BİZ BİZE BENZERİZ

Siirt’te son 3 günde biri 7, diğeri 17 yaşındaki iki kız çocuğuna ayrı ayrı cinsel istismarda bulundukları iddiasıyla gözaltına alınan Siirt Yoksullukla Mücadele Derneği (SİYDER) eski Başkanı M.T. ile Z.B. adliyeye sevkedildi. Cinsel istismar zanlısı M.T.’nin kentte cinsel istismarları protesto etmek için düzenlenen gösterilere katıldığı ortaya çıktı.” Aynen böyleydi Hürriyetin 19.02.2011 tarihli internet gazetesinden okuduğum haberin özeti. Bu “pes artık” dedirten bir başlıkla verilmişti. Gerçekten insanımızın ne kadar tezatlar içinde olduğunu ve toplumsal ikiyüzlülüğümüzün de bir işareti idi bu bir yerde. Sadece o kişiye mi aitti bu çelişki yoksa birçoğumuz  bu kadar abartılı olmasa da bu tezatların ve iki yüzlülüğün izlerini taşıyor muyuz?

Yeşilay haftasında “İçki,sigara öldürür,kumar söndürür” yazan levhaların altında  yapılan konuşmaların daha üzerinden saatler bile geçmeden sigaraların tüttürülmesi, yada kadehlerin tokuşturulması “Ben zaten az içiyorum içime çekmiyorum” gibi açıklamalar yeterli gelmezse o zaman çoğumuz: ” Hocanın dediğini yap ama yaptığını yapma” mazeretine sığınmıyor muyuz?

Nerdeyse ayda bir değişen cep telefonlarımızı birbirimize övünerek gösterirken,ya da sen kapat benim bedavam var ben arayayım” dedikten sonra saatlerce konuşup ertesi gün de karşı sokaktaki baz istasyonunun kaldırılması için kampanya başlatmıyor muyuz.

Rüşvet almakta vermekte suçtur. Alanda veren de suçludur sözcüklerini hep kullanmamıza ve bunları yasalara da yazmamıza rağmen bunu alan veya verenler için “Helal olsun işini yürüyor.” methiyesini de düzen biz değimliyiz? Hatta en yetkili ağızlardan “Benim memurum işini bilir” tekerlemesi ile bu teşvik dahi edilmedi mi?

Kurallara herkesin kesinlikle uyması gerektiğini hep tekrarladığımız halde postanede,hastanede veya herhangi bir yerde sıramızı beklerken “Bir imzalık işim var hemen çıkacağım” kurnazlığını kullananımız da epeyce olduğu gibi içerden bir tanıdık yüzün veya selamlaşmanın sağlayacağı öncelikten ve ayrıcalıktan da  vazgeçemeyiz çoğu kez.

GDO lu ürünlerin hangisi olduğunu öğrenmek ve bunları  kullanmamak için kılı kırk yaran da biziz ancak bunların ithalatı ihracatı dağıtımı içinde en olmadık dümenleri de çeviren yine bizim insanlarımız değil mi?

Çalışmanım en yüce değer olduğunu tekrarlar dururuz ama çalışmadan yaşamanın tutkusu ile yanar tutuşuruz. Çok çalışan insanlar için kullandığımız sözcüklerin pek itibarlı sözcükler olduğunu söylemek oldukça güçtür.

Kopya çekmenin büyük bir suç ve ayıp olduğunu söyleyip öğrencisinden akademisyenine bunu tüm yaşamında pervasızca kullanıldığına ilişkin örneklere her zaman rastlayabiliriz.

İnsana yöneltilen şiddete her daim karşı olduğumuzu tekrarlamamıza rağmen aileden başlayıp okulda, askerde sürdürülen ve karakolda da katmerli olarak tekrarlanan bu eylemin hem sorumlusu hem mağduru olan insanlar bizim insanlarımız değil mi?

Çevremizi kirletmeyelim, çevremizi temiz tutalım sloganları dilimizde pelesenk olmasına rağmen bir piknik ertesi arkamıza bakıvermek ya da kurduğumuz fabrikaların atıkları ile coğrafyamızın ne hallere geldiğini görememe çelişkisi başka nasıl açıklanabilir?

Şehirlerimizin dört bir yanında her çeşit ucubelerin oluşmasına en yetkili olunduğu zamanlarda seyirci kalınırken Anadolu’nun bir köşesinde varlığından bile birçok insanın haberi olmayan gariban bir sanatçının iki taştan ibaret yontusunu “Kaldırın bu ucubeleri”  emrini  vermek nasıl izah edilebilir acaba?

Bütün bu tezatlar ve çelişkiler zincirini daha da uzatmak mümkün. Ancak insanımızın söylemleri ile eylemleri arasındaki makasın kapanması için daha çok zamana ihtiyaç var sanırım.

Bu insanoğlunun var olan kuralların sadece kendi dışındakileri bağlaması gerektiği biçimindeki yargı ve yanılgıdan kurtulana kadar sürecek herhalde.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *