Günlerdir gündem bir tarikat şeyhinin 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki müridine nikahlaması konusu ile çalkalanıyor. Olayın başlangıcı 15 yıl kadar öncesine dayanıyor. Mağdure kızımızın 6 yaşından itibaren cinsel istismara maruz kalıp 14 yaşında hamile kalması ve hastaneye başvurması nedeniyle durum gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Ne yazık ki bundan sonraki süreç de tam bir yürekler acısı. Sahte kemik yaşı tespitleri, ayan beyan ifadeler, olayın failleri isim isim ortada iken bir tweet atanı apar topar içeri atan adaletimiz bu durum karşısında haftalarca, aylarca top çevirme ya da topu taca atma talimleri yapıyor. Kaçma, delil karartma gibi ihtimalleri dahi dikkate almadan altı ay sonrasına gün veriyor. Neyse ki toplumsal baskı ve medyanın gücü ile duruşma bir ay sonrasına çekildi ve ayrıca faillerin tutuklanması ile ilgili prosedür başladı. Bir gaz alma hamlesi değilse geç de gelse bu hassasiyet önemli yine de.
Olayın yukarıda özetlediğim kısmı artık herkes tarafından biliniyor. Ben bu ve buna benzer olayların bilinmeyen ya da bilinmezden gelinen bir başka yönüne değinmek istiyorum. Olayın başlangıcının nikahla ilişkilendirildiği düşünüldüğünde bu kim ve kimlerin tanıklığı ile gerçekleştirmiştir. Ben bunlara “GİZLİ ÖZNE” diyorum. Bu kadar toz duman içinde bu figüranlardan hiç söz edilmemesi çok şaşırtıcı geldi bana. Mesela elindeki kılıcı ile hutbeye çıkan Diyanet İşleri Başkanımızın “Bu konuda başkanlığımızda görevli hiçbir imamın dahili yoktur” ya da “Bu konuda ihmali görülenler ile ilgili adli ve idari işlemler başlatılmıştır” gibi bir beyanlarını duymadık.
Çok çok yıllar öncesine götürdü bu durum beni. 60’lı yılların sonuna doğru benim de ilkokul öğretmenliği yaptığım yıllarda öğretmenler bulundukları çevrede her yıl İlköğretim çağına giren çocukların sayımını yapıyordu. Bu sayıma ben de katıldığımı hatırlıyorum. Sokak sokak, ev ev dolaşarak hazırlanan bu liste okula kayıtlı olanlar ile adeta iğne ile kuyu kazar gibi bir çalışma ile karşılaştırılır, daha sonra öğretmen, veli, müdür, muhtar, kaymakam gibi paydaşlar ile kurulan yasal ve beşerî ilişkiler ile bu çağ çocuklarının ait oldukları yere gelmesi sağlanırdı. 2000’li yıllardan sonra teknolojinin de gelişmesi bir tuşa basarak bu bilgilere ulaşmayı kolaylaştırdı. Her şey bu kadar kolay olmasına rağmen 6-14 yaş aralığındaki bu kızımızın ait olmadığı yere götürenlerin sorumluluğu kadar bilgisayarın tuşuna basan -ya da basmayan- kişiden başlayarak ait olduğu okul sıralarına yönlendirmeyenlerin de bu dramın gizli failleri olarak sorgulanması gerekmez mi?
Yakın tarihlere kadar resmi nikah kıyılmadan imam nikahı kıyılmaması gibi bir uygulama vardı. Sanırım 2015 yılında Anayasa mahkemesi bu konuda verdiği kararla bu zorunluluğu kaldırdı. Bunun sonucu olarak özellikle kadınlar açısından çok büyük mağduriyetlerin yolu açılmış oldu. Birçok hukuki problemlerin yaşanmasına gebe olan bu durum ile ilgili Diyanet İşleri başkanlığı “Resmi nikah olmadan dini nikah kıymayın” diyemez, ama pekâlâ “Dini nikah davetine giden personele yaş, medeni durum, genel sağlık, kişi beyanı, aleniyet vb. konularda resmi nikah şartlarını taşımayanların nikahlarının kıyılmaması ve bunların belli kayıt altına alınması konusunda bir yönerge ya da genelge hazırlayabilir. Böylelikle derin kuytularda, merdiven altında evlilik dışı etik olmayan ilişkilere yol açan durumların da önü alınmış olur. Durumdan vazife çıkarıp diyanet böyle bir şeyi yapar mı? Üst düzey kamu görevlilerinin her durumda “… direktifleri” ile söze başladığı bir ortamda biraz zor.
Başka ülkelerde bizdeki gibi paralel bir nikah diye bir şey yok sanırım. Avrupa’da daha çok filmlerde ya da dizilerde gördüğümüze göre nikah kilisede papazın karşısında gerçekleştiriliyor. Muhtemeldir ki bunun da belli şartları vardır ve tarafların gelecekteki haklarını güvence altına alıyordur. Yani öyle yaşına başına, medeni durumuna bakmadan her önüne gelene nikah kıymazlar sanırım.
Burada nikahı kimin ya da nerede kıyacağından çok belli kuralların hâkim kılınması daha önemli görünüyor. Belediye başkanı ya da adına biri, Nüfus müdürü ya da adına biri, müftü ya da onun adına birinin kıymasının çok fazla bir önemi yok. Bu noktadan bakınca resmi nikah dediğimiz olayla tarafların şahitler huzurunda özgürce beyanları ve bunun herkese duyurulması gibi yönleri ile dini nikah denen olgunun hemen bütün şartlarını yerine getirmiş sayılır. Ayrıca tarafların medeni, sağlık ve yaş durumları ile ilgili düzenlemelerle aile hukuku daha fazla güvence altına alınmış olmaktadır. Aslına bakarsanız biraz araştırılsa İmam nikahı denen bir durumun İslamiyet’te yeri olmadığını bile görebiliriz. Peygamberimizin nikahlarının hiçbirinde imamların yer almadığı ve nikahını kendisi kıydığını, nikahları imamların kıymasına dair bir buyruğunun olmadığını da biliyoruz. Sadece belli şartların sağlanması halinde eş dost akraba komşu tarafından nikahların yapılabileceği konusunda tavsiyelerine rastlıyoruz.
Televizyonların magazin programlarını ne kadar izliyorsunuz bilmiyorum. Fanatik bir Esra Erol hayranı olan annem izlerken ona eşlik ettiğimizde benim de izlediğim oluyor. Damadıyla kaçan kaynana mı dersiniz, dört çocuklu kadının 15 yaşındaki çocuğa kaçmasını mı dersiniz, bir yufkacıya iki eltinin kaçmasını mı dersiniz, 18 yaşındaki kızın 70 yaşındaki adama kaçmasını mı dersiniz, baldız ile eniştenin işi pişirmesini mi dersiniz, dört çocuğunu evde bırakıp sevgilisine kaçan ve sevgilisinden doğan çocukları doğal olarak resmi nikahlı kocasının üzerine yazdıranı mı dersiniz, kendisi evli olduğu için yabancı uyruklu sevgilisini babasının üstüne nikahlayıp işi oradan yürüten mi dersiniz. Toplumsal çöküşün ve yozlaşmanın en makyajsız hali. Eskiden bu gibi durumlarda Dallas dizisi gibi, Ceyar gibi falan denirdi. Ama artık Dallas bunların yanında sütten çıkmış ak kaşık kalacak nerdeyse. Bütün bu yaşanmışlıklarda benim en çok dikkatimi çeken şey bunu meşru ve mazur göstermek için sığınılan tek liman İmam nikahı. İmam nikahı yaptık, dini nikah yaptık deyince sanki akan sular duruyor. Program sunucularının yaklaşımından da sanki meşru ve geçerli bir durum izlenimi uyandırılıyor. Bu tür durumlarda “Bizi ve güzel dinimizi bu çarpık ilişkilere adet edemezsiniz, ne demek dini nikah, elin evli karısına dini nikah mı olur. Adını da iyi koyun bal gibi evlilik dışı ilişki bunun adı. Bu tür ilişkilerin gizli ve açık öznesi olamayız” diyerek önce diyanet ve din adamları itiraz etmeli.
Biliyorum yazım çok uzadı ama söylemesem içimde kalır. Hatırlarsınız geçtiğimiz aylarda Kılıçdaroğlu başörtüsüne yasal güvence çıkışı yaptı. Cumhurbaşkanı da el arttırdı ve yasal güvence yetmez anayasal güvence olsun bir madde de yetmez iki madde olsun dedi. Ben bu senaryonun son derece ciddiyetten, samimiyetten, ülke insanlarının problemlerinden fersah fersah uzak bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Tamamen oy devşirme, rakibini boşa çıkarma, ona tuzak kurma, gerçek gündemi unutturma çabalarından başka bir şey olmadığı kanaati var bende. Mesela aile kurumu ile ilgili olarak eklenen bölümde “Aile, Türk toplumunun temelidir. Evlilik birliği ancak kadın ve erkeğin evlenmesiyle kurulabilir” şeklinde bir giriş yapılmış. Eğer bu bölümdeki cümle “Evlilik birliği ancak kanunen reşit sayılan kadın ve erkeğin evlenmesiyle kurulabilir” şeklinde olsaydı yaşananlardan ders alınmış, çok az da olsa bir samimiyet kırıntısı var diyebilirdik. Bu hali ile yukarıda uzun uzun anlatmaya çalıştığımız trajedinin figüranları da kendini aile sayabilir.
Neyse Allah sonumuzu hayreylesin.
Sevgili arkadaşım; Bu konu iltihap kapmış çok önemli bir toplumsal yaradır. Tabii ki konu böyle ‘derin’ olursa, yazı da uzar. Eline sağlık.
Değerlendirmen ve katkın için teşekkürler Emin Arkadaşım. Dileğim odur ki bu yaralar hiç olmasın ve kanamasın.
Yazdıklarınla toplumumuzda dini alet ederek yaptıkları insanlık dışı davranışlarına kılıf geçirenler için yapılması gerekeni devletin görevlilerinin işine gelmediğini ne güzel vurgulamışsın, teşekkürler arkadaşım