DEZENFORMASYON / 2

Geçtiğimiz ay cumhuriyetin ilanının 99. yılını kutladık. Seneye inşallah bir asırlık bir geçmişi olacak genç cumhuriyetin. Bu yıl kutlamalardan çok zihinleri AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir…” şeklindeki sözleri meşgul etti. Tabii bunlar öylesine kahvehane muhabbeti içinde söylenmiş şeyler değil. Cumhuriyet öncesi okur yazarlık oranı, okullaşma oranı, basılı yayın sayısı ile ilgili istatistiklere bile bakılsa Mahir Ünal’ın bu değerlendirmesi biraz insafsız gibi geldi bana. Gerçi bu konuda Sayın Cumhurbaşkanının da “Son derece zengin, bilim yapmaya, üretmeye son derece müsait bir dilimiz varken, bir gece yattık sabah kalktık, baktık ki o dil yok” sözlerini hatırlayacak olursak bu konuda Mahir Ünal’ın yalnız olmadığını anlayabiliriz. Devlet Bahçeli’nin çıkışı ile şimdilik bu konu yeri ve zamanı geldiğinde yeniden servis edilmek üzere buzdolabına kondu. Olan Mahir Ünal’ın Grup Başkanvekilliğine oldu.

Benim asıl merak ettiğim, acaba bu söylemlerin sahibi olanlar bu konuda gelmiş ile, geçmiş ile derinliğine bir inceleme araştırma yapmış ve inanarak mı bunları söylüyorlar, yoksa konjonktürel olarak alıcısı olacağını düşünerek bir söylem mi geliştiriyorlar. Herkes bilir ki bu devirde -hatta her devirde- aydın olmak, demokrat olmak çağdaş olmak ve toplumu da bu hedeflere doğru sürüklemek kolay iş değil. Emek ister, yürek ister, sabır ister. Velhasıl çok şey ister. Ama onun yerine bütün olumsuzlukların sebebini duruma göre bazen cumhuriyete ve onun kazanımlarına, o tutmazsa dış güçlere, o da tutmazsa kadere ve naslara bağlamanın kolaycılığı varken meşakkatli yollara girmenin bir gereği yok diye düşünülüyor olmalı.

Bazen toplumu çok geren, üzerinde olumlu ya da olumsuz birçok değerlendirmelerin yapıldığı olay ve durumlar ile ilgili olarak alternatif bir zaman makinesi olsa diyorum. Bir tuşuna basıyorum 1928 yılındaki harf devriminin yapılmadığını ve ondan sonra olabilecek muhtemel gelişmeleri, bir başka tuşa basıyorum 12 Eylül ve 27 Mayıs darbesinin olmadığı bir zaman sonrasının filmini izliyorum. Kapsama alanını biraz daha geniş tutarak bu kez 1914 yılında Avusturya- Macaristan veliahdına Saraybosna’da suikast yapılmadığını ve birinci dünya savaşının başlamadığını, Atatürk’ün 1919’da Bandırma vapuruna binerek Samsun’a çıkmak yerine “Cepheden cepheye koşmaktan bıktım artık, ben mi kurtaracağım bu memleketi” diyerek başka coğrafyalarda ve başka iklimlerde tatile çıksaydı gibi düşünceler sıralanıyor beynimde. Hayal gücümün sınırlarını zorlayarak acaba nasıl bir dünyanın ve ülkenin fotoğrafı ile karşılaşırdık her şey daha mı iyi yoksa daha mı kötü olurdu? Tabii ki hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Sonra Karl Marks’a ait olduğu söylenen “Tarihte ne olduysa öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.” sözü aklıma geliyor ve bu belirsizlikler diyarından kendimi kurtarmaya çalışıyorum.

Cumhuriyet öncesi kaybedilenin ne olduğu konusunda da benim kafam çok karışık. Alfabemiz lügatimiz dediğimiz şeylerin ise ne kadarı bize ait? Bir başkası da pekâlâ “İslamiyet’in kabulünden sonra Göktürk ve Uygur alfabeleri bırakılarak kullanılan Arap alfabesi ile biz geçmişimizden, kültürümüzden koparıldık” diyebilir. Cumhuriyet öncesi alfabenin Arapça, kullanılan dilin Osmanlı dili olarak olduğunu biliyoruz. Bu dilin içinde de bol miktarda Arapça ve Farsça, az miktar Türkçe olduğu biliniyor, bu dilin daha çok saray dili olduğu da herkesin malumu.

Önce XVI. Yüzyılda Fuzuli’ye ait olan şu dizelere bir bakalım:
Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli’ zebûn

Sonra bir de aynı devirde yaşayan Pir Sultan Abdal’ın aşağıdaki dizelerine:
Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan şaha giderim

Sadece bu gözlem bile dil konusunda bazı şeyler yapmanın gerekliliğine inandırıyor insanı. Dahası koparıldık denilen ve az sayıda insanın tekelinde olan kültürün daha geniş kitlelere ulaştırılmasına da hizmet etmiştir bir yerde harf devrimi. Bazı şeylere gereğinden fazla önem atfetmenin doğru olmadığını düşünenlerdenim. Felsefede, edebiyatta, sanatta, sporda velhasıl çağdaşlık adına düşünebileceğimiz her alanda dünya ölçeğinde eser veren kaç kişiyi sayabiliriz cumhuriyet öncesi döneme ait. Bir de aynı alfabe ile yoluna devam eden ülkelere de bir göz gezdirelim ve kerametin nerede olabileceği ile ilgili derin derin düşünelim.

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *