edilecek yerler arasında sayılabilir. Bu kalıntıların hemen yukarısında selçuklular zamanından kalma Aysuluk kalesini, ve aşağı kısımdaki geçmişi M.S. 1375 yılarına dayanan İsa bey cami de farklı mimarisi ile dikkat çekmektedir. Aslında satırlara ve sayfalara sığmayacak ama benim birer sözcük ya da birer cümle ile bahsettiğim bu zenginlik ve güzellikleri bizim gibi bir gün içinde gezmiş iseniz kendinize dinlenmek üzere bir mola verebilirsiniz. Eğer mevsimlerden de yaz ise şehir merkezinde “Atatürkçü Düşünce Derneği” Selçuk şubesi tarafından işletilen yeşillikler arasındaki parkta dinlenmeyi, serinlemeyi ve de aklınıza gelen içecekleri içmeye hak kazanmışsınız demektir.

 

ALTINOLUK’TAN KUŞADASI’NA

Yaklaşık bir aydan beri Altınoluk’ta nohut oda, bakla salon evimizdeki rutin hayatımızı sürdürürken İstanbul’daki kadim dostlarımızdan Salih beyin eşi Filiz hanım,oğulları Deniz, Deniz’in kız arkadaşı Duygu, ve de onların dostları olmakla bizim de dostumuz olma hakkını kazanan Münevver hanımın gelmeleri  buradaki tekdüze hayatımıza farklı bir renk kattı. Birlikte geçirdiğimiz iki gün içinde sahilde denize girmek dışında Altınoluk köyündeki sabah kahvaltımız, Abdullah bey köşkünü ziyaret ve devamında Nuray ile bizim mağlubiyetimizle sonuçlanan okey oyunlarımız keyifli aktiviteler olarak anılarımız arasında yer aldı. Bir yandan misafirlerimiz, diğer yandan Kuşadasında bulunan dostumuz Salih beyin ikna çabalarına fazla direnmeden kendimizi 8 Temmuz sabahının erken saatlerinde Kuşadası yolunda bulduk. Yolların çok güzel oluşundan mı, dostlarla birlikte yapılan yolculuğun cazibesinden mi yoksa Deniz’in kullandığı mersedes arabanın ve şoförünün becerisinden mi bilemeyiz dört saatten kısa bir zaman sonra misafir edileceğimiz  Kuşadasındaki Salih beylerin evine ulaşmış olduk

 

.

Kuşadası Aydın ilinin yaklaşık 70 bin nüfuslu bir ilçesi. Tabi yazları bu sayı on katından daha fazla oluyor. Doğrusunu söylemek gerekirse şehir merkezinin kalabalıklığı, trafik yoğunluğu,çarpık yapılaşması karşısında biraz şaşırdığımı söyleyebilirim. Neyse ki Salih beylerin evleri Davutlar istikametinde 7-8 km. kadar şehir dışında olduğu için daha ferah ve dinlendirici bir özelliği var. Her bir parçasını son derece özen ve titizlikle gerçekleştirdiği bir bakışta anlaşılan eve sanırım bu üçüncü gelişimiz olduğundan ve de ev sahiplerinin samimiyetinden kendimizi de bir parça bu eve ait gibi görmeye başladık diyebilirim.

Her şey bir yana ama Kuşadası’nın biz de en çok iz bırakan yeri “Kalamaki” dedikleri bölge oldu. Coğrafi konum olarak Dilek yarımadasında yer alan ve Kuşadasına 25 km. uzaklıktaki bu bölge Milli park olarak da koruma altına alınmış. Denizin mavisi ile ormanın yeşilinin uyumunun buluştuğu muhteşem tablonun serin sularına bıraktık kendimizi. Bu güzelliği bizlere yaşatan Salih bey ve Filiz hanım yürekten teşekkürü hak ediyor. Yolları bu istikamete düşen herkesin uğraması gerekli bir yer olarak not etmesini tavsiye ederiz .Ha bu arada piknik için getirdiğiniz yiyeceklere ortak olmak için bekleyen yaban domuzlarına da dikkat etmelisiniz. “Yaban” sözcüğünün sadece isimlerinin başında bir sıfat olduğunu etrafınızda ısrarlı ve samimi dolaşmalarından hemen anlayabilirsiniz.

 

RAMAZAN’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Kendimi bildim bileli Ramazan orucunu tutmuşumdur. Gerçi son yıllarda biraz yaz mevsiminin uzun günlerine rastlaması biraz da yaşımızın biraz ilerlemiş olmasından dolayı bazı firelerimiz olmakla birlikte bu kural pek bozulmamıştır. Bu ibadetin kendine özgü manevi haz ve huzurunu yaşarken keyfimi kaçıran durumlar da yok değil.

Ben öncelikle her türlü inanç ve ibadetin yaratan ve yaratılan arasında kalması gerektiğini düşünmüşümdür. Bu sınırların dışına çıktıkça yapılanların ve yaşananların büyüsü bozuluyor gibi geliyor bana. Bu sınırı da bana göre en iyi laiklik kavramı çiziyor. Gerçi başbakanımızın “İnsan laik olmaz devlet laik olur” gibi veciz ifadelerinden de bir şey anlamış değilim. Yani yasalara “Devlet laiktir” diye yazdığınızda işlem tamam oluyor. Devlet denen aygıtı yönetmekle sorumlu olan insanların beyinlerinde laiklik kavramı yeterince yerleşmemiş ve içselleştirilmemişse yazılı olan kavramların hiç bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Ayrıca laiklik sadece çağdaş yönetimlerin değil, inanç sistemlerinin de teminatı ve ön şartıdır bana göre. Yani bazı aklı evvellerin dediği “Hem laik hem müslüman olunmaz” önermesi yerine “Laik olunmadan gerçek inanç sahibi olunmaz” saptaması bana daha gerçekçi geliyor. Böyle olunca da günümüz Türkiye’sinde sapla samanın karıştığı durumlar görünce ister istemez canımız sıkılıyor.

“Başbakan filan camide kıldığı cuma namazı çıkışında yaptığı açıklamada” diye başlayan söylemlere ve Ramazan ayında  verilen  iftar yemeklerinin  bir siyasi propaganda şovu haline getirildiğine herkes tanık olmaktadır. Monitörü dahil olmak üzere özel olarak hazırlanmış kürsüde “İcraatın içinden” ve “Ulusa sesleniş” programlarını izliyor hissine kapılıyorum. Ya da salı günleri yapılan parti grup toplantısının değişik versiyonlarının  “Türkiye seninle gurur duyuyor” temposu eksikliği ile bir çok televizyon kanalından canlı olarak verilmesinin,  iftar yemeği ile ne alakası var ben anlayabilmiş değilim. Bilindiği gibi sayın Başbakanımız bu konuşmalarında uzun uzun hükümetlerinin başarılarını anlatıyor ve Ülkeyi ne kadar müreffeh, demokratik ve özgür hale getirdiklerini tekrarlıyor. Sanırım kendisinin bu konuda iki çeşit özgürlük anlayışı var. Birincisi konuşma özgürlüğü, diğeri de dinleme özgürlüğü. Kendince yaptığı iş bölümüne göre de konuşma özgürlüğünü kendisi için, dinleme özgürlüğünü de kendi dışındaki herkes için uygun görmüş. Halk arasında insanın kendi kendini övmesi pek uygun bulunmaz ve “Bırak da seni başkaları övsün” denir. Zaten Başbakanın ve  Hükümetinin övgüsünü Paul Joseph Goebbels’e taş çıkartacak gönüllü  -ya da gönülsüz- olarak büyük miktarda görsel ve yazılı medya  ordusu  bulunduğu da hepimizin malumudur.

Halbuki böyle olacağına yani cuma namazlarını, ya da iftar yemeklerini siyasi propaganda için fırsat saymak yerine, kendilerine bu gibi durumlarda bir mikrofon uzatıldığında “Şu anda bütün inananlar gibi ben de yaradan ile uhrevi ve  kişisel bir ilişki içindeyim. Gündeme ilişkin sorularınızı yarın yapacağım basın toplantısında ayrıntılı olarak cevaplayacağım “ diyebilme olgunluğunu gösterebilse  ve bu toplantıları da Mehmet Barlas, Fatih Altaylı ve Jöleli danışmanın çanak ve sipariş soruları ile değilde, Satış ve izlenme sayılarına göre önde gelen 10 yayın kuruluşunun ya da sivil toplum örgütleri temsilcileri ile gerçekleştirse ortaya çıkan fotoğraf daha demokratik ve daha özgürlükçü bir Türkiyenin fotoğrafı olmaz mı? Tabi böyle olduğunda da:

“Sıfır sorun hedefli olarak övündüğünüz dış politikada başta suriye ile olmak üzere öngörüsüz bir hamle yaptığınız şeklindeki değerlendirmelere katılıyor musunuz? Stratejik derinlikli politikalar stratejik rezillik haline gelmiş olabilir mi?”

“Kullanmayın şu kredi kartlarını şeklinde bir beyanınız oldu. Daha önce de maliye bakanımız kredi kartı kullanımı artınca kayıt dışılık da önlenmiş olacak demişti. Bu durum bir çelişki değil mi?

“Birlikte çalıştığınız MİT müsteşarının yargılanmasını önlemek amacı ile saatlerle ifade edilecek hızda kişiye özel denebilecek bir yasal düzenleme yapıldı. Aynı durumdaki Eski  Genel kurmay Başkanı terör örgütü üyeliğinden tutuklu olmasından üzüntü duyduğunuzu söylemiştiniz.Bu konuda da bir yasal düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?”

“Çözüm sürecinde Görüşen şerefsizdir, Ben görüşmedim devlet görüştü çizgisinden sonra devletin adeta bir kurye görevi üslenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?”

“Suç işlemiş ve suç işlemek üzere silahlanan terör örgütü mensuplarının yurt dışına çıkışları konusunda gösterilen anlayış başta Silivri ceza evindekiler olmak üzere diğer tutuklu ve mahkumlar için de gösterilecek midir?”

“Yıllardır gizli tanıklar-ki bir kısmı eski PKK olan- ve bir çok hukuksuzluklarla sürmekte olan Balyoz, Ergenekon, Casusluk, 28 Şubat davaları Oslo görüşmelerindeki PKK ile mücadele eden TSK mensuplarının savaş suçlusu olarak yargılanması talebinin farklı bir yöntem ve görüntü altında yerine getirilmesi gayreti olarak yorumlanabilir mi?” şeklindeki şeytanca sorulara cevap verme mecburiyeti doğacaktır. Sayın Başbakanımız buna ne kadar hazırdır bilemeyiz ama benim asgari beklentim bu.

 

ALTINOLUK YÜRÜYÜŞLERİMİZ/ Efor turu

Burada yaptığımız sabah yürüyüşleri ortalama bir saatlik bir zamanımızı alırken artık mihmandar olarak kabul ettiğimiz Ahmet Bey efor turunun zaman bakımından biraz daha fazla bir süreyi kapsayacağını önceden belirtti. Evimizin hemen arkasında bulunan zeytin ağaçları arasından yokuşu tırmanmaya başlayınca fazlalığın sadece süre ile ilgili olmayıp vücudumuzun üzerine yüklediği yorgunlukla da ilgili olduğunu hissetmeye başladık. Her bakımdan fazla enerji harcamayı gerektirdiği içinde bu isim uygun görülmüş bu yürüyüş için. Zaten bunun farkına varan kafilenin iki üyesi yokuşu az ve daha az yorucu bir güzergah izlemek üzere bizden izin istediler. Turu tamamlamak da Ahmet bey ile ikimize kaldı.

 

.

Kaz dağlarının eteklerinden yokuşu tırmandıkça gördüğümüz nefis manzaraların bedenimizin yaşadığı yorgunluğa değdiği kanaatine vardık. Bazen zeytinliklerden, bazen bodur ağaçlıkların arasından ilerlerken kuş sesleri bize yalnızlığımızı ve yorgunluğumuzu unutturuyordu. Tırmandığımız yokuşun her aşamasından aşağılara baktığımızda yeşil zeytinliklerin oluşturduğu ağaç denizi ile körfezin mavisinin uyumu büyüleyici bir görüntü oluşturuyordu. Kendimizce zirve olarak kabul ettiğimiz bir yükseltiye ulaştığımızda aslında orasının bir zirve değil kendisinden sonra gelen zirvenin başlangıcı olduğunu görüyorduk. Bir saatlik bir tırmanıştan sonra kendimizi Doyran köyünün kıyısındaki bir kır kahvesinde buluverdik. Bu noktadan itibaren yokuş aşağı iniş biçiminde dönüş yürüyüşümüz başladı. Dönüş yolu boyunca bu turun kolaydan zora doğru bir kaç  parkur haline getirilebileceği konusunda fikir yürüttük. Benim bedenimin bu yürüyüşe ihtiyacı olduğunu hemen itiraf etmeliyim. Fırsat bulanların da denemelerini öneririm.

 

ALTINOLUK YÜRÜYÜŞLERİMİZ/ Dere yürüyüşü

Haziran ayının 13. gününün sabahı Ahmet bey, Necati bey ve ben önde, Ali bey ve İlhan bey biraz arkada olmak üzere yine aynı saatte başladık yürüyüşümüze. Biraz ilerledikten sonra galiba bize ayak uyduramadıklarından olsa gerek Ali ve İlhan beyler olmadan sürdürdük turumuzu. Evimizin hemen arkasındaki zeytinliklerin içine doğru uzanan toprak yol yine yürüyüşümüzün başlangıcı oldu. Bu yoldan içerlere doğru 10-15 dakika ilerledikten sonra yürüyüşümüze adını verdiğimiz dereye ulaştık. Etrafında çeşitli ağaçların yanında zakkum çiçeklerinin de bulunduğu dere yatağının içindeki taşlardan sekerek yürüdük bir süre. Mevsim itibari ile fazla suyu olmasa da kuş seslerine karışan şırıltısı yürüyüşümüze farklı bir keyif katıyordu. Sabah yürüyüşlerini bir saatle sınırladığımız için daha fazla ilerlemeyi bir başka güne bırakıp geliş istikametini takip ederek dönüş yoluna girdik.

 

.

Dönüş yolunda ilerlerken Necati bey beyaz çiçekli ve biraz yayvan görünümlü bir çiçeği “kapari” bitkisi olarak bana tanıttı. Ben de yazımın içeriğinde kullanmak üzere hemen resmini çektim bu bitkinin.Arkadaşlarım bu bitkinin tohumlarının Fransızlar tarafından cinsel gücü arttırma amacı ile kullandığını belirttiler. Ancak ben yazıyı kaleme almadan önce internet üzerinden yaptığım küçük bir araştırmada bu bitkinin belirtilen bu yararından başka  kabızlıktan romatizmaya, ülserden hemoroide yirmiden fazla derde derman bir bitki olduğu ve halk arasında “gebere otu” diye de isimlendirildiği bilgisine ulaştım. Yanlış kullanıldığında zararları olabileceği konusunda da ciddi uyarıların yer aldığını hatırlatmak isterim. Dönüş yolumuzun biraz ilerisinde yol arkadaşlarımız beni hepimizin bildiği kekik bitkisi ile tanıştırınca sadece resmini çekmekle kalmayıp evde kurutup kullanmak üzere bu bitkilerden epeyce toplamayı da ihmal etmedim.

 

ALTINOLUK YÜRÜYÜŞLERİMİZ/ Klasik yürüyüş

Özellikle sabahları yaptığımız yürüyüşleri  Altınoluk’taki vazgeçilmezlerimizden biri olarak sayabilirim. Genelde  evimizin bulunduğu yerden Altınoluk’a kadar olan 3-4 km. lik mesafenin yürünmesi ile başlayan ve Altınoluk’ta belli ihtiyaçların karşılanmasından sonra Edremit-Küçükkuyu minibüslerinden Zeytinevler durağında iniş şeklinde sonuçlanan bu güzergahı iyice ezberlediğimizi söyleyebilirim. Yaklaşık 30-40 yıldır yazları Altınoluk’u mekan tutmuş komşumuz Ahmet Hoca ‘dan (Ahmet Çolak  Bey Sivas Cumhuriyet Üniversitesi öğretim üyeliğinden emekli değerli bir komşumuzdur.) çok daha farklı ve fazla güzergah zenginliği olduğunu duyunca onun mihmandarlığına kendimi teslim ederek yürüyüşlerimizi çeşitlendirmek ve bu çeşitliliği de bloguma aktarmak fikri birden beynimde filizlendi.

 

.

Ahmet hocanın yıllardır sabah saat 7.30 -8.30 arasında  hiç sektirmeden  bu yürüyüşlerini gerçekleştirmesine saygı ve hayranlık duydum. Yürüyüşlerin genelde Çanakkale- İzmir yoluna parelel -ki bu 9 Eylül caddesidir- ya da dikey olarak kaz dağları istikametinde gerçekleşeceğini, bu güzergahlar içinde tali yürüyüş rotalarının olabileceği bilgisini edindikten sonra ilk yürüyüşümüze 10 Haziran tarihinde başladık. Bu yürüyüşü Ahmet bey,Necati bey ve Ali bey ile birlikte dört kişilik bir grupla gerçekleştirdik adını da klasik yürüyüş olarak belirledik.

 

.

Evimizin hemen arkasında zeytinliklerin içinden Kaz dağlarına doğru uzanan  toprak yolu her gördüğümde “Acaba bu yoldan içerilere doğru yürüsem nerelere kadar giderim” diye düşünürdüm. Ne tesadüf ki klasik yürüyüşümüz de tam bu yoldan başladı. Zeytin ağaçlarının arasından bazen patika gibi yollardan ilerlerken Ahmet hoca buradaki canlı türleri üzerinde bizi bilgilendiriyordu. Farklı  ötüşü olan bir kuşun çalı bülbülü olduğu bilgisini de ondan aldım. Ayrıca kürdan otu denen ve kuruduğuna kürdan görevi görebilecek küçük dalcıkları olan bir çiçeğin de resmini çektim. Ali bey ile Necati bey her derde deva olarak bilinen kantaron otu toplamak üzere farklı bir güzergaha yöneldi. Biz de Altınoluk, Ahmet Taner Kışlalı stadının üst kısmından Doğanay market’e çıkarak turumuzu tamamladık.

 

.

Klasik turumuzun ertesi gününde ekibimize kışlarını Amerika’da, yazlarını Altınoluk’ta geçiren bir emekli olan İlhan bey de katıldı.Çıkış ve dönüş noktalarımız bir önceki gezinin aynısı olmakla birlikte daha küçük çaplı bir yürüyüş gerçekleştirdik. Önceki tura göre 15 dakika da kısa süren bu gezimizle ilgili olarak kılavuzumuz Ahmet bey ekibin yaş ve performans durumunun bunda etkili olduğunu söyledi. Bir bakıma “yavru klasik” yürüyüş de diyebiliriz bu geziye. Ayrıca gezi güzergahındaki kurumuş büyükbaş hayvan dışkılarını toplama (Ahmet bey’in bahçesine gübre olarak) işlevi de gezimizin bir parçası oldu. Çiçekleri ve gövdesi kuruyarak kahverengileşmiş bir bitkiyi Ahmet hoca bize “İlyas otu” olarak tanıttı. İlyas adlı bir arkadaşının uzun tıbbi tedaviye rağmen geçmeyen ishalini bu otla geçirdiği için ona bu adı verdiklerini de hemen ekledi. Literatürde mutlaka başka bir adının olabileceğini tahmin ettiğim bu bitkinin de resmini çekmeyi ihmal etmedim.

BİR YOLCUYA

Hasretin sersemliği

tam  vurmuşken başımıza

ve tam da

alışmaya çalışıyorken yokluğuna

bir temmuz sıcağında

çıkıverdin karşımıza

 

Sayısız sabahların karanlığında

kokunu ve sıcaklığını geride bırakan

sessizce gidişler

gecenin karanlığında

ve sabahların aydınlığında

meraklı ve tedirgin bekleyişler

 

Beklenmedik bir anda

eve erken dönüşünde

aydınlanıveren akşamlarımız

hayal mi, rüya mı yoksa masal mı

bütün bu yaşadıklarımız

 

“Belli olmaz” larla dolu geçen

sayısız günler,haftalar ve aylar

ve beklenen gün gelince

yine “hasret”le tanıştık

bir haziran gecesinde

                                                 08.06.2013 / Altınoluk

ALTINOLUK’TA VUSLAT ZAMANI

2013 Mayısının başlarına rastladı bu yılki Altınoluk ile buluşmam. Özlemişim bu coğrafya parçasını. Kuş sesleri eşliğinde sabah yürüyüşlerini,iğde ağaçlarının ve  hanımelilerin kokularını,kimsenin sahiplenmediği ama herkesi sahiplenen sokak köpeklerini -birisi tarafından ısırılmış olmama rağmen- bile özlemişim. Deniz kıyısında biraz gezinip iyot kokusunu ciğerlerinize çektikten sonra çay bahçelerinin birinde oturup bir yandan çayınızı içerken bir yandan da kitabınızın sayfalarını çevirmek çok sıradan ve sıkıcı gelir belki bir çok kişiye ama bu benim hoşuma gidiyor. İstanbul’un kaos ve karmaşasından sonra son derece sade,basit,kolay ve dingin bir hayat tazı karşılıyor insanı burada.

ALTINOLUK’TA VUSLAT ZAMANI

Burasının bir özeliği de İstanbul’da çeşitli sebeplerle buluşamadığınız dostlarla hiç bir program yapmadan sizi buluşturmasıdır. Bunlardan birini de geçtiğimiz günlerde yaşama fırsatı bulduk. Ta 1970 li yıllarda Beykoz’da öğretmenlik yaptığım senelerde başlayıp, Eğitim Enstitüsünde öğrencilik yaptığımız yıllarda da devam eden dostluğumuzun olduğu Kıyasettin beylerle buluşuverdik. Oysa her ikimiz İstanbul’da yaşıyor olmamıza rağmen bu büyük şehir bize bu cömertliği sağlayamıyordu. Birlikte yediğimiz akşam yemeği ile ertesi gün Altınoluk’ta Çınar altında yaptığımız kahvaltıda bu dostlarla güzel vakit geçirdik. Bu güzel dakikaları sanıyorum bize bu coğrafya armağan ediyordur. Bu arada Altınoluk’un köy içindeki asırlık çınarlarının serinliğinde karadut ya da koruk suyu ile birlikte kapaktan kesmeyi herkese tavsiye ederiz.

 

YAKIN GÜZELLİKLERİMİZ / KAVAKLI PARK

Ataköy’deki “Kavaklı park” sanırım bu yörede yaşayanlarca bilinmektedir. Nezih bir yerleşim yeri olma özelliğini taşıyan Ataköy’e sıcak yaz aylarında serince bir gölge arayanların uğrak yeri olan bu parkın Ataköy’e ayrı bir güzellik kattığını söyleyebilirim. Adını belki de içinde bulunan yıllanmış kavak ağaçlarından aldığını tahmin ettiğim bu parka Bakırköy Belediyesi bir kadirşinaslık örneği göstererek 2005 yılında aramızdan ayrılan Attila İlhan anısına bir heykelini diktirerek onun adını vermiş ise de dillerde hala eski ismi ile anılmaktadır.

IMG_6060

Türk edebiyatı ve fikir hayatında önemli bir yeri olan Attila İlhan (1920-2005) yarım asırdan fazla süren fikir hayatına romancı, şair, gazeteci, senarist, deneme, eleştiri yazarlığı gibi sıfatları da ekleyebilmiştir. Onun eserlerinde ve sohbetlerinde ilkeli ve ödünsüz kişiliğini, yurt ve insan sevgisini fark etmemek mümkün değildir. Şiir ve romanları yanında özellikle günlük hayatta birçok kişi tarafından son derece sığ olarak kullanılan bazı kavramlar üzerine yazdığı  Hangi ? sözcüğüyle başlayan kitapların ( Hangi sağ?, Hangi sol?, Hangi Atatürk? vb.) benim için çok aydınlatıcı olduğunu söyleyebilirim.

YAKIN GÜZELLİKLERİMİZ / KAVAKLI PARK

11 Mayıs Cumartesi günü işte sözünü ettiğim bu Kavaklı/Ya da Attila İlhan parkında her yıl bu mevsimde nerede ise gelenekselleşen bir kermes etkinliğine eşimle birlikte katıldık.

YAKIN GÜZELLİKLERİMİZ / KAVAKLI PARK

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin Bakırköy şubesi tarafından gerçekleştirilen bu kermeste görev alan birçok değerli arkadaşımızın son derece özveri içinde çalışmalarını yürüttüklerini belirtmeliyim. Kermes sırasında eskilere dayanan dostluğumuzun bulunduğu birçok arkadaşla buluşmamız da ayrı bir sevinç ve mutluluk kaynağı oldu bizim için.

YAKIN GÜZELLİKLERİMİZ / KAVAKLI PARK

Burada geçirdiğimiz zaman içinde kermes alış verişi dışında Bakırköy sanatçılarının katkıları ile müzik, dans ve miniklerin folklor gösterilerine de tanık olduk. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Bakırköy şubesinin değerli başkanı Gülşen hanım ve arkadaşlarına emeklerinden dolayı teşekkür etmek yetmez biliyorum ama yine de çok teşekkür ediyorum. Çorbada bir kaşık tuzumuz olması arzusu ile kurulan tezgahlardan bir kaç alış veriş yaptıktan sonra gelecek kermeslerde buluşmak üzere mekandan ayrıldık.