VE AYASOFYA SİYASETE AÇILDI

Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazımın başlığının patenti bana ait değil. Günler, hatta haftalar önce Sözcü gazetesinde Deniz Zeyrek’in bir yazısında görmüştüm galiba. Bu ifade çok tuttu ve herkes tarafından dillendirilmeye başlandı. Bu yüzden ben de kullanmakta bir beis görmedim.

Hatırlarsınız bundan kısa bir süre önce Korona günleri serisi içinde Ayasofya’yı da değerlendiren bir yazı yazmıştım. Hatta konunun ülkenin bunca derdi arasına sokuşturulmuş yapay bir gündem olmasından bahisle futbol literatürü içinde benzetmelerle top çevirme hareketi olarak anlatmış ve buradan da bir şey çıkmayacağı sonucuna varmıştım. Önüne, arkasına “ama, ancak, fakat, lakin” koymadan itiraf edeyim ki bilemedim ve yanıldım. Nasıl yanılmam ki? Koskoca Cumhurbaşkanı bir yıl önce “Ayasofya’nın hemen yanındaki camiler dolsun önce, bu işin siyasi boyutu var, bunların hepsi tezgâh, bu oyunlara gelmeyelim. Başka ülkelerde de bizim camilerimiz var, işin bu tarafını da düşünmek lazım” şeklinde açıklamalar yapması, hatta konu ile ilgili Danıştay’daki davada Cumhurbaşkanlığı verdiği savunmada yapının müze yapılması ile ilgili kararın arkasında durması bizi tam olarak ters köşeye yatırdı.

Devamı için tıklayın “VE AYASOFYA SİYASETE AÇILDI”

YARIM ASIR SONRA YENİDEN EDİRNE (2)

Gecemizi Öğretmen evinde geçirdikten sonra ikinci gündeki ilk ziyaret yerimiz Müze oldu. Edirne Müzesinin 1925 yılında Atatürkün emriyle kurulmuş olması buraya olan ilgimizi  daha da arttıdı. Etnografya ve arkeoloji bölümü müzenin ana binasında, Türk İslam eserleri ise Selimiye Camiinin eskiden medrese olan bölümünde bulunmaktadır. Bu iki bölüm arasında da Osmanlı mezar taşlarından oluşan bir alan da ziyarete açılmıştır.

Müzenin arkeoloji bölümünde Roma, Helenistik ve Osmanlı dönemlerine ait lahitler, heykeller, mezar taşları, sütun başlıkları gibi eserler sergilenmektedir. Bunların dışında Anadolu uygarlıklarına ait toprak ve cam eşyalar,takılar ve sikkeler de görülebilecek eşyalar arasındadır. Müzenin etnografya kısmında da Osmanlı dönemine ait halı,kilim, ev ve ahşap süslemeleri gibi görselliklere rastlamak mümkündür. Selimiye camii bitişiğindeki Türk İslam eserleri Müzesinde hat odası, kesici silahlar odası, kıyafet odası, sünnet odası, dokumacı odası, çini odası gibi bölümlerde Türk İslam tarihine ve yaşamına ışık tutan eserler yer almaktadır.

Müze ziyaretini tamamladıktan sonra kısa bir yürüyüşle yapılış tarihi 1880 li yıllara dayanan Sveti Georgi Bulgar Ortodoks Kilisesine ulaştık. Edirne’de Bulgar ya da Ortodoks cemaat pek olmadığı, ayrıca katolik ve protestanlara ait kilise olmadığı için az sayıdaki bu insanların da ibadet için burasını kullandıkları bilgisine ulaştık. Kilise ziyaretini kısaca tamamladıktan sonra istikametimizi “Sultan II. Bayezıd Külliyesi Sağlık Müzesi”ne çevirdik.

1488 yılında Sultan II. Beyazıd tarafından hizmete açılan çok kubbeli binalar topluluğu  biçimindeki yapı bütünlüğü içinde hastane, tıp medresesi, cami, misafirhane, imaret, hamam ve köprü gibi çok sayıda birim bulunmaktadır. Geçmişte hastaların, müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bu mekanlar 1997 yılından bu yana Trakya Üniversitesi tarafından sağlık müzesi olarak düzenlenmiş ve hizmete açılmıştır. Müzede hekimliğin geçmişi ve gelişimi ile ilgili bölümler ilgi ile izlenebilir. 2004 ve 2007 yıllarında Uluslar arası ödül sahibi de olan müze Selimiye Camiinden sonra en çok ziyeret edilen mekan olarak da dikkati çekmektedir.

Sağlık Müzesi ziyaretinin ardından bir sinagog ziyareti yaparak Edirne’de geçmişte yaşayan tüm dinlerin ibadet yerlerini görmüş olacaktık. Edirne büyük Sinagogu Avrupanın üçüncü büyük sinagogu olarak bilinmektedir. 1907’de II. Abdülhamit tarafından yaptırılan ibadethane zaman içinde harap olmuş ve kullanılamaz hale gelimiş ancak dört yıl süren bir restorasyon sonunda 2015’te tekrar ibadete açılmıştır. Edindiğimiz bilgiye göre Edirne’de halen bir musevi ailesi bulunduğu, ibadet için ya da özel günlerde dışarıdan cemaat geldiği bilgisi bize verildi.

Sinagog ziyaretinden sonra yaklaşmakta olan dönüş saatine kadar olan süre içinde benim 51 yıl önce kayıt olduğum ve yatılı olarak üç yıl acı-tatlı günlerimin geçtiği okulumu gezdik. (O zaman Edirne Erkek İlköğretmen Okulu olan bina şimdi I.Murat Lisesi olarak hizmet veriyor.) Bizler gibi yaşlanmış olan binanın etrafını, bahçesini, koridorlarını gezerken yıllar öncesinin hatıraları canlandı içimde. O zamanlar öğretmen odasının yanına düşen dersliğime girip aynı sıralara oturdum. (tabi o zamanın üçlü sıraları yerine şimdi tekli sıralar vardı.)Hüzünle karışık bir tuhaflık kapladı içimi. Okul kantininde tıpkı o yıllardaki gibi simit ve çayımızı içtikten sonra okuldan ayrıldık. Saat 17.00 itibarı ile de  Edirne otogarından şehre veda ettik.

LONDRA GÜNLERİ / ST PAUL’S CATHEDRAL VE TATE MODERN

Londradaki günlerimizin birini de St. Paul’s Cathedrali  ve onun hemen yanındaki Tate Modern Müzesini gezmeye ayırdık. Elimizdeki şehir haritasından ve caddelere sık sık konmuş olan krokilerden yararlanarak önce St. Paul’s Cathedralini bulduk. 17. yüzyılda inşa edildiği belirtilen bu katedral Londra piskoposluğunun  merkezi sayılmaktadır. İngiliz kraliyet ailesi ile ilgili bir çok törenin burada yapıldığı belirtilmektedir. Galler Prensi Charles Philip ve Prenses Diana’nın düğün törenlerinin de burada yapıldığı söylenmektedir. Görkemli mimari yapısı ile gerçekten muhteşem bir eser görünümünde olan bu katedrali ibadet amaçlı gelmeyenler ücret ödeyerek ziyaret etmektedir. Biz katedral ziyaretimizi sonuçlandırdıktan sonra yönümüzü haritamız rehberliğinde Thames Nehrine doğru çevirdik. Nehir üzerinde sadece yayalara ait olan Milenyum köprüsünden geçtikten sonra Tate Modern’ i karşımızda buluverdik.

Tate Modern başkent Londra’ da yer alan ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kabul ediliyor. Çeşitli salonların birbirinden farklı ve değişik eserin sergilendiği müzede bazı sanatçıların eserleri ücretli olarak ziyaret edilmektedir. Daha önce ziyaret ettiğimiz Nasyonal Galerideki eserler beni çok daha fazla etkiledi. Modern sanatı anlayabilmemiz yada alışabilmemiz için epey zamana ihtiyacımız var galiba. Tate Modern binasının 1940 lı yıllarda elektrik sanrali olarak inşa edildiği, ancak 1981 yılında kapatılarak müze olarak tasarlanıp buna göre düzenlemeler yapıldıktan sonra 2000 yılında köprüsü ile birlikte hizmete açıldığı belirtilmektedir.

LONDRA GÜNLERİ / BRITISH MUSEUM

Londra için “Müzeler Şehri” dense fazla abartılı olmaz sanırım. Gezimizde rehber olarak kullandığımız haritada gösterilen müzelere birer gün ayırsak en az bir aylık zaman gerekir. Öyle olunca da burada kalacağımız zaman sınırlı olduğu için önem ve ulaşım durumlarını dikkate alarak ancak bir kaç tanesine gitme fırsatı bulabildik ve ilk ziyareti “British Museum” a gerçekleştirdik. Müzeye kaldığımız eve yakın olan Angel durağından 38 numaralı otobüse binerek ulaşmamız zor olmadı.

Doksan bin metrekarelik kapalı alanı olan British Museum 1753 yılında kurulmuş. Müzede irili ufaklı sikkelerden, devasa heykellere kadar altı milyon kadar eserin 70 salonda sergilendiği belirtiliyor. Müze Afrika, Okyanusya, Amerika, Avrupa, Britanya, Çin, Japonya, Mısır, antik Yunan, Roma ve Anadolu coğrafyaları başta olmak üzere birçok medeniyetlere ait heykeller,paralar,madalyonlar,çizimler, baskılar ile çeşitli koleksiyonlara ev sahipliği yapmaktadır.

Özellikle Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinde önemli rolü olan “Rosetta Taşı”nın sergilendiği  kısım  ile  Çin hanedanlarına ait vazolar, budizme dair altın heykeller ve mozaikler ziyaretçilerin rağbet ettikleri bölümler arasında yer almaktadır. Müzenin ücretsiz olup her gün ziyarete açık olduğunu da bu arada hemen belirtelim. “Yeryüzünde  İngiltere’nin işgal etmediği ya da yolunun bir şekilde geçmediği ülke yok” gibi bir söz duymuştum. Bu müzedeki çeşitliliği ve zenginliği görünce sadece  gitmekle kalmamışlar götürmeyi de iyi becermişler diye düşündüm.

Burada ve diğer müzelerde benim en çok dikkatimi çeken  ve çok özendiğim bir durum ana okulundan üniversiteye kadar her seviyede öğrencilerin buralardan etkin olarak yararlanması idi. Ziyaret sırasında birçok eserin başında bireysel ya da grup olarak öğrencilerin çalıştıklarına, bazısında öğretmenleri de başlarında olduğu halde çizimler yaparak ya da diyaloglar halinde eserlerle bütünleştiklerine tanık oldum.