2024 yılının sonlarına yaklaşırken ikamet ettiğimiz kasabada birbirine benzeyen günlerin rutini içinde yaşamımızı sürdürürken bir konser daveti aldık. Tekirdağ Yahya Kemal Kültür Merkezi’nde Türk Halk Müziği temalı bu konser ilgimizi çekti. Ben ve bizim jenerasyonun hayatında Türk Sanat ve Türk Halk Müziğinin yeri farklıdır. Onlarla doğduk, onlarla büyüdük diyebiliriz. Belediyemizin (Muratlı Belediyesi) konsere gidecekler için araç temin etmesi de ayrı bir incelikti.
27 Aralık akşamı saat 20:00 civarında başlayan konser iki saatten fazla sürdü. Trakya’dan Diyarbakır’a, Orta Anadolu’dan Ege’ye yurdun dört bir yanından birbirinden güzel ezgiler izleyenlere çok keyifli anlar yaşattı. Aşık Mahsuni’den, Aşık Veysel’e, Aşık Haşimi’den Barış Manço’ya birçok halk ozanını da hasretle yad etmiş olduk. Benim ilk defa izlemek fırsatını ve şansını yakaladığım konuk sanatçı Celal Sezer geceye ayrı bir renk kattı. Saz heyeti ile beraber Yarenler adı verilen yaklaşık kırk kişilik ekip son derece heyecanlı, istekli ve adanmışlık duygusu içinde hem koro hem solo olarak halk ezgilerini seyircilerle buluşturdu.
Bu tür etkinlikler sadece müzik değil, aynı zamanda da görsel bir şölen niteliğinde oluyor. Ben gecenin bütününe baktığımda başarılı bir çalışma ortaya koyduklarını söyleyebilirim. Elbette ufak tefek bazı dokunuşlar ile kalite ve mükemmellik çıtasını yükseltmek mümkün. Kuşkusuz her durumu ve olayı kendi şartlarında değerlendirmek gerekir. Konuya bu açıdan baktığımızda başta bu gecenin mimarı ve koronun Şefi Mustafa Ozan olmak üzere emek veren herkesi takdire şayan buldum. Yeri gelmişken Mustafa Ozan’ın bizler için sadece bir isimden ibaret olmadığını ve onun için ayrı bir paragraf açmanın uygun olacağını belirtmeliyim.
Yıllar önce çocukluğumuzun geçtiği bu kasabadaki toprak evde yaşarken daha farklı insani ilişkilerin izleri hafızamın kayıtlarında hala canlılığını koruyor. Toprak evlerimizin yıkılması ve onun yerine yapılan daireye taşınmamızla ilgili anılardan bir seri görsel ile birlikte “DÖNÜŞ” yazısında bahsetmiştim. O zaman insanlar arasında biyolojik akrabalıktan daha ileri samimi, sevecen ve kapsayıcı ilişkiler vardı. Südana (Süt anne). Aretlik (Ahiretlik), Aretanne (Ahiret anne), Komşu Anne gibi kavramlar ile tarif edilen bu ilişkiler hatırladıklarımdan bazısı.
Evleri bizim evimizin hemen çapraz sınırında olan Komşu Anne diye tanıdığımız rahmetli Emine Ozan ve öğretmen olan eşi Zekeriya Ozan’ın bizlerin üzerinde çok emeği vardır. İşte Mustafa Ozan, Komşu Annemizin en küçük oğludur. Ağabeyleri bizim meslekten (İlhan, Orhan, İrfan) ve jenerasyondan oldukları için onlarla ilişkilerimiz daha sürekli idi. Mustafa ise bizlerden neredeyse 10 yaş küçük olduğundan hep küçük kardeşimiz olarak kaldı. Çok zeki bir çocuk olduğu o günlerden belli idi.
Birgün evlerine gittiğimde elinde ilkokul ya da ortaokula giden ağabeylerinin tarih kitabı vardı. 4-5 yaşlarında olan ve henüz okuma bilmeyen bu çocuk bu kitaplardaki onlarca ve belki yüzlerce resmi; Orhan Gazi, Osman Gazi, Köprülü Mehmet, Jan Jak Ruso, Mirabo, Robespiyer diyerek sayıyordu. O günler için bu durum çok şaşırtıcı idi. Daha sonra kendisinin başarılı bir ilk ve orta öğretimden sonra ODTÜ ve İTÜ öğrencisi olduğunu duydum. Zaman zaman kendisi ile konuşma fırsatım oldu. Okul yıllarında başlayan müzik tutkusu akademik istikametten daha belirleyici olmuş olacak ki kendisini o yönde geliştirmiş.
Bir de birçok masum insanı silindir gibi ezen 12 Eylül döneminin bedel ödeyenler safında yer alması onu müzik ile daha bir içli dışlı yapmış. Daha çok halk müziği istikametindeki bu yolculukta Halkevlerinde, Halk Eğitim Merkezlerinde Kültür Merkezlerinde, Cem evlerinde, Ziraat fakültesinde, Belediye konservatuarlarında müzik ile ilgili hünerini bireysel ve gruplarla paylaşmış ve hala da bu kulvardaki yolculuğuna ilk günkü heyecanı ile devam ediyor. Mustafa Ozan ile yıllar sonra bütün bunları konuşurken kendisinin Anadolu üniversitesi Tarih bölümünü de bitirmiş olduğunu öğrendim.
Bizler daha çok gösterilerin izleyen tarafında oluyoruz. Sahada ve sahnede olanları izlerken de onları eleştirme hakkını kendimizde görüyoruz. Bazen sahadaki ve sahnedekilerin de izleyicileri kritik ettiğini düşünüyorum. Ya da ben bir de o gözle bakmak istiyorum. Bu konuda da hayli mesafe almamız gerekiyor. Bir tiyatroya, konsere nasıl girilir çıkılır, nerede sükût edilir, nerede tempo tutulur, nerede ayağa kalkılır? Bütün bunlar da aslında gösterinin ayrılmaz bir parçası. Bir yandan sahneyi ve sahnedeki performansı eleştirirken diğer yandan izleyici olarak kendimizin özeleştirisini yapmanız gerekmez mi diye de düşünüyorum.