Johann Hari’nin “Kaybolan Bağlar – Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler” kitabı üzerine cümlelerimiz olacak bu kez. İnsanda yabancılaşma, karamsarlık ve öfke duygularının da eşlik ettiği, hayatla ve gerçeklikler ile bağlarının zayıflaması ve nihayetinde kopması şeklinde özetlenecek depresyon olgusu üzerinde yazar kendisi ile okuyucuyu da yolculuğa çıkarıyor bu kitabında. Hayatla olan bağların kopmasının nedenleri, buna ilişkin çareler seyahatin odak noktasını oluşturuyor.
Depresyonun nedeni olarak beyindeki serotonin seviyesinin düşüklüğü gösteriliyor yıllarca. Verilen ilaçlarla bu seviye yükseldiğinde depresyonun tedavi edilmiş olacağı düşünülüyordu. Bu aşamaları bizzat yaşamış olan Johann Hari fark ediyor ki verilen bu ilaçlar insan bedeni üzerinde kimyasal bir etkide bulunuyordu. Fakat asıl önemli olan hastaya ilaçla birlikte bir hikâye sunuluyordu. İyileşmenin verilen ilaçtan mı yoksa plasebo etkisi olan hikâyeden mi olduğu ise meçhuldü. Bilim insanlarının olayı yanlış okuduğunu, ilaç şirketlerinin de bu algıyı paraya çevirerek bütün dünyaya pazarladığı yapılan birçok araştırma sonucu anlaşıldığına dikkat çekiliyor kitapta. Depresyon ve kaygının kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanmadığını öğrenmek kendisinde dengesizlik yarattığını itiraf ediyor Johann Hari.
Bir tarafta Sigmund Freud’un depresyonun nedenlerinin insanın çocukluğunda arayan anlayışı, diğer yanda buna tepki olarak birçok psikiyatristin depresyonun kişinin beyