Her şey MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yeni yasama döneminin başında DEM partisi milletvekillerin elini sıkması ve akabinde grup toplantısında yaptığı o malum konuşma ile başladı. Beşerî ilişkilerde son derece doğal ve olması gereken bir tokalaşma eylemine bile derin anlamlar yükledi kamuoyu.
Sayın Devlet Bahçeli ile DEM ve onunla halef selef durumundaki partiler -ki bununla ilgili arşivimde yazılarım da vardır- benim için çok bilinmeyenli denklemlerin bir figüranı olmuştur hep. Nerede ne zaman ne yapıp ne söyleyeceklerini kestirmek hayli zor. “Terörist başı TBMM’ye gelsin, DEM grup toplantısında konuşsun. Terör örgütünü lağvettiğini açıklasın. Umut hakkından yararlansın” şeklindeki konuşması pek beklenen bir durum değildi. Daha düne kadar DEM kapatılsın diyerek yeri göğü inleten oydu. Daha sonra biraz abarttığını fark ederek görüşme ve konuşma zeminini TBMM’den İmralı’ya çevirdi.
Beni şaşırtan Bahçeli’nin konuşmasından çok DEM’in bu konuya yaklaşımı oldu. Bir kere Sayın Bahçeli’nin gerek yüz ifadesi gerek üslubu gerekse sarfettiği sözlerinin içeriği sevecen, yapıcı ve kapsayıcı değildi. Gelsin, konuşsun, açıklasın gibi sözcüklerden talimat verici ve buyurganlık havası hakimdi. DEM de işin bu kısmına takılmadı zaten. Ben önce “Sayın Bahçeli’nin çağrısı çok kıymetli. Ancak bunun önce samimiyet testinden geçmesi gerekir. Mecliste Öcalan’dan önce halkın oylarıyla seçilmiş Can Atalay’ın, yine yıllardır cezaevinde bulunan eş başkanlarımızın konuşması gerekmez mi? Yine halkın oylarıyla seçilmiş Belediye başkanlarının alınarak yerlerine kayyum atanması meselesi hala sıcaklığını koruyor. Düne kadar atılsın, kapatılsın tehditleri ile muhatap oluyorduk. Hele urgan fantezisi gerçek olsaydı kime çağrı yapılacaktı orası da tam bir muamma. Ayrıca biz nihayetinde muhalefet partisiyiz ve icrai yetkimiz de yok. Sadece postacılık yapmak durumunda kalmak da istemeyiz.” şeklinde biraz nazlanırlar, biraz kendilerini ağırdan satarlar diye düşündün. Ama DEM bu konuya çok istekli olacak ki anında Adalet Bakanlığına İmralı’ya gidiş bileti için başvuru yaptı.
Sonrasını hepimiz biliyoruz. Ziyaret yapıldı, Üç saatlik görüşmenin ardından yarım sayfalık ve 8-10 cümlelik bir açıklama geldi. “Azami yarım saat bile sürmeyecek bir içerik karşısında bunlar iki buçuk saat ne yaptılar?” sorusu zihinlerde asılı kaldı. Bazıları bunu dağ fare doğurdu diye değerlendirdi. Bazıları ise televizyon kanallarında bu 8-10 cümlenin kerameti ile ilgili saatlerce derin analizler yaptı. Bazen her şeyin uzmanı olan bu kişiler o kadar çok laf ve lakırdı edip hiç bir şey söylememe hünerini nasıl gerçekleştiriyor şaşırıyorum. Bu açıklamalarda Sayın Bahçeli’nin talimat ve buyruklarının bir karşılığı yok ama olsun yine de o bu durumdan duyduğu memnuniyeti açıkladı.
Bu gelişmeleri devlet aklı olarak tarif edenler de vardı. 25 sene önce Öcalan yakalanıp “Emrinizdeyim” dediği günlerde devlet aklı neredeydi ve bunca yıl niye bekledi diye de sormadan edemiyor insan.
Ne gariptir ki Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konunun neresinde olduğu merak konusu oldu birçok çevrede. Ne tam olarak içinde ne tam olarak dışında gibi görünüyor. Muhtemelen gidişatın durumuna göre vaziyet alacağı konuşuluyor.
Görünen o ki başlayan bu İmralı ziyaretleri epey süreceğe benziyor. Sayın Ahmet Davutoğlu’nun siyasetimize kazandırdığı “İstikşafı görüşmeler” bu turların da ana ekseni mi olacak acaba? Altılı masada da benzer durumları yaşamıştık. İnşallah sonu bunlara benzemez diyelim. Yazımın başlığındaki top çevirme metaforunu bunun için kullandım.
Bence bu işler davullu zurnalı ala vala ile yapılan ziyaretlerle yürütülmemeli. Konunun uzmanı ve yetkililer ile diplomasinin de bütün incelikleri kullanılarak sessiz sedasız uhulet ve suhuletle yürütülüp tamamen sonuca ulaştıktan sonra eğer kamuoyunu buna hazırlamak gibi bir zaruret doğrarsa şimdiki yapıldığı gibi medyatik bölüme gidilmeli. Kim bilir belki de öyle olmuştur. İş çoktan ulusal ve uluslararası boyutta kotarılmış, büyük resim şekillenmiş de görevlendirilmiş figüranlar bizleri de buna hazırlıyor da olabilirler.