BÜYÜME AYLARIM/ ECZACI KALFASI

Rıfkı beyden aldığım parayı öyle terziye falan kaptıracak değildim artık . Doğru dürüst bir iş yapılacağı da yoktu bu küçük kasabada. Elimdeki harçlıkla durumu idare eder, öğretmenliğe başlayınca alacağım ilk maaş ve donatım bedeli ile(O zamanlar ilk göreve başlayan öğretmene maaşı kadar bir de donatım bedeli denen para ödenirdi) özlemlerimi gerçekleştirirdim. Ama Allah gani gani rahmet etsin dedem yine başka bir teklifle geldi.”Ben dokturu ile görüştüm. Eczanesine bir çırak lazımmış yarın seni hastanede bekliyor” dedi. Dokturu dediği kasabımızın hem hükümet, hem sağlık merkezi,hem de özel doktoru olan Erduran Beydi.Biraz canım sıkıldı ama dedemi kırmak da olmaz diyerek herkesin hastane dediği ama sonraları kapısında sağlık merkezi yazan binaya gittim.Tren istasyonunun biraz ilerisindeki bu binada Erduran bey önce resmi görevini yürütüyor,daha sonra da çarşıdaki muayenehanesine gelerek özel hastalarına bakıyordu. Aslına bakılırsa benim kafamdaki senaryoya göre bu iş olmayacaktı .Doktorla görüşürken muhakkak bana ”Daha önce yaptın mı?tecrüben var mı?”falan diye soracak Benden de hayır yanıtı alınca bu  iş olmayacak,ben de dedeme durumu böyle anlatarak işin içinden sıyrılacaktım .

hastane

Hastaneye gittiğimde vakit öğleye yaklaşıyordu. kapıda 7-8 hasta sırasını bekliyordu Ben hasta olmadığım ve ayrıca da işim çok kısa süreceği için kapıyı vurarak girdim.Doktor bir an için hastayla konuşmasını kesti.Beni dinledi ben çok kısa olarak durumu anlattım.O da hemen ceketinin cebinden birkaç anahtarın üzerinde olduğu bir anahtarlığı elime tutuşturarak “Sen git eczaneyi aç ben de yarım saat kadar sonra hastalar bitince geliyorum” dedi ve benim herhangi bir şey demememe zaman bırakmadan hastası ile hastalığına ilişkin konuşmasına kaldığı yerden devam etmeye başladı. Çuvallama sırası bana gelmişti.Böyle bir senaryo için planım yoktu.Çaresiz selam vererek odadan çıktım.

Demiryolu boyunca eczaneye gitmek için istasyona doğru yürüyordum. Ama bir düşüncedir almıştı beni. Bu arada doktorun eczanesi kavramına da bir açıklık getirmeliyim belki merak edenler için.O yıllarda ilçemizin 7-8 bin kadar nüfusu vardı. Şu anda 8-10 kadar eczane olmasına rağmen o zamanlar pek verimli olamayacağı veya eczacı yetersizliği nedeni ile bildiğimiz türde bir eczanesi yoktu. Böyle durumlarda mevzuatta orada çalışan doktorlar isterlerse “Ecza dolabı” adı altında ilaç satışı da yapabiliyordu. Ama bir eczane açılması halinde bunun kapatılması gerekiyordu.Yani benim ve herkesin Eczane dediği şey yasalarda ecza dolabı denen şeydi. Hemen şunu da belirtmeliyim ki Ecza dolabımızın kapasitesi ve yoğunluğu bir eczaneden farksızdı.

Çarşı merkezinde doktorun muayenehanesi ile eczane karşı karşıya idi. Bana verilen anahtarlıkta da zaten hem eczanenin hem de muayenehanenin anahtarı vardı. Eczanenin kapısını açarak içeri girdim. O bildik ilaç kokusu karşıladı önce beni. Sonra büyük dolapların raflarında  yazılarını dahi zorlukla okuduğum irili ufaklı rengarenk ilaç kutucuklarına hayretle bakmaya başladım. Bu işin içinden nasıl çıkacaktım bir türlü bilemiyordum. Biraz sonra hastaneden reçetesi yazılan hastalar gelmeye başladı. Yüreğim de küt küt atıyordu. Gerçi doktor onları kendisini beklemeleri için tembihlemişti ama bundan haberi olmayanlar reçeteyi önüme koyuyor ve ”Hadi versene kardeşim ne bekliyorsun” diye çıkışıyor doğal olarak. Ben bir reçeteye bir adama bakıyorum yazıyı okumak ayrı bir dert okusan o kadar ilaç içinden bulmak ayrı bir dert yani kısacası olacak gibi değil. Durumu müşteriye, hastaya kendimce izah etmeye çalışıyorum. Anlayan da oluyor “Madem bilmiyorsun bırak da bir bilen yapsın” diyende.Biraz sonra doktor geldi.Bütün reçeteleri tezgahın üzerine sıra ile dizdi.Her birinin üzerine 3-5 kutu ilaç koydu. Bana da:”Sen bunların üzerlerindeki fiyatlara göre hesapla ve parasını al, ben karşıya geçiyorum 7-8 hasta görüp tekrar geleceğim ”dedi. Muayenehane de hemen karşıda olduğu için birkaç gün böyle gel-git idare ettik.Ama ben de yine tık yok. Belki doktor sen bu işi beceremeyeceksin deyip kovar diye de bekliyorum. O da olmuyor.

reçete

Bir akşam üstü eczanede ortalık biraz sakinken kendisine “Bu böyle nasıl olacak? Galiba ben bunu öğrenemeyeceğim. Bana ne kadar dayanacaksınız bakalım” diye bir giriş yaptım. O gayet rahat””Öğrenirsin öğrenirsin” demekle yetindi. O zaman öğrenmeyi çabuklaştırmak için kafamda oluşturduğum düşünceyi hayata geçirmek gerektiğini düşündüm ve  doktora da öğrenmenin çabuk olması için kendisinden reçeteleri mümkün olduğunca okunaklı yazmasını rica ettim. O da biraz da gülerek “Tabi niye olmasın” dedi. Demek bu diyardan gidemediğime göre bu deveyi güdeceğiz   düşüncesi ile  kafamda oluşturdum sistemi gerçekleştirmeye karar verdim. Eczane kapanınca ve hafta sonu önce eczanede var olan tüm ilaçların sabırla bir listesini çıkardım. Onları baş harflerine göre alfabetik biçimde grupladım.  Sonra da eczanede bulunan dolapları A,B,C,D,E…. şeklinde isimlendirdim.Ardından her dolaptaki rafları 1,2,3,4,5,6,…diye numaralandırdım. Alfabetik olarak grupladığım her ilacın karşısına  Terramycine : B/3 veya Vi-misin:B /4 gibi adeta ilaçların adresini yazdım.Açıkçası dersime iyice çalıştım. Pazartesi sabah reçete sahipleri reçetelerini uzatınca adresten dolap ve  rafa uzanıyor ve arama alanını bir metrelik bir mesafeye ve rafta bulunan 8-10 çeşit ilaca indiriyordum. Biraz sonra doktor geldiğinde kendisinden reçetelerin üzerlerine koyduğum ilaçları kontrol etmesini istedim. O bile şaşkınlığını gizleyemedi. Bir de büyük emeklerle hazırladığım ve ön tezgahta camın altındaki alfabetik ve adresli listemi görünce bayağı etkilendi. Kısacası ben 8-10 gün sonra tabir caiz ise kırk yıllık eczacı olmuştum. Zaten bir süre sonra mevsimsel olarak yoğunlaşan ilaçlar,birbirinin yerine verilen ilaç akrabalıklarını da çözmeye başladım.

dolap

O yıllarda cep telefonu hiç olmadığı gibi sabit telefon da nerdeyse lüks sayılırdı. Kasabamızdaki telefonu olanlar önce postaneyi arıyor ve istedikleri numarayı bağlatıyor veya kayıt yaptırıyordu. Ne eczanede ne de doktorun muayenehanesinde telefon yoktu. İstanbul’daki ecza deposu yandaki ilçenin tek bankası olan Ziraat bankasından ödemeli aranıyor, veya ecza deposu belli aralıklarla yine bankanın telefonundan sipariş almak için bizi arıyordu. (Şeref ecza deposu 22 61 49) Ecza deposu ve o zamanlar altı rakamlı olan telefon numarası hala aklımdadır. Siparişleri vermek için bazen ziraat bankasına ben gidiyordum. Müdür odasının koltuğuna oturarak siparişleri ilk geçtiğimde epey heyecanlanmıştım .Galiba telefonda ilk konuşmamdı.

Açıkçası yaptığım işten keyif almaya da başlamıştım. Bir kere Doktor ile olan ilişkilerimiz çalışan ve çalıştıran ilişkisinin çok ötesinde idi. Kendime olan güvenim de iyice artmıştı. Adını tarif edebileceğim gerçek bir işti yaptığım. Bazen acil hastalar gece doktorun evine gidiyor oda ilaç almaları için bizim evi tarif ediyordu. Gecenin bir yarısında bize seslenildiğinde veya camım tıkladığında kendimi çok daha önemli hissediyordum. Gecenin karanlığında ilaçlarını verdiğim insanların gözlerindeki şükran duygusunu anlatmaya sözcüklerin gücü yetmezdi.

Bir gün doktor  ”Hadi Necmi Tekirdağ’a gidip kendimize bayramlık bir şeyler alalım” dedi.  Birkaç  hafta sonra bayram olacağını hatırladım ben de. Doktor bu gibi işlerde ilçemizin tek ticari taksisi olan şoför Alinin 56 model sarı-siyah damalı chevroletini kullanıyordu. Doktorun bile henüz özel bir arabası yoktu. Bir keresinde hayali olan vosvosu(Volsvagen) alacağından bahsetmişti. Tekirdağ’da önce hazır giyim mağazasından hatırladığım kadarı ile bir siyah pardesü ile bir kanedyen türü ceket aldı bana. Daha sonra Sümerbank’a giderek ikimize de birer takım elbiselik kumaş aldık.Ben hasret kaldığım siyaha yöneldim yine Elastikotin denen yünlü kumaşı Muratlıya dönünce İlçenin duayen terzilerinden hemen eczanenin yanındaki Terzi Ali’ye verdik. Sonuçta hem alınanlar hem de dikilen elbisem  üzerime tabir yerindeyse tam cuk oturdu. Bunların hepsini büyük bir zevk ve keyifle kullandım .Hele kanedyen ceketi sanıyorum Muratlı’da hala ara sıra giymekteyim(Yani 42 yıllık ceket Galiba bu konuda Hayrettin Karacanın kırmızı kazağı ile yarışabilirim.)

kanedyen

Tabi bu arada zaman akıp gidiyordu. Mayıs ayına girdiğimizde “Doktoru yavaş yavaş bir endişe kaplamaya başlamıştı.”Senin tayin ne zaman belli olacak?”gibi soruları sıkça sormaya başlamıştı. Benim her ne kadar gerçek doğumum 14 Mayıs ise de Kayıtlara bu 15 Haziran olarak geçmiş.Dolayısı ile ben de 18 yaşını 15 Haziranda doldurmuştum.Benim Tekirdağ İli emrine verildiğime ilişkin yazı da 26 veya 27 Haziranda elime geçti.29 Haziranda Tekirdağ’da göreve başlamıştım.Hayrabolu İlçesinin Karabürçek köyüne de tayinim yapılmıştı.Tabi 1 Temmuzda da  tatil başlıyordu.Doktora durumu anlattım. Artık resmen öğretmen olmuştum. Beni kutladı.”Mecbur değilsin ama eğer bu günleri boş geçireceksen okullar açılana kadar yardımcı olabilir misin?” dedi.”Tabi niye olmasın Eylül başına kadar resmen tatil zaten” dedim. Bu kadarı bile onu rahatlatmaya yetmişti.

Sayılı günlerin çabuk geçtiği söylenir. Yine de öyle oldu. Ayrılma gününe birkaç gün varken “Hazırlan yarın İzmir’e gezmeye gidiyoruz” dedi. Bu bana önce şaka gibi geldi.”Yarın şoför Ali bizi alacak sabah şu saatte hazır olalım” deyince işin şaka olmadığını anladım. Ertesi sabah yine Şoför Ali’nin 56 model chevroleti ile yola koyulduk. Ben,doktor,eşi gönül abla, çocukları Dilek ve Hüseyin ile başlayan yolculuğumuzun ilk gecesinde Çanakkale’de  konakladık. Ertesi gün İzmir’deydik. İzmir’i ilk kez görüyordum. İlk kez gördüğüm daha birçok şey vardı. Gerçek bir sirk’i beklide ömrümde ilk ve son defa orada görecektim. İzmir dönüşü de vedalaşıp ayrıldım. Ayrılırken de bana birkaç hafta sonra şoför Ali ile köyüme mutlaka beni ziyarete geleceğini de ısrarla ve tekrarlayarak belirtmişti.

Herhalde bu bölümün burada bitmesi gerekir. Belki de beni en çok etkilediğinden, belki de diğer işlerden çok daha fazla burada çalıştığımdan olsa gerek en uzun bölüm de bu oldu galiba.Ama herkesin sabrına sığınarak yazıyı  bir iki paragraf daha uzatacağım.Görevli bulunduğum Hayrabolu ilçesinin Karabürçek köyünde 4-5 hafta geçirmiştim.Üçüncü haftadan sonra her hafta sonu doktorun gelmesini bekledim hep. Çünkü söylediğinde son derece samimi idi. Galiba gelişimin 4 veya 5.haftası dayanamayıp ben Muratlıya gitmeye karar verdim. Takvim 5 Ekimi gösteriyordu ve içimde de tarifsiz bir sıkıntı vardı.O Zamanlar Cumartesi öğleye kadar mesai vardı.Cumartesi ders çıkışı Muratlıya geldim.Evde biraz oylandıktan sonra hemen doktorun muayenehanesine koştum.Akşamın artık son ışıkları muayenehanenin camlarına vuruyordu Doktor da galiba son hastasını görüyordu.Beni görünce yani birbirimizi görünce müthiş mutlu olduk. Yaklaşık bir saate yakın sohbet ettik .Vedalaşırken ”Yarın eve bekliyorum,orada devam ederiz Gönül ablan da çok sevinecek” dedi. Ben de nasılsa yarın bol bol görüşürüz diyerek evime gittim.

Her yerde de olduğu gibi bizim kasabamızda da Cuma dışında camilerden sela okunduğunda bu  birinin hayatının sona erdiğinin işareti sayılırdı .Eve geldiğimin ertesi günü yani Pazar sabahı yine sela gelince kim acaba diye ben de herkes gibi merak ettim.Tabi acı haber hemen yine tez yayılmıştı. “Doktor Erduran ölmüş” dediklerinde buna bir türlü inanasım gelmedi. Daha dün 15-20 saat önce görüştüğümüz ve görüşmek üzere ayrıldığımız kişinin böyle bir sonu yaşayacağını pek aklım almıyordu. Tabi evine gidince acı gerçeği kabullenmek zorunda kaldım. Eşi Gönül Abla’nın durumu yürekler acısı idi. Doktor Kendisinde bronşektazi – ne demektir pek bilmem ama- olduğunu bir ara söylemişti. Öldüğünde 34 yaşındaydı Bevliye ihtisası yapma ve vosvos(Volsvagen) alma hayallerini de birlikte götürmüştü. O sırada Ecza deposu ile ilgili işleri de ancak benim yardımım ile sonuçlandırabilmiştik.

Eşi Gönül abla yarım bıraktığı tıp eğitimini tamamladı. Biyokimya ihtisasını yaptı. İstanbul’un çeşitli yerlerinde hekimlik yaptı.Şu anda bir tahlil laboratuarı vardır.Kendisi ile bu süreç içinde zamanımız elverdiği ölçüde ilişkilerimiz sürmüştür.

6 Thoughts to “BÜYÜME AYLARIM/ ECZACI KALFASI

  1. Elbette.keşke o kısmını da yazsaydım.o beceri köylerde çok işime yaradı.Başakasına yararlı olmak açısından yani

  2. Sigara içerken gördüğümü hatırlamıyorum.Ama Çanakkalede kaldığımız gece bir duble rakı içmişti galiba

  3. Yok o zamanlar daha o taraklarda bezim yoktu.Dedim ya büyüme aylarımdı.Epey büyüdükten sonra denemeye başladım herhalde

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *