BİRAZ DA KİTAP / İNSAN OLMAK

“İnsan Olmak” kitabı Engin Geçtan’a ait. Uzun yıllar önce onun normal dışı davranışlar konusunda yazdığı bir kitabını da okumuş ve çok beğenmiştim. Bu kitabını da okurken bazı bölümler ve ifadeler bana tanıdık geldi. Bilmem sizler de bir kitabı ikinci defa okurken mutlu olma durumlarını yaşıyor musunuz? Böyle durumlarda “Aaaa ben bunu okumuşum” deyip kenara bırakmıyorum. Yılların zihnimde oluşturduğu donanım ve altyapı ile adeta eski bir dostla buluşmuş gibi severek okumaya devam ediyorum.

Aynı zamanda psikiyatrist olan Engin Geçtan “İnsan Olmak” kitabının önsözünde “İnsan var olduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.” satırları ile giriş yapıyor.

Daha sonra kitapta; Birey ve Toplum, Ana-Baba ve Çocuk, İnsanlardan Korkmak, Öfke ve Düşmanlık, Değersizlik Duygusu, Kaygı, Sorumluluktan Kaçış, Yalnızlık, Ortak Yaşam İlişkisi, Nevrotik Kısır Döngü, Yaşam ve Ölüm, Kendini Yaşamak başlıkları altında insana ait duyguları, düşünceleri, beklentileri, problemleri, çözüm yollarını son derece açık anlaşılır bir üslupla anlatılıyor.

Kitabın en sonunda Engin Geçtan “Epilog” başlığı altında zamanın akışı ile belli donanım deneyimler kazandıktan sonraki değişim ve gelişmeleri ele alıyor bir yerde de kendisi ile yüzleşiyor. İnsanı yıkıcı içgüdüleri toplum tarafından denetim altında tutulması gereken bir varlık olarak tanımlayan Freud’a, Toplumsal ilgiden söz eden Alfred Adler’e , kollektif bilinçdışı kavramını getiren Carl Gustav Jung’a, Zararlı ve zararsız saldırganlık türlerinden söz eden Erich Fromm’a görüşlerini kabul edilebilir olma ölçütleri ile daha farklı yaklaşmaya başladığını itiraf ediyor. Bunun sonunda da her psikiyatristin kendi kişiliğine özgü bir bilimsel inanç sistemi ve tedavi gelişimi geliştireceği sonucuna varıyor.

Engin Geçtan’ın ilk kitaplarından olan ve 27.baskısı yapılan “İNSAN OLMAK” kitabı okunmasında yarar gördüğüm eserler arasında sayabilirim. Aşağıda kitabın çeşitli bölümlerinden ilginç bulduğum bazı alıntıları sizlerle paylaşmak isterim.

“İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarında ise soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar”

“Samimiyetsizlik ilkel toplumların bilmediği bir davranış biçimidir… Samimiyetsizlik uygarlıkla gelmiştir. Çünkü uygarlıkla birlikte diplomasi de gelişmiş, çalınacak şeylerin sayısı da artmıştır. İlkel insanlarda mülkiyet geliştikçe hırsızlık ve yalan da başlar”

“İnsan hem yapan, hem bozan, hem seven hem kıran bir varlıktır. Bu çelişki kendini ve diğer insanları anlayabilmesini güçleştiren en önemli etmenlerden biridir.”

“Bir grubun genç üyelerinin eğitimi ne kadar yoğun ve tek yönlü olursa, üyeler de o ölçüde birbirine benzerlik gösterir ve bireysel farklılıklar azalır. Böylece sınırlı ve değişmez görüşleri olan bir toplum oluşur.”

“İhtiyaçların aşırı karşılanması kadar, gereğince karşılanmaması da çocuğa verilen hasar yönünden benzer sonuçlar doğurur.”

“Fizikteki bileşik kaplar yasası psikolojide de geçerlidir. Bir yönden yapılan baskı bir başka yönde boşalıma neden olur. Önce ikinci sınıf evlat, daha sonra gelin kimlikleri içinde ezilen kadın, anne olduktan sonra aile içinde giderek güç kazanmaya ve çocukları üzerinde egemenlik kurmaya başlar. O denli ki birçok ailede görünürde baba tarafından alınan kararların asıl sahibi annedir. Kararı anne verir baba ilan eder. Kararın sonucundan da baba sorumlu tutulur. Bu yönden değerlendirildiğinde toplumumuzda aile yapısının biçimsel olarak babaerkil ama gerçekte üstü kapalı bir anaerkil bir yapıya sahip olduğu bile söylenebilir.”

“Bir insan diğer insanları ne denli çok sevdiğinden söz ediyorsa, bunu neden ilan etme gereğini duyduğu sorusu da akla gelir. Çünkü insanları gerçekten seven biri, bunu sürekli dile getirme gereğini duymaz, sevgisini yaşantıya çevirir.”

“Diğer insanların gerçeklerini anlayabilmek için dürüst bir çaba göstermeyen ve yalnızca almak için veren ya da verir görünen bir insan, suçluluk ve değersizlik duygularından kurtulamaz… Güçlülük yürekli olmayı gerektirir. Yüreklilik ise insanın kendi gerçekleriyle yüzleşebilmesini içerir. İnsanın kendine yabancılaşması pahasına kazanılan güç gerçek güç değildir.”

“… Kaygı ve buna eşlik eden çaresizlik duyguları, günlük yaşamın sorumluluklarını üstlenmek için gerekli beceriyi geliştirememiş ve gerçek benliğine yabancılaşmış olmanın belirtileridir… Kaygılı insan genellikle çevresindekileri de bıktırdığı için aradığı sevgi ve destekten de yoksun kalır. Bu ise çaresizliğin ve esasen denetiminde güçlük çektiği olumsuz duygularını daha da pekiştirilmesine neden olur… Kaygılı insan vermeyi de almayı da beceremez.”

“Başkalarına karşı sorumluluklarımız olduğu kaçınılmaz bir gerçek olmakla birlikte, bazen bunu kendimize karşı sorumluluklarımızı görmezden gelmek için kullanmak da sorumsuzluktur… İnsanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi bir başka insanın sorumluluğunu üstlenmesi den çok daha güçtür.”

“Çalışma tutkusu olan insanlar kendilerine sahip çıkamaz, davranışlarını gerçek isteklerine göre yönlendiremez ve işleri tarafından yönetilirler. Bazıları yaşamayı öylesine öğrenememişlerdir ki, hafta sonu geldiğinde bunalıma girerler.”

“İnsanlara gereğinde “Hayır!” diyebilmek ve bundan ötürü suçlanmamak kadar, onlardan bir şeyler isteyebilmek ve beklentilerimizi hissettirebilmek de kendimize karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır.”

“İnsan bir zaman tüketicisidir. Üstelik bize ayrılan zaman oldukça sınırlıdır da. Ama yine de çoğumuz yapmak istediklerimizi sonsuza ek zamanımız varmışçasına erteleriz. Yaşamımız boyunca yitirdiğimiz bazı şeyleri yeniden elde edebilir ya da yerine başka şeyler koyabiliriz. Ama tükettiğimiz zamanı asla.”

“Gerçekten de bazı kadınlar özellikle evli erkeklerle ilişki kurma eğilimindedir. Durumun rastlantı olduğunu savunurlarsa da bu aslında bir seçimdir… Bu çocukluk yıllarında oluşan ve babayı annenin elinden alarak ona karşı zafer kazanma tutkusu biçiminde yerleşen bir nevrozun yetişkin yaşamdaki görüntüsüdür.”

“Bir ilişkiyi sürdürebilmek başlatmaktan daha zordur. Bir süreç olarak ilişki, kendini ortaya koyabilme yürekliliğini ve gereğinde bazı savaşımları gerektirir. Ne var ki çoğu kadın-erkek ilişkisinde taraflar birbirini yitirme korkusu ile duygularını aşırı oranda denetim altına alırlar. Olumsuz duyguların ketlenmesi olumlu duyguların bastırılmasına, olumlu duyguların karşılık görmeyeceği kaygısı ile ketlenmesi ise olumsuz duyguların oluşumuna neden olur… İlişki bir sanattır ve bu konuda karşı cinsle olan ilişkilerle genel olarak insan ilişkileri birbirinden soyutlanamaz. Bu nedenle bir insan bunların birinde çırak, diğerinde usta olamaz.”

“… Çağdaş dünyanın gerçekleriyle ve kendi tarihsel mirası uzlaştırıcı bir yaşam felsefesi geliştirememiş toplumların, kronolojik yaşıyla orantılı olarak olgunlaşmış bireyler üretebilmelerini beklemek ütopyadır.”

“Kendini gerçekleştirme kavramı bir insanın biçimsel olarak ya da bazı toplum normlarına göre yükselen bir başarı çizgisini gerçekleştirmesi anlamını taşımaz. Kendini gerçekleştirme, kendini yaşamayı göze alabilecek yürekliliği gösterebilme ve kısır döngülerden özgürleşebilmeyi tanımlar.”

“İnsan gençken zamanı, kaç yılı geride bıraktığını düşünerek değerlendirir. Kaç yılı kaldığını düşünmeye başladığı andan itibaren de orta yaşa girmiş olur… Yaşlı insan, bir yandan gidenin yerine konacak kimse olmamasının yarattığı yalnızlığın ve toplumsal statüyü yitirmiş olmanın getirdiği rol yoksunluğunun acısını yaşar, bir yandan da kendisini ölümsüzleştirmenin yollarını araştırır.”

“Baskıcı, reddedici, aşırı koruyucu ya da aşırı hoşgörülü bir ortamda yetişen insanlar özerk bir varlık olmayı öğrenemezler. Özerklik özgürce seçim yapabilmeyi tanımlar ve var olan seçenekler arasından bir seçim yapabilmekten de öte bir anlam taşır, insanın zamanla olan ilişkisini de içerir.”

“Dünyada iki tür insan vardır: yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler.”

“Sorunların iş birliği ile çözülebileceğini öğrenememiş olan insan için, karşı tarafın gerçeklerini ve haklarını göz önünde bulundurmak, ödün verme ve hatta yok olma anlamını taşır… İnsan haklı olduğunu kolayca kabul eder ama yanılmış olduğunu kabul etmek benliğe indirilmiş bir darbe olarak yaşanır.”

“Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir. Kendimizden çok ya da kendimizin yerine değil. Bir başka deyişle sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir. Ama sevgi tek bir yaşantı değil süreçtir. İnsanın kendini savunmasızca ortaya koyabilmiş olmasının acılarını ve zaferini içeren bir süreç.”

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *