YANIBAŞIMIZDA FARKLI BİR DÜNYA/VELİEFENDİ

Yaklaşık 25 yıldan beri oturmakta olduğumuz Bakırköy/Osmaniyenin hemen yakınındaki Veli efendi Hipodromuna çok az gitmişizdir. Daha çok bazı araçlarda yolculuk yaparken “Hipodromun oradan dönelim” ya da “Veliefendiden geçer mi? şeklindeki diyaloglara konu olmuştur yanıbaşımızdaki farklı dünya. Oysa Veliefendinin 625 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş Türkiye’nin en büyük at yarışı meydanının adı olduğunu yeni öğrenmiş bulunuyorum.

yarış1

Bu arada bu en az yüz yıllık tesise adını veren Veliefendi’nin bu büyük arazinin ilk sahibi ve Şeyhülislam Veli efendi olarak bilindiğini de hatırlamakta yarar var. Geçmiş zamanda daha çok atlı cirit gösterilerini yapıldığı bu alanda daha sonra at yarışlarının yapıldığını biliyoruz. Tabi ki Şeyhülislam Veliefendinin at yarışlarına neyse de  korkunç miktarda paranın döndüğü bahis oyunlarının oynandığı bir alana kendi adının verildiğini öğrenseydi bu gün ne  düşünürdü bilemeyiz.

yarış2

26 Haziran günü yıllardan sonra küçük oğlumun teklifi ile Veliefendinin yolunu tuttuk. Evimizden 5-10 dakika yürüyünce kendinizi zaten hipodromun büyük giriş kapısının önünde buluyorsunuz. Her yıl geleneksel olarak yapılan ve Dünya literatüründe de yeri olan Gazi koşusunun yapılacağı bilgisi  beni daha istekli olarak bu alana sürükledi diyebilirim.

yarış3

Günün koşu programı saat 14.30 başlıyordu.çeşitli mesafelerde 8 koşu vardı. Gazi koşusu 6. Koşu olarak koşulacaktı.İlk koşu bayan jokeylerin bindiği atlarla gerçekleştirildi. Daha sonra sırası ile diğer koşuları izledik. Fakat beni koşulardan çok orada koşuların dışında oluşan bambaşka bir dünya etkiledi. Saati gelen yarış koşulmaya başladığında önce sessiz ve sakin bir havanın sürdüğü tribün atların bitiş çizgisine yaklaşması ile birden herkesin ayağa kalkarak birbirine karışan ”Yürü be” ,”Hadi aslanım”. “Koşsana be” bağırtıları büyük bir uğultu halini alıyor ve yarış her zaman olduğu gibi tek bir atın birinci olması ile sonuçlanınca da bu defa “Tüh be yaktın beni”  feryatları arasında,  hemen yakılan sigaraların dumanı arasında bir sonraki koşunun  dersleri için ellerde bulunan  bülten yada puanlı denen o birkaç sayfalık yayın organına odaklanıyordu insanların çoğu. Bu hengame içinde ne umutlar ve ne hayaller kuruluyor belkide ne ocaklar sönüyordu. Karşıdaki büyük panodada ganyan, tek, ikili nin yanında koşan atlara ait bahis oranları  dijital ekrana yansıyordu. O gün beni davet eden Gençer’e bu yarış,  yeme, içme, bahis falan derken nerden baksanız 70-80 liraya mal oldu diyebilirim.

yarış4

Gazi koşularının ilkinin 1927 yılında Ankarada yapıldığını, bu koşuda 4 atın yarıştığını ve o tarihten bu yana da düzenli olarak bu organizasyonun sürdürüldüğünü bu arada öğrenmiş bulundum. 1927 yılındaki ilk koşuyu Ali Muhiddin Hacı Bekir’in sahibi olduğu Neriman isimli at kazanmış. Bu yılki gazi koşusunda 22 at yarıştı.Yarış öncesi koşunun önemine uygun bir seramoni gerçekleştirildi. Bu yarışın önemli bir özelliği de sadece 3 yaş ile sınırlı saf kan İngiliz atlarının hayatlarında sadece bir kez koşmak durumunda olmaları imiş.  Bu da yarışan atlar için hem bir fırsat hem de bir prestij haline geliyor. Bu koşunun önemine paralel olarak da izleyici sayısı hayli fazla idi.7-8 bin kişilik tribünlerin tamamının dolduğunu söyleyebilirim. Koşunun yapılmasına az bir süre kala bacanağım Mustafa Eraslan ve kızları Şeyda ve Cansu da aramıza katıldı. Saat 17.15 başlayan yarışı Osman Hattat’ın “ANATOLY” adlı atı Jokey Halis Karataş’ın biniciliğinde kazandı. Tabi bu yarışın prestiji kadar ödülününde büyük olduğunu hemen belirtmeliyim. Bu yılkın birincilik ödülü 850.000 TL olmakla birlikte diğer ödüller eklendiğinde bu miktarın 1.400.000 TL.ye yaklaştığı da belirtiliyor.

yarış5

Tüm bunların ardından güzel geçirdiğimiz bir günün keyif dolu saatlerini arkada bırakarak Veliefendi’den ayrıldık.

SEN/BEN VE ÖTEKİ BEN’LER(3)

SEN-Bak gördün mü akşam gittiğimiz komşuları. Bulaşık makinesine bulaşıkları hep …..hanımın eşi  yerleştiriyormuş. Ayrıca balığı da o pişirdi. Belki de salatayı da o yapmıştır. Hanım ise sadece tabakları kaşıkları  koydu o kadar. Bunlardan bir ders çıkarabildin mi?

1.BEN(Normal Ben)–  Hiç telaşa mahal yok.Tabi gereken her durumda gereken her şey yapılacaktır. Sen sadece hatırlat yeter.

2.BEN(İlkel Ben)– Bulaşık makinesine tabak çanak yerleştiriyormuş… onu yapıyormuş bunu yapıyormuş. Bulaşıkları makineden çıkarıyor muymuş. Çamaşırları makineye koyup yıkandıktan sonra çıkarıp asıyor muymuş? Onu niye sormadın muhakkak onları da yapıyordur. Biraz daha zorlasanız belki adama çocuk bile doğurtursunuz siz .Hep işinize gelen örnekleri burnumuzun dibine koyuyorsunuz. Karşı komşunun karısı bulaşıkları da çamaşırları da elde yıkıyor. Üstüne üstlük 3 çocuğa da bakıyor hem de gıkı bile çıkmıyor. Siz de ondan ders alsanıza…..

3.BEN(İdeal Ben)– Hakikaten   … Beyin bulaşıkları bulaşık makinesini yerleştirerek eşine yardımcı olması çok güzel. Birbirini seven insanların birlikte yaşanılan hayatı kolaylaştırmak ve kaliteli hale getirmek gibi bir yükümlülüğü olmalı. Ve bu yükümlülüğü de zevkle yerine getirmeliler. Elbette ben de senin için aynı şeyi seve seve yaparım.Böylelikle birbirimiz için çok daha fazla zaman ayırmış oluruz. Bunu bu örneğe ve gözleme gerek kalmadan niye fark edemedim acaba….

 

NOT: Yazıda sözü geçen kişi ve olaylar gerçek dışı olup tamamen kurgusaldır.

SEN/BEN VE ÖTEKİ BEN’LER(2)

SEN- Hemen televizyonu aç. Başka şey bildiğin yok. Televizyondaki haberler benden daha mı kıymetli yoksa? Bana söyleyecek ya da bizim konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı mı?…/Aç bari şu televizyonu sen nasılsa bir şey konuşmazsın bari bir dizi falan izleyelim. Dur Muhteşem yüzyıl varmış onu izleyelim madem…bak gördün mü Kanuni Sultan Süleyman Hürrem’e, Sadrazam Pargalı Damat İbrahim paşa Hatice Sultana nasıl iltifatlar yapıyor. “Benim birlikte olduğum, sevdiğim, parıldayan ay’ım, can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım. Hayatımın, yaşamımın sebebi cennetim, kevser şarabım. Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm. Sevinç kaynağım, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meşalem. Turuncum, narım, narencim, hayatımın aydınlığı. Gönlümdeki Mısır’ın sultanı, varlığımın anlamı, İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevdiğim.” Sözleri gibi her dizide 20-25 çeşit iltifat sayıyorlar. Sen niye yapmıyorsun. Tabi ki sevsen yaparsın. Ama insanın içinden gelmeli. İçinden gelmeyince sevmeyince nasıl söyleyeceksin ki?

1.BEN(Normal Ben)–  Benim için hiç önemli değil televizyonu açabiliriz de kapayabiliriz de. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’ın da Pargalı’nın da iltifatlarını benim tarafımdan aynen sana yapılmış sayabilirsin.

2.BEN(İlkel Ben)– Hayret bir şey yahu televizyonu açsan bir türlü açmasan bir türlü.Açsan da kabahat açmasan da kabahat. Bir de Hürrem çıktı başımıza. Ben Sultan Süleyman ya da Pargalı İbrahim değilim. Sen de Hürrem ya da Hatice sultan değilsin. Bizim evimiz Topkapı sarayı değil, Bahçemiz de Has bahçe değil. Bizim odalar da harem odaları değil. Ayrıca bizim hayatımız da dizi değil. Adamlar iltifatları sayfalar dolusu yapar ama öte yandan haremde kimin kiminle halvet olduğu belli değil. İşin o kısmından hiç kimse bahsetmiyor ama. Ne zaman başkası gibi olma karşılaştırmalarının girdabından çıkıp kendimiz gibi olma zenginliğimizi fark edeceksin bilemiyorum…

3.BEN(İdeal Ben)– Televizyon da ne demek? Elbette ki sen benim için her şeyden ve herkesten önemlisin. Ben seninle saatlerce konuşsam yine bıkmam. Beraberliğimizin, birlikte sohbetimizin değerini ben hiçbir şeyle kıyaslayamam. Tabi nasıl istersen istediğin sevdiğin dizi varsa onu da izleyebiliriz. Aaaa o iltifatlar mı? Senin kendi varlığını o kelimelerle sınırlamana şaşarım. Onların sarfetttiği ve sarfedeceği kelimelerin tamamı seni tarif için yeterli  gelmez. Hürrem de kimmiş Hatice Sultan da kimmiş onlar senin eline hiç su dökebilir mi? Onlar senin tırnağın bile olamaz. Ben seni bin Hürrem’e milyon Hatice sultana değişmem. Sen sarayların değil gönüllerin sultanısın…

NOT: Yazıda sözü geçen kişi ve olaylar gerçek dışı olup tamamen kurgusaldır.

SEN/BEN VE ÖTEKİ BEN’LER(1)

SEN-Anladım ki ben hasta olduğum zaman çok daha hassas ve kırılgan oluyorum. Benimle ilgilenilsin istiyorum. Doktora götürülmek için ısrar edilmesini bekliyorum, halbuki ben sağlamken böylemi idim? Sen de benimle hasta olduğumda  pek ilgilenmiyorsun gibime geliyor. Belki de hasta olduğum için beni sevmiyorsun bile….

1.BEN(Normal Ben)– Hastalık elbette iyi bir şey değil. İnsanı değiştirmesi de gayet doğal. Geçen gün gittiğimiz doktorun ilaçları iyi gelmedi galiba. Bir uzmana çıkalım istersen.

2.BEN(İlkel Ben)– Hasta olduğu zaman hassas oluyormuş, kırılgan oluyormuş. Hasta olmadığın zaman var mı sanki? “ Yan baş ağrılarım başladı yine minoset mi içsem yoksa majezik mi? Tansiyonum mu çıktı acaba, Bu boynum ne olacak boyun fıtığı mıyım yoksa Boğazlarım yanıyor faranjit oldum galiba.Ssırtlarımın ağrısı bir türlü geçmiyor, Ay yukarı bakamıyorum yine başım dönüyor, Bileğim yine nüksetti ortopedicinin aparatını nereye koymuştuk, Midem yine azacak galiba lansor mu yazdırsam işe yarar mı ki, Belim bacağıma doğru çekti dur biraz dinlenelim, Varislerim de iyice azdı “ gibi cümleleri  kurmadığın ve kullanmadığın bir gün var mı ki? Hastalığında değişiyor hassas oluyormuş. Hasta olmadığını söylediğin bir gün var mı ki karşılaştırma yapabilelim…

3.BEN(İdeal Ben)– Hasta olmak insanın kendi seçimi değil ki hayatım. Herkes bir şekilde hasta olur. Hassas ve kırılgan olmanı da elbette anlayabiliyorum. Ne demek hasta olduğun zaman ya da hasta olduğun için sevmemek. Ben seni iyi gününde de kötü gününde aynı tutku ile severim ve yanında olurum. Biz bu günler için birbirimize gerekliyiz. Bu günler de birbirimizin yanında olmazsak ne zaman olacağız? Şöyle bir uzan bakayım sen şu yastığı da arkana al. Biraz kolonya ile bileklerini alnını bir ovayım muhakkak iyi gelecektir. Bir de sıcak bir çorba yapayım boğazlarına çok faydası olur.Ayaklarına sıcak su torbasını hazılayayım.Yok yok ütüyü ısıtıp getirsem daha iyi olacak galiba.  Dur bir  nabzına ve ateşine bakayım. Tansiyon aletimiz nerede idi? Yok bu böyle olmaz hemen hazırlan ben bir taksi çağırıyorum ve hemen acile gidiyoruz….

NOT: Yazıda sözü geçen kişi ve olaylar gerçek dışı olup tamamen kurgusaldır.

SIRADIŞI YA DA FARKLI OLANLAR(2)

Abdullah Çakmak bizim dünyamıza çok özel bir isim olan teyzemizin kızı Şükran ablamızın eşi olarak girdi. Ondan sonra da adı “Aptulla enişte” ya da sadece “Enişte” olarak geçecekti. Ne var ki o bizim dünyamızda sıradan bir kelime ya da akraba kavramının çok ötesinde bir anlama sahipti. Sanki hep varmış duygusu yerleşmişti yüreklerimize.

Öğrencilik yıllarımızda  tatil ya da bayram buluşmalarında  gerek oyun masası ve gerekse sohbet masası birlikteliklerin hep özlenen insanı oldu. Onun konuşulan her konuyu zenginleştiren bir katkısı, her çözümsüzlüğe bir çaresi vardı sanki. Dedemlerin dahi aradığı “Aptulla güveee  bir başka” sözleri ile yücelttiği ve özlediği bir kişiliği vardı.

düğün1

1978 yılında Nuray ile evlendiğimizde düğünle ilgili seremoni de Nuray’ın memleketi olan Tokat/ Reşadiye’de gerçekleşmişti. Yakın dost ve tanıdıklarımızla birlikte onu da davet ettiğimde  eşi olan teyzemin kızına söylediği:” Ne dersin Şükrancığım arabaya atlar gideriz değil mi?”  cümlesinin  gerçekleşme ihtimalini az bile bulsam bu kadarı bile beni mutlu etmeye yetmişti. O sıralarda ulaşımın çok daha zor olduğu bu yöreye benim için gelmesi beni çok sevindirirdi ama doğrusunu söylemek gerekirse gelmeseler de kırılmaz ve üzülmezdim.

düğün2

Neyse evlilik tarihi yaklaşınca en yakın akrabalardan oluşan sınırlı sayıda bir grupla otobüse atlayıp yaklaşık 15 saatlik bir yolculuktan sonra Reşadiye’ye ulaştık. Tabi bu grup içinde eniştemiz yoktu. O günün şartları ve geleneklerine göre yapılması gerekenler yapıldı .Aslına bakarsanız  “Şu  karmaşa ve kaos bir an önce bitse de işimize gücümüze baksak” düşüncesindeydim açıkçası. Bu karmaşa içinde bir ara bahçeye bir arabanın yaklaştığını gördüm. Bu Abdullah eniştenin koyu lacivert renkli 1953 model Mercedes arabasının ta kendisi idi Biraz yaklaşınca arabadan eşi şükran ablamız ve iki çocuğun (Çağatay ve Özgür ve hatta o sırada annesinin karnında doğmayı bekleyen Egemen’i de sayarsak üç çocuk da diyebiliriz.) da çıktığını görünce sanki dünyalar benim olmuştu. Bu durum benim için 10-15 saatlik yolu kat ederek bir davete icabet etmekten çok daha farklı ve çok daha fazla bir şeydi. Yapılacak işlerle ilgili karmakarışık olan beynimin son derece rahatladığını hissettim birdenbire. Biliyordum ki onun bulunduğu yerde her şeyin bir çaresi ve çözümü vardı.

düğün3

Tahmin edileceği gibi onun 53 model koyu lacivert arabası gelin arabası haline geldi. Ankara Kızılcahamam’da bir gece konakladık. Bolu civarında Aban’tta biraz mola verdikten, Üsküdar’daki diğer teyze kızına da uğradıktan sonra bir Eylül akşamının alacakaranlığında Muratlıdaki evimize ulaşmış olduk. Uzun yıllar ,hatta bir ara evlerinin yanına hurda olarak terk edildikten sonra dahi o lacivert arabanın yanından geçerken Nuray’la bir birimize bakıp :”Bak gelin arabamız hala burada” diye o günleri ve o günlerde bizler için yapılan özveriyi anımsıyorduk.

düğün4

O yıllarda biz Tekirdağ Eğitim Enstitüsünde , o da Tekirdağ’daki bir askeri birlikte sanırım yüzbaşı rütbesi ile görev yapıyordu.Daha sonra askerlikten emekliye ayrıldı.Tekel Başmüdürlüğünde,Trakya cam sanayinde üst düzeyde yöneticilikler yaptı.Bir ara ticarete de atıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu sahada pek başarılı olduğunu sanmıyorum. Belki de bu alan için gereğinden fazla iyi birisi idi.

düğün5

Tekirdağ’da çalıştığımız yıllarda annemin kolunun kırıldığında,büyük oğlumun doğumunun hemen ertesinde sarılık olup hastaneye kaldırılışında onu hep yanımda gördüm. Hatta bir keresinde bir yaşına yaklaşan büyük oğlumun karın ağrısı karşısındaki çaresizliğimizi “hemen kahve limon yapalım” gibi basit ama işe yarayan tavsiyesi ile aştığımızı çok iyi hatırlıyorum. Bütün bu ve buna benzer olaylar olurken kendisine bir davet bir çağrı veya talepte de bulunmuş da değildik. Zaten o günler de sabit telefon herkesin evinde yoktu ve cep telefonlarından ise  henüz daha söz dahi edilmiyordu. “Hızır gibi yetişmek” dediğimiz şey gibi mutlaka tanrı onun o saatte orada olmasını istiyordu gibi geliyordu bana.

düğün6

Bazen inanmadığınız ya da inandırıcı bulmadığınız sözler vardır ”Hiçbir iyilik cezasız kalmaz” ya da “iyiler çok yaşamaz” gibisinden. Fakat beklenmedik ya da plan dışı bazı şeyler yaşandığında insan ister istemez bu sözleri anımsıyor. Abdullah enişteye yine bir başkasının derdine derman olmak için (Onun kayın pederi bizim de Nuri dayımız) uğraşırken rastlantı sonucu kendinin ses kısıklığını fark eden doktorların başlattığı tetkikler sonucu o hep duyduğumuz, bizlerden ırak olsun dediğimiz hastalığın iyice ilerlemiş şeklinin tanısını koyuveriyorlar.Ve galiba o saatten sonra yapılacak fazla bir şey de yoktu. Bazen kendi kendimizi sevindirmeye dönük yorumlamalar,ışın-kemoterapi tedavileri, zakkum çiçeğinden yapılan ilaçlar,birlikte İnanlı çeşmesinden topladığımız ısırgan otları da hiçbir işe yaramadı. Hastalığın teşhisinden altı ay kadar sonra 1989 yılında daha kırklı yaşların ortasında Abdullah eniştemiz aramızdan ayrıldı.

Ruhu şad olsun. Allah gani gani rahmet eylesin.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR(1)

Zaman zaman insanları, hayatlarını ve birtakım özelliklerini gözlemlediğimde belki benim gibilerin de içinde bulunduğu büyük bir çoğunluğun çok bildik ve sıradan bir hayatı sürdürdüğünü düşünmüşümdür. Yani sabah belli saatte kalkıp kahvaltı dahil üç öğün gıda almak, işe gitmek, işten dönmek, taksitleri, faturaları ödemek,veli toplantılarına, bayram ziyaretlerine gitmek gibi sıralayacağımız bir çok işi ufak tefek farklılıklarla  insanların bir çoğunun adeta programlanmış bir biçimde yürütmekte olduğuna tanık olmaktayız.

