Bundan önceki yazımda altmışlı yılların dar ve sınırlı dünyasından bahsederken umarım bazıları İmam hatiplerin bugünkü popülaritesine bakarak bu seçeneğin niye değerlendirilmediği sorusunu gündeme getirebilir. Lehinde de aleyhinde de çok şey söylenen bu kurumlar bizim hayatımıza çok sonradan girdi. Ama buna rağmen bu kadar mesafe kat etmesinin daha iyi anlaşılması için bu okullar için ayrı bir parantez açma, hatta ayrı bir yazı yazma gereğini duydum.
Osmanlıda imam ve hatiplerin medrese eğitimi dışında bir eğitime tabi tutulmadığını söyleyebiliriz. 1913 yılında ilk defa imam ve hatip yetiştirilmesi ile ilgili bir program hazırlanarak okul açıldığını biliyoruz. Daha sonra 1924 yılında çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanınca bu yasanın 4. maddesine göre 29 tane ilkokula dayalı 4 yıl eğitim veren imam hatip mektepleri açılıyor. Bu okullara gereken ilginin azalması sonucu giderek sayıları azalıyor ve 1930 yılında tamamen kapanıyorlar. Bu ilginin azalmasında mezunların üst öğretimlere gidememesi ve günümüzde olduğu gibi devlet memuru imam olma yollarının da henüz açılmamış olmasının da önemi var kuşkusuz. Sonuç olarak 1950 yılına kadar bu konuda yapılanlar çok sınırlı kalıyor diyebiliriz.
1950 yılından sonra çok partili hayata geçiş ile birlikte bu konuda daha kapsamlı adımların atılmaya başlandığını görüyoruz. Yine tevhidi tedrisat kanunun 4. maddesindeki açıklamalar doğrultusunda, amacı halka hurafelerden uzak, gerçek anlamda dini bilgiler verecek, ibadethanelerde dini vecibeleri yerine getirecek din adamı yetiştirmek olarak belirlenen 7 tane imam hatip okulu açılıyor. Bu kurumların sayısı özellikle sağ iktidarlar döneminde maliyeti düşük ama getirisi çok bir seçim yatırımı olarak da düşünüldüğünden hızlıca arttırılıyor. 1980 yılına geldiğinde sayısı 400 ü buluyor. Ama bana göre esas kırılma noktası 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda 32. maddesi ile adrese teslim bir düzenleme ile gerçekleşiyor (Madde 32: İmam hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur’an kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca açılan ortaöğretim sistemi içinde, hem mesleğe hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır.) Bana göre bu yıldan itibaren bu kurumların ismi ile müsemma kurumlar olmadığını rahatça söyleyebilirim Öyle ya anne baba çocuğunu imam ve hatip olsun diye göndermiyorsa ya da çocuk ben bu okulu bitirince imam ve hatip olmanın hayalini kurmuyorum derse hala imam hatip okulu olarak adlandırılmasının ne anlamı var ki. Din ağırlıklı okul ya da Dini ağırlıklı Lise demek belki daha doğru olurdu diye düşünüyorum.
Velilerin, ana babaların “çocuğumun hem dini bilgileri olsun hem de doktor, mühendis olsun” gibi bir beklenti içinde olmasının bu okullara yönelmelerinde etkili olmuş olacağını da kabul ediyor ve anlayışla karşılıyorum. Ama bu talep kurumların siyasi anlayışların arka bahçeleri haline gelme durumu yaşamadan talep, kabiliyet, ihtiyaç, bireylerin gelişim özellikleri gibi doğal mecralarında hareket edilerek de gerçekleştirilebilirdi. Zaman ilerledikçe diğer eğitim kurumlarında gördüğümüz hormonlu büyüme ve obez sonuçları İmam hatipler konusunda da görülmeye başlandı. Takvimler 1997 yılının 28 Şubatını gösterdiğinde muktedirler bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltme yoluna girdiler. Hatırlarsanız İmam Hatip mezunlarının üniversiteye girişini engellemek için katsayı engeli icat edildi. Ayrıca bu okulların orta kısımları da kapatıldı. Belki eşitlik adına meslek okullarının ve Anadolu liselerinin de orta kısımları da bundan nasibini aldı. Dolayısı ile bu durum muhafazakâr kesimde geniş bir mağduriyet alanı yarattı. Öyle ki mağduriyetlerini ifade ederken kendilerinden çok meslek okullarının ve Anadolu liselerinin orta kısımlarının kapanmasının da bayraktarlığı yapılıyordu.
Neyse zamanın durdurulamaz çarkları devam ederken bin yıl süreceğini sanılan dönemlerin üç beş yıl içinde sona erdiğine tanık oluyordu toplumumuz. Dünün mağdurları bugünün muktedirleri olunca kaybedilenlerin misliyle geri alınması vakti gelmişti artık. Bu dönemde her alanda olduğu gibi Milli Eğitimde de birçok değişmelere ve gelişmelere tanık olduk. Kuşkusuz bunlardan en önemlisi 4 + 4 + 4 diye adlandırılan eğitim sistemi idi. Bakanın bile sonradan haberi olduğu söylenen bu sistemin en belirleyici özelliği nedir diye sorulsa “Bütün okulların eşit olduğu ama İmam hatiplerin daha fazla eşit olduğu bir eğitim anlayışını öne çıkarması” idi kuşkusuz. Ne hikmetse önceleri diğer meslek okullarının ve Anadolu liselerinin Orta kısımlarının kapatılması mağduriyetini dillendirirken sadece imam hatip okullarının orta kısmının açılması ile yetinilmişti. Herhalde “Kendine Müslüman” deyimi bu gibi durumlar için söylenmiş olmalı.
Hangi okulda okursa okusun bütün çocuklarımız aynı derecede kıymetlidir ve herkes için öyle olmalıdır. Bir kişiyi grubu incitmek için illaki onu aşağılamak ve ona hakaret etmek gerekmez. Eğitimci olarak bazı öğrenci velileri ile sohbet ederken kendileri çocuklarından bahsederken: “Hocam bu sonuncusu çok yaman. Ötekileri gibi değil, bunu muhakkak okutacağım.” diye söze başlayınca keşke hiç başlamasaydı diye geçiyor içimden. Bugün biliyoruz ki kaynak, imkan, fırsat ve teşvik olarak daha fazla eşit durumda imam hatiplerimiz. Devlet ricalinin beyanlarından da bunu anlamak mümkün. Camilerde yapılan vaazlarda “Çocuklarınızın terbiyeli ahlaklı dinini bilen insanlar olmasını istiyorsanız İmam Hatiplere gönderin” denirken zımnen diğer kurumların düşürüldüğü durumu takdirlerinize bırakıyorum.
Kuşkusuz buradan benim din ya da imam hatip düşmanı olmak gibi bir sonuç çıkarılmasın. Eğer Tevhid-i Tedrisat kanunun 4. maddesinden hareketle (Madde 4: Maarif Vekaleti yüksek din uzmanları yetiştirmek için Darülfünunda bir ilahiyat fakültesi imam ve hatip yetiştirmek için de ayrı mektepler açacaktır.) 1951 yılında başlatılan çalışmalar doğal akışında devam ettirilip, talep, ihtiyaç, kabiliyet, yönlendirme kriterleri esas alınsaydı belki gelinen nokta daha iyi olabilirdi. Benim kaygım giderek ayrışan bir toplum haline gelmekte olduğumuz gerçeği. Elbette değişen ve gelişen toplumsal, teknolojik şartlar farklı okul türlerini gündeme getirecektir. Benim endişem çocukların okullarının değil dünyalarının ayrılması.
Başka türlüsü olabilir mi? Elbette olabilir. Yeter ki hayatın akışına bir kulak verelim. Çocukların bir arada istediği kadar dini eğitim, ya da seçeceği başka alanlarda eğitim alabileceği bir eğitim model mümkün. Bunun birçok örnekleri de var. İşin bu kısmına bir başka yazının konusu olarak ileride değiniriz.
Tarihçeyi kapsayan güzel bir özet olmuş. Eline sağlık. Özellikle 4+4+4 konusu, ‘dindar ve kindar nesil’ yetiştirmekle görevlendirilen imam-hatip felsefesinin anahtarıdır.
Teşekkürler Emin arkadaş. Görüşlerini benimle paylaşman çok güzel. Kazan kazan diye çıkılan yolun kaybet kaybet olduğu yıllar sonra anlaşılıyor, Umarım daha aydınlık günler çok uzakta değildir. Selamlar.