Ancak bazı insanların ise birtakım farklılıklar yaratarak bu sıradan çizginin dışına çıkabildiğine de tanık olabilmekteyiz. Değişik başlıklarda değişik konuları barındıran bloguma belli yönleri ile dikkatimi çeken bu insanlardan bahseden bölümler eklemeyi denemek istedim.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR

Hasan Yenipazar ile 2006 yılında aldığımız yazlıkta karşı komşu olma kaderi bizi tanıştırdı. Daha sonra karşılıklı kahve sohbetleri ve tavla partiler sırasında kendisinin 1927 yılında Bulgaristan’ın Şumnu Vilayetinin,Yenipazar İlçesinde doğduğunu,soyadını da doğduğu yerden aldığını,1940 yılında ilkokulu bitirmiş bir çocuk olarak Türkiye’ye göç ederek Balıkesir iline yerleştiklerini, Balıkesir’de ortaokulu bitirdikten sonra askeri okula giderek Hava astsubayı olarak  1950 yılında orduya katıldığını, 1971 yılına kadar ülkenin çeşitli yerlerinde görev yaptıktan sonra emekli olduğunu,emekliliğine müteakip 1971-1991 yılları arasında Balıkesir’de market çalıştırmak biçiminde ticaretle uğraştığını, 1993 yılından itibaren Altınolukta ikamet etmeye başladığını anlattı. Bu arada Hasan beyin Hafize Hanımla evli olduğunu ve şu anda Balıkesir’de aileleri ile birlikte ikamet eden Yalçın ve Hüseyin isminde iki erkek çocuğu olduğunu da eklemeliyim.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR

Karşı komşumuz olan Hasan beyin tarzı, tutumu, alışkanlıkları, ilkeleri, eskilerin “Nev’i şahsına münhasır “ olarak tarif ettiği bir çerçevede değerlendirilebilir. Ancak benim için asıl sıra dışı ya da farklı olarak değerlendirdiğim asıl yönü Hasan beyin çiçek yetiştirme ve bahçe işlerine olan tutkusudur. “Benim ayağım toprağa basmadıkça ben rahat edemem” şeklinde özetlediği bu tutkusunun sonuçlarını bizlere sadece izlemek kalıyor. Yılın on iki ayında da burada ikamet ettiği için bu tutkusunu gerçekleştirecek hayli zamanı da oluyor. Adı yazlıkçı olarak geçen bizim gibiler geldiğinde ise evin etrafında Japon gülünden ,sarmaşık gülüne gülün her çeşidi ve rengi ile buluşmuş oluyoruz. Zambak, kasımpatı, tespih çiçeği, gazanya, ortanca,begonvil,arslan ağzı, karanfil,menekşe,yasemin, hatmi çiçeği Hasan beyin bahçemizde yetiştirdiği çiçeklerden ilk aklımıza gelenlerden.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR

Biz hep basit ve kolaya alıştırıldığımız için  bana bu kadar renk ve çeşitteki çiçeği bir arada görmek önce biraz kafamı karıştırmıştı.  Bahçenin tamamını çim ekip birkaç gül fidanı da diktikten sonra “biç,sula,buda” eksenindeki bir kolaycılığı seçmeyen Hasan beyin ayrıca oluşturduğu onlarca saksıda her yıl farklı çiçeklerin yetiştirildiğini söylersek tutkunun boyutunu daha iyi anlatmış oluruz sanırım.”Böcek yapmışlar kireç atalım,feşmekan çiçeği şaşırtma yaptım,sulamayı zamansız yaparsak çiçek açmazlar” gibi işini bilen birisinin beyanları  hep ona ait cümlelerdir.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR

Bahçemizdeki limon, zeytin, şeftali ağaçları ile arka duvarı tamamen kaplayan ve bu yıl reçelini tatma şansını yakaladığımız ahududundan bahsetmedik daha. Ayrıca sofralarımıza ayrı bir renk ve lezzet katan nane,maydanoz,dereotu,kıvırcık salata,biber ve domatesleri de sayabiliriz. İşin en ilginç yönünü daha açıklamadık. Bütün bunlar ne kadar bir yerde oluyor dersiniz? Evet bunlar tamamı tamamına taş çatlasa 40-50 metrekarelik apartmanın etrafında kalan nerdeyse büyükçe bir halı kadar yerde oluyor. Size  de biraz sıra dışı ve farklı gelmedi mi?

BURUK VE HÜZÜNLÜ BİR GEZİ(2)/ Kütahya Günleri

Sabah 10.30 civarında tur görevlilerinin bizim için temin ettikleri araçta yerimizi aldıktan sonra Emet’ten hareketle Altınoluk’a dönüş yolculuğumuz başladı. Yol güzergahının  Emet-Tavşanlı-Kütahya-Balıkesir-Edremit Altınoluk şeklinde olması yolu hayli uzatıyor nerdeyse 8-10 saate çıkarıyordu. Ben arabaların markalarından ve modellerinden pek anlamam. Dönüş için temin edilen araç ta yine benzetmek gibi olmasın ama kaza yaptığımızın modelinde idi. Koltuklarının arkasında şimdilerde olmayan sigara tablası yerine kullanılan kutucukların mevcut olduğunu söylersem belki bilenler  aracın modeli hakkında bir tahminde bulunabilirler.

Yaklaşık 100 km olan Emet-Kütahya yolunu araçlarımız iki saatte aldı. Biz Kütahya’ya yaklaşırken programımızda ani bir değişiklik yapma ihtiyacı duyduk. Hazır gelmişken Kütahya’yı da gezebilmek için tur aracından ayrıldık. Bir taksiye atlayarak önce Kütahya Öğretmenevine gittik. Önceden rezervasyon yaptırmadığımız için yer bulabileceğimizden de kuşkuluyduk. Şansımız varmış ki askerlerin yemin töreni olmasından dolayı bir yoğunluk yaşanmasına rağmen bize bir oda bulabildiler.

kütahya1

Kütahya Öğretmen evi 200.000 nüfuslu şehrin oldukça merkezi bir yerinde dört katlı İl Özel idaresine ait bir binada hizmet veriyor. Bina bütünlüğü içinde  okuma odası, bilgisayar odası,oyun salonu, yemek salonu,konferans salonu, konaklama odaları, ve idari kısım ilk göze çarpan bölümler arasında. Ayrıca ön kısımda ana caddeye cepheli özellikle yaz aylarında hizmet veren geniş bir kafe/bahçesi mevcut. Akşam yemeği servisinin niçin saat 20.00 de sona erdiğini sorduğumda çalışan görevli bize ”Burada saat  9 dan(21.00 den) sonra sokakta hiç kimse kalmaz ki” şeklinde esprili bir cevap verdi. Ama burası gurbete düşen emektar öğretmenler için mütevazi ölçülerde iyi hizmet veren sığınacak sakin bir liman olarak görülebilir. Bizim beklentilerimiz çok üst düzeyde olmadığı için iyi bir ev sahipliği hizmeti alarak ağırlandığımızı söyleyebiliriz.

kütahya2

Şehirde kaldığımız kısa süre içinde bazı kişilere bazı yerleri sorarken hep sevgi sokağı veya sevgi caddesine göre tarif yapılıyorlardı.  Bu yüzden de öncelikle araç trafiğine kapanmış olan bu caddeden yürüyerek şehri tanımanın uygun olacağını düşündük.

kütahya3

Kütahya’nın tarihinin frigyalı’lara kadar dayandığını çeşitli kaynaklardan öğrenme fırsatımız oldu. Mütevazi ölçülerde de olsa içinde geçmiş tarihi devirlerine ait eserlerin sergilendiği müzeyi bu kente gelenlerin ziyaret etmesini öneririz.

kütahya4

Müzenin hemen yanındaki Ulu cami ile Ulu Caminin karşısındaki Çini Müzesi de kolaylıkla gezilebilecek yerler arasında sayılabilir.

kütahya5

Ülkemizin birçok kentlerinde olduğu gibi burasının da bir kalesi mevcut. Eteklerinde Kütahya şehrinin yerleştiği oldukça dik ve yalçın kayalıklarda bulunan kalenin çevresinin beş bin adım olup beşgen şeklinde bir yapı olduğu kayıtlarda yer alıyor.  Kalenin orijinalinde yetmiş kulesi ve üç kapısı olduğu söyleniyor. Kalenin en hakim yerinde döner bir kafe-restaurantın  da bulunduğunu hemen belirtmeliyim.

kütahya6

Tüm kentlerde olduğu gibi Kütahyada’da  geniş caddeler etrafında planlı bir şehirleşme gayretleri olduğu gibi  oldukça dar sokaklar arasında eski ve plansız yapılaşmanın olduğunu görmek mümkün. Ayrıca Kütahya’ya ait geleneksel evlerin koruma altına alındığı,orijinaline uygun olarak restore edildiği Germiyan sokağı da görülmeye değer.

kütahya7

Sokağa adını veren Germiyan konağında Kütahya’nın yöresel lezzetlerini de tadabilirsiniz. Bu otantik mekanda yediğimiz öğle yemeğinden biz oldukça memnun kaldık. Fiyatların da oldukça makul olduğunu söyleyebiliriz.

kütahya8

Macar özgürlük savaşının önderlerinden Lajos Kossuth’un (1802-1894) ailesi ile birlikte 1850-1851 yıllarında konakladığı ve şu anda müze olarak düzenlenmiş olan 18.yüzyıl Türk evi de görülmeye değer. özekliklerini .Müze-Ev’de Lajos Kossuth’a ait eşyalar ile klasik Türk  evlerine  ait etnoğrafik eserler sergilenmektedir

kütahya9

Son günlerde yazılı ve görsel basında Kütahya’nın daha çok siyanürle birlikte anılmasına rağmen herkes bu şehrin seramik ve çiniciliğin vatanı olduğunu herhalde biliyordur. Gerçekten kentin hemen her yerinde bu sanatın  izlerini ve çeşitli örneklerini görmek mümkün.

kütahya10

Şehir merkezinde bulunan birçok işyeri ve mağazada bu örneklere rastlamak mümkün olduğu gibi şehir merkezinin dışında Çiniciler çarşısı denen yerdeki birçok dükkandan da bu sanat ile ilgili ilginç örnekleri satın alabilirsiniz.

kütahya11

Kütahya’dan Altınoluk’a dönüş için otobüs saatleri bize pek uygun gelmediğinden farklı bir ulaşımı denemeye karar verdik. Dönüş yolculuğumuzun Balıkesir’e kadar olan kısmını trenle, ondan sonrasını da otobüsle tamamlamak bize daha uygun geldiği için tercihimizi bu yönde yaptık.

kütahya12

Tren yolculuğunun benim hayatımda hep ayrı bir yeri olmuştur. Öğrencilik yıllarımda oturduğumuz ilçe olan Muratlı”dan  hem Edirne’ye hem de İstanbul’a giderken çoğunlukla treni kullanmışımdır. Bu yolculuklar benim (fiyatının uygunluğu ve güvenliği dışında) kendimi daha özgür hissetmemi sağlıyordu. Daha sonra çocuklarımız olup biraz büyüyünce  de terenle yolculuklarımızı tekrarladık. Çocuklarımızın ”Masalı yer kapalım baba” taleplerini yerine getirebildiğimizde(Muratlı-İstanbul treninde numara olmayıp dolmuş usulü yer kapma uygulandığını bu hatta yolculuk yapanlar hatırlayacaktır.) Dört kişilik ailemiz orada kendi özgün ve özgür dünyasını kurar, daha önceden alınmış gazeteler dergiler ortaya çıkar ve okunmaya başlanır, bulmacaların çözümüne geçilir, şayet varsa oyun kağıtları ile oyunlar oynanır velhasıl yolculuk keyifli bir hale gelmiş olurdu. Bu yüzden “Mutluluk ulaşılacak bir istasyon değil bizzat yolculuğun kendisidir” özdeyişini hatırlatır bu tren yolculukları bana hep.

kütahya13

15 Mayıs saat 00.18 olan de kalkacak olan trenimiz yaklaşık 40 dakika rötar yaptı. Ama bu bizim için daha iyi idi çünkü Balıkesir’e de çok erken varmak istemiyorduk. Saat 01.00 civarında trenimiz Kütahya garından hareket etti. Gerçekten trenin enine ve boyuna geniş koltuklarını  iyice özlediğimin farına vardım. Pulman koltuklarına rahatça yayılarak 5 saatten biraz fazla yolculuktan sonra saat 6.15 civarında Balıkesir tren istasyonuna ulaşmış olduk.Balıkesir tren istasyonundan şehirlerarası  otogara hemen oracıkta hazır bekleyen belediye otobüsleri ile ulaştık. Daha sonra da saat 7.15 de hareket ederek bizi Altınolukta kadar götürecek olan otobüste yerimizi aldık. Edremit ve Akçaya uğrayan aracımız bizi de evimizin yakınında indirdi. Saat 9.30 olduğunda bizi bekleyen komşularımızın kahvaltı sofrasındaydık.

kütahya14

11.Mayısta başlayan yolculuğumuz yaşadığımız talihsiz kaza ile biraz hüzünlenmiş de olsa bizler hayatta ve ayakta kalmanın sonsuz mutluluğu ve şükran duyguları içinde ileriye doğru bakmaya devam edecektik.

BURUK VE HÜZÜNLÜ BİR GEZİ(1)/ EMET-Thermal Resort & Spa

Bir hafta önce geldiğimiz Altınolukta Mayıs ayının ortalarına gelmemize rağmen güneşli bahar günleri hala kendisini saklamaya devam ederken komşumuz Hasan beyin teklifi ve bilgilendirmesi ile farklı bir geziye katılmaya karar verdik. Kütahya’nın Emet ilçesindeki beş yıldızlı termal bir otelin  tanıtım amaçlı  2 gecelik organizasyonuna fiyatı da çok uygun olduğu için  kaydımızı yaptırdık. Seyahat günü olan 11 Mayıs geldiğinde yolculuğumuz saat sabah 6.30 da Altınoluk’tan başladı.

Yaklaşık 55-60 kişi kadar olduğunu tahmin ettiğimiz yolcular için üç araç temin edilmişti. Bunlardan ikisi midibüs dediğimiz 24-25 kişilik araçlardan,diğeri de içinde 7-8 yolcu taşıyan   daha küçük bir minibüsten oluşuyordu. Biz bu araçlardan 24-25 kişilik olanında yerimizi aldık. Bu araçlarda seyahat edenler koltuklarının bizim gibi iri insanlar için çok da uygun olmadığını bilecektir sanırım.  Bu konuda bize daha önce bilgi verilmediği, bizim de sormak aklımıza gelmediği için “Elle gelen düğün bayram” diyerek kaderimize razı olduk

emet1

Tur sorumlumuz yol güzergahını Edremit-Balıkesir-Bigadiç-Sındırgı-Simav ve Emet olarak açıkladı. Altınoluk’tan sabah çok erken ayrıldığımız  için çoğumuz kahvaltı bile yapamadığımızdan bu amaçla Bigadiç’te  20 dakika olarak açıklanan ama 40-50 dakikaya kadar uzayan bir mola verdik. Mola sonrası  olağanüstü güzelleşmiş olan doğayı seyrederek yolculuğumuzu sürdürdük.

emet2

Aracımız ikinci molayı Kütahya’nın Simav İlçesini sanırım 5-10 kilometre geçince  bolca çınar ağaçlarının bulunduğu kır kahvesi diyebileceğimiz bir yerde verdi. Burası da çok hoş bir yerdi. Baharın bütün renkleri ile kuş seslerinin birbirini tamamladığı bu mekanda da yarım saat vakit geçirdikten sonra tekrar yola koyulduk.

emet3

Dolambaçlı ve bol virajlı yollarla tırmandığımız Göllük(Belki de Gökçedağ olabilir) dağının inişine geçtiğimizde bizim içinde bulunduğumuz araçta bir tuhaflık hissetmeye başladık. Bir ara vites değişimi sırasında dişlilerin kırılmasını andırır bir takım sesler geldi kulağımıza. O andan itibaren de aracımız kontrolsüz olarak artan bir hızla tırmandığımız dağın yokuşunu inmeye başladı. Etraftan “fren boşaldı,fren patladı” şeklinde sesler duymaya başladık. Hızını giderek arttıran araç önce yine bizim turun 7-8 kadar yolcusunu taşıyan küçük minibüse arkadan hızla çarparak kaportasının çökmesine ve arka camının kırılmasına sebep oldu. Sanırım şoför bunu kontrolden çıkan aracın hızını azaltmak içim yaptı ama bu küçük aracın da hızını arttırmaktan başka işe yaramadı. Bu çarpmanın etkisi ile tüm yolcular işin vahametini iyice anladılar. Kimileri salavat getirmeye, kimileri eyvah gidiyoruz diye çığlıklar atmaya başladı. Yani her kafadan bir ses çıkıyordu. Bir ara yolculardan biri –belki de Hasan bey olabilir- “Şarampole kır, şarampole yasla” şeklinde bir uyarıda bulundu.  Aracın şoförü ya bu uyarıyı dikkate aldı ya da zaten öyle yapacaktı da uygun yer arıyordu da ancak bulabildiği için direksiyonu hemen sola kırarak aracı şarampole sürdü. Sağ taraf dağın aşağıya eğimli yamacı olduğu için ancak böylesini denemek zorundaydı.

emet4

Biz şoförün arkasındaki koltukların üçüncü sırasında oturuyorduk. Herhalde kafalardaki senaryoya göre araba şarampolün kenarından yükselen yamaca bizim bulunduğumuz taraftan 45-50 derece yan yatırılıp durması sağlanacak ve herkes normal bir şekilde aracı terk edecekti. Tabi hiçbir şey düşünüldüğü gibi olmuyor. Aracın direksiyonu şarampole kırılınca bizim taraf önce şiddetle şarampolün yükselen yamacına çarptı daha sonra yüksek hızın ve kaybolan direksiyon hakimiyetinin etkisi ile bu defa ters yöne devrilip ve biraz da sürüklendikten sonra durabildi. Tabi araç içindeki canlı ve cansız her şey bir tarafa savruldu. Ağlamalar, inlemeler,feryatlar birbirine karışıyordu.

emet5

Bu arada ben önümdeki koltuğa sımsıkı sarılmıştım. Eşimde benim solumda oturduğu için benim üstümde kalmıştı. Diğer insanlar da karışık biçimde bizim altımızda bulunuyordu. Eşim ”Panik yapmayalım,sakin olalım” diyerek arkaya doğru yürümekle sürünme arası bir yöntemle ilerledi ve en arkada kırılmış olan camdan dışarı çıktı. Benim de aynı şekilde dışarı çıkmam mümkün değildi çünkü altımdaki insanların kimisi yatıyor kimisi doğrulmaya çalışıyordu. Yani kıpırdamak mümkün değildi. Bunun üzerine benim hemen üzerimde olan arabanın yan camını  tekme ile kırmayı denedim. Olmayınca yanında asılı duran çekici alarak onunla vurdum.Cam parçalanarak döküldü. Açılan çerçeveden  dışarı çıktım. Sağ salim dışarı çıkan belki de ilk 2-3 kişi arasındaydık. Fakat aracın içinde çıkarılmayı bekleyen en az 20 yolcunun feryatları duyuluyordu.

emet6

Diğer yolcuların aracın ön ve arka camından çıkarılması çalışmaları başladı hemen. Allahtan hemen orada Hızır gibi yetişen ve kendisinin sağlık personeli olduğunu belirten İstanbul plakalı bir aracın içinden çıkan yeşil tişörtlü sarışın bir bayan bütün bu işlere nezaret etti. Durumu acil olanları sıra ile ve uygun şekilde yere yatırdı. Belki o bayanın belki de bizim Tur sorumlusunun haber vermesi ile yarım saatten daha kısa bir zamanda   Simav’dan ve Emet’ten 4 ambulans olay yerine geldi. Durumu acil olanlar üç ambulansla donanım ve diğer imkanları daha iyi olan Simav devlet hastanesine, bizim de içinde bulunduğumuz 5-6 kişiyi de bir ambulansa koyarak Emet devlet hastanesine götürdüler. Eşim Nuray boynunda bir ağrı hissettiği için olay yerinde onun boynunu sabitleştirici bir aygıt takmışlardı. Benim de devrilme esnasında aracın  koltuğunun yanında bulunan kolun yan boşluğuma çarpmasından doğan hafif bir ağrı vardı. Hastanenin acil servisinde film falan çekildi. Gelen 5-6 kişinin tamamında ciddi bir şey olmadığını belirttiler. Ağrı kesici ilaç ile  zedelenmiş yerler için bir pomat verdiler. Hastaneye gelmiş olan Otel aracı ile de kalacağımız mekana 2 saat gecikmeli olarak gelmiş olduk. Kaza yapmamış olan aracın yolcuları bizden önce gelmişlerdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde Simav’a gönderilen yaralılar hakkında bilgi geldi. İki yaralının  durumlarını ciddi görerek gerektiğinde ameliyat etmek üzere Kütahya devlet hastanesine gönderildiğini öğrendik. Diğerleri de ufak tefek kırık ve sıyrıkları için gerekli müdahale yapılarak taburcu edilmişti. Bizim için tarifsiz hüzün yüklü bu olay ertesi günkü bazı gazetelerin iç sayfalarında küçük bir haber olarak yer alıyordu.

emet7

Konaklamak üzere geldiğimiz EMET  Thermal Resort & Spa oteli gözden uzak vadiler arasındaki bu küçük yerleşim merkezinde adeta yaratılmış bir yalancı cennetti. 97 dönümlük bir alana konuşlanmış olan bu tesislerde ne yoktu ki. Sadece yok yoktu. Kongre ve gala salonu, her biri 200 er kişilik restaurant ve a’la kart restaurantlar, lobi kafe ve vitamin bar, her biri beş yıldızlı otel standartlarına göre donatılmış suit,connection ve standart odalar, türk hamamı,özel banyolar,spa merkezi,yarı olimpik yüzme havuzu ,termal ve yosun havuzu ilk hatırladıklarım arasında sayabilirim.

emet8

Yeşil alanı bol geniş bir arazi içinde basketbol,voleybol sahaları ile doğal çimli futbol sahası ve tenis kortu da burada dinlenmek isteyenlerin hizmetine sunulmuş ve ayrıca küçük yaştaki misafirler için çocuk parkı da unutulmamıştı. Alan hayli geniş olduğundan yeşili bol olan yürüyüş alanlarının da oluşturulduğunu görebiliyorsunuz. Anfi tiyatro ve sağlık ve güzellik üniteleri de düşünülen güzellikler arasında yer alıyordu.

emet9

Mekanın sahip olduğu bu imkanlardan zamanımız elverdiği ölçüde yararlandık. Konakladığımızın ertesi günü öğleden sonra bizler için düzenlenen tanıtım programına katıldık. Önce 24 saatten beri gözlediğimiz ve bir kısmını yaşadığımız zenginliklerin ve konforun genel ve görüntülü bilgilendirmesi yapıldı. Daha sonra da ikişer üçer kişilik gruplara özel kişiler görevlendirilerek daha özel tanıtım, bilgilendirme ve ardından da bu tesislerde ki devre tatillerinin pazarlama koşulları açıklandı.

emet10

Bizimle ilgilenmek için ve bizi bilgilendirmek için görevlendirilen Esra hanım adında bir bayandı. Önce kurumun bölümlerini birlikte gezdik. Daha sonra büyük konferans salonunda yuvarlak masalar ve etrafındaki sandalyelerden oluşturulmuş bir mekanda konuşlandık. Esra hanım gerçekten alımlı,çalımlı,bakımlı bir bayandı. İşinin gerektirdiği bütün incelikleri, inandırıcılığı, ikna gücünü kullanarak bizlere bir şeyleri pazarlamaya uğraşıyordu. Bu esnada adeta bütün uzuvları çalışıyor,jest ve mimikleri ile de  inandırıcılığını pekiştiriyordu. Kurumun ulaşım sorunu ile ilgili dezavantaja hemen diğer ülke çapındaki diğer benzeri kurumlarla olan transfer yapabilme avantajını ileri sürüyordu, hatta bir ara eşimin Avustralya’yı ve benim de İsveç’i merak etmem ile ilgili olarak oradaki bağlantılarla devre tatilinin o ülkelerde de geçirilebileceği artılarını belirtiyor,elindeki ispirtolu kalemle masa üzerine konmuş olan A4 kağıtlarına karalayıverdiği  ok,şema ve rakamlarla nerdeyse biz alıcı olarak pek istekli olmamakla beraber hayır demeyi de imkansız hale getiriyordu. Özünde asıl mesele bizim sadece bedenimizin orada ama beynimizin ise çok farklı yerlerde olmasından kaynaklanıyordu. Biz hala 24 saat önceki yaşadığımız olayın travmasını yaşıyorduk. Sonunda Esra Hanıma bu konuda çocuklarımızın görüşünü almadan karar veremeyeceğimizi belirterek  – ki gerçek payı da vardı- ve kendisine de teşekkür ederek beraberliğimizi bitirdik.

emet11

Son gecemizi de bu müstesna mekanda geçirerek, geldiğimizden beri bir türlü yüzünü göstermeyen güneşe hasret  olarak Emet’in puslu ve yağmurlu sabahında uyandık.Bu arada Emet ilçesinden biraz bahsetmeden geçersek haksızlık etmiş oluruz. Bizim niyetimiz de zaten tesis kadar yerleşim yerinin de güzelliklerini içimize sindirmekti. Emet ilçesi İl Merkezi olan Kütahya’ya  100 km kadar uzakta,yaklaşık 10-15 bin nüfuslu bir ilçe. Birkaç dar cadde üzerine yerleşmiş işyerleri ve onların biraz uzağındaki konutlardan ibaret diyebiliriz. Kasabayı 15 dakikada gezemezsiniz ama yarım saatlik bir zaman ayırırsanız da fazla gelir denirse büyüklüğü hakkında bir fikir verilmiş oluruz sanırım.emet12

Ayrılacağımız gün saat 10.30 civarında bazı iş yerlerine alışveriş için uğradık ama o saatte dükkanların bir çoğunun  hala kapalı olduğunu gördüğümüzde burada hayatın ve zamanın ülkenin diğer şehirlerine göre çok daha yavaş ilerlediğini düşündük.

emet13

Diğer yandan  Emet İlçesinin eski adının “Tiberipolis olduğunu ve tarihinin Frigya ve Romalılara kadar dayandığını, yeratlı kaynakları bakımından özellikle bor madeni açısından küçümsenmeyecek bir orana sahip olduğunu da öğrenmiş olduk. Ayrıca ilçeye 37 km uzaklıkta “Aızanoı”antik kenti ile 20 km uzaklıktaki Tahtalı yaylasındaki krater gölü ile, 15 km uzaklıktaki Eğrigöz dağındaki sarkıt ve dikitlerin görülmeye değer olduğu bilgisine ulaştık. Bütün bunları bizzat gördük demek isterdik ama gerek İlçede kalış süremizin çok kısa oluşu,  gerekse havanın yağmurlu ve puslu oluşu,en önemlisi de geliş yolunda yaşadığımız tatsız olayın bizde yarattığı travma ve karmaşık duygular bunları bizzat görmemize engel oldu dersek umarım okuyucu bizi anlayışla karşılar.

emet14

Bütün bu yaşanmışlıkların ardından 13 mayıs sabahı saat 10.30 civarında Tur sorumlusu Yeter hanımın bizim için bulduğu bir başka araçla bu coğrafyadan ayrıldık.

ALTINOLUK’TA BAHARI YENİDEN YAŞAMAK

Yurt genelinde olduğu gibi Altınoluk’a da bu yıl bahar galiba biraz gecikmeli olarak gelecek. Mayısın ilk haftası geçmesine rağmen hala havalar bir türlü ısınmadı  diye yakınırken nihayet takvimlerin 8 Mayısı gösterdiği bu gün güneş kendini göstermeye,sıcaklığı ile insanların giysilerini yavaş yavaş inceltmeye başladı. Güneşin bu cömertliği karşısında eşimle birlikte biraz deniz kıyısında biraz da yeşillikler arasından Altınoluk şehir merkezine doğru mutat yürüyüşlerimize başladık. Geçtiğimiz yıllardan da hatırladığımız gibi bu aylar bize Altınoluk’un en sakin ve en keyif verici zamanı gibi geliyor. Kuş sesleri arasında, temiz ve bol oksijenli havada yaptığımız yürüyüşlerin doğrusu tadına doyum olmuyor. Ayrıca iyice canlanan tabiatın bize sunduğu tarifsiz güzellikleri de içimize sindirerek yaşamanın ayrı bir zevki olduğunu itiraf etmeliyim.

Özellikle bu mevsimde  rengarenk açan çiçeklerin bambaşka bir güzelliği olduğunu belirtmek isterim. Beyaz, sarı, mor, kırmızı ve yeşil başta olmak üzere adeta bir renk cümbüşü içinde insan sanki büyülendiğini hissediyor. Papatya, gelincik gibi bizim bildiğimiz birkaç isimden başka bir çok çiçek mevsimi geldiğinde tabiatı her fırsatta tarumar eden  insanoğluna  ders vermek  ya da onu utandırmak istercesine ısrarla ve inatla bütün güzelliklerini cömertçe sunmaya devam ediyorlar. Biz onların kadim dostu olarak çoğunun isimlerini bilmesek de sahilde açanlar,  derenin yamacında açanlar, yolun üst yanında açanlar diye adreslendirdiğimiz bu güzelliklerle samimi ilişkilerimizi hep sürdüreceğiz. Sadeliğin, masumiyetin, estetiğin, zarafetin tüm inceliklerini üzerlerinde toplayan bu çiçekler bakalım daha kaç mevsim bizlere bu şöleni yaşatacaklar.

BİR KRİZİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ(2)

“BİR KRİZİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ(1)” yazısının üzerinden daha 24 saat geçmeden abdala malum olurmuş misali aklıma gelen başıma geldi.”Sümeyye Erdoğan O geceyi anlattı” başlığı ile verilen haberde bu defa hanım kızımız facebookta yayınladığı mektupta güya konuya açıklık gösteriyor. Demek kalp kalbe karşı imiş ki benim önceki yazımın sonundaki öngörüme paralel olarak konuyu döndürüp dolaştırıp türbana/ başörtüsüne bağlayıveriyor.

Keşke o mektubu yazmasaydı? Bazı durumları anlatmak için bizim kültürümüzde çok uygun deyimler vardır.Yani kelimenin tam anlamı ile ”cukk” oturur hani. Söz konusu olay için hangi birini saysam bilmem ki? “Özrü kabahatinden büyük” mü desem, “İşkilli  mi  desem, “Yavuz hırsız ev sahibinden baskın çıkar” mı desem yoksa hiç birini demeyip  “Yağmur yağacak diyorsun o halde sen bana ördek dedin” hikayesini mi anlatsam hiç bilemiyorum.

Kızımıza göre meğerse sorun kendisinin tiyatroda oyunu izlerken sakız çiğnemesinden kaynaklanıyormuş. Sakız çiğnemişse  ne olmuşmuş sanki? Bu ne cüretmiş,burası neresiymiş, hangi çağdaymışız. Hem de protokoldeki birine oyunu keserek sakız çiğneme hareketi nasıl sorgulanabilirmiş. Bu ne şımarıklık,bu ne cahillik bu ne faşistlik ve medeniyetten nasipsizlikmiş Bu çağda tiyatroda sakız çiğnemenin neresi saygısızlıkmış, biraz şöyle dünyaya bir bakılmalıymış diyerek hem duruma açıklık getiriyor hem de son düşürücü yumruğu vurmaya hazırlanan bir boksör gibi sendeletmeye çalıyor gibi bir durum seziliyor sanki mektupta.

Bir de görünenlerin ve söylenenlerin dışındakileri de bilme ve görme yeteneği olan kızımız sanatçının kafasının içini de bir çırpıda okumuş ve söylediklerinden söylemediklerini ayna gibi ortaya çıkarıvermiş. Aslında sanatçının gerçek düşüncesi ve niyeti başörtülülerin orada bulunmasını istememesi imiş ,bunlar sadece başörtülüyü değil sakallıyı köylüyü de tiyatroda istemezlermiş,

Tabi kızımızın tiyatro anlayışı ve deneyimi ne kadardır bilmeyiz. Ferhan Şensoy veya Cem Yılmaz gibi sanatçıların oyunlarını izleyenler  oyuncuların seyircilerle nasıl diyaloglara girdiğini, izleyicilerle ne durumlar yaşandığını çok iyi bilirler. Ama hiç birinin  cumbur cemaat tiyatroyu terk etmek aklına bile gelmemiştir. Haa  halk çocuğu olmakla başbakan çocuğu olmanın  farkı da bu olsa gerek.

Nasıl ki yazılmayan kitaplar suç unsuru olmaya başladı ise söylenmeyen ve  açıklanmayan düşüncelerin de suç olduğu döneme giriyoruz herhalde. Niyet okuma yöntemi ile yapılan bu düşünce okuma sonucu yakında gerçekleştirilecek bilmem kaçıncı dalga operasyonla adı geçen sanatçı ….. terör örgütü üyesi olmak yada yardım ve yataklık etmekten  Silivri’yi boylamazsa(!) bile devlet sanatçısı olduğu için artık bunun hesabı bir şekilde görülür herhalde.

Bütün bunların temelinde sanıyorum ki “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” ya da “Ben kimin çocuğuyum farkında mısın?”kültürü yatıyor. Başbakanın kızı değil de Tayyip Erdoğan’ın kızı olduğunu hatırlayana kadar bu böyle sürer gider. Yaşıtları gibi belediye arabasına atlayıp sıradan insanlar gibi olma erdemine sahip olduğunda ise ortada hiç bir problem kalmaz.

Bu arada babaların yaklaşımı da önemli tabi“Bu benim kızıma nasıl yapılır? tez kellesi vurula” söylemi de bir yaklaşımdır.”Milletvekili olabilirsiniz,başbakan olabilirsiniz,hatta cumhurbaşkanı da olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” söylemi de bir yaklaşımdır.Her yaklaşımın sonucu da sizin ne kadar çağdaş olduğunuzu belirler.

Başörtüsünün tamamen bireysel bir tercih olduğunu, başörtüsü kullanmanın hiç kimseye bir  ayrıcalık ,üstünlük ve dokunulmazlık sağlamadığını herkesin bilmesi gerekir. Bunu günlük çekişme ve kaprislerimizin de dışında tutmalıyız. Başörtüsü/türban takmadan da iyi ve inanmış bir insan olunacağı gibi başörtü takılarak da günahkar  olunabileceğini birilerinin hatırlaması gerekmez mi?

Ha bir de sanatçının veya sanatçıların hiç günahları ve sorumlulukları yok mu? Toplumdaki yozlaşmadan kalitesizlikten onların da üzerine düşen pay elbette var. Ama bu da ilerde bir başka yazımın konusu olacak gibi görünüyor. Bizi izlemeye devam edin…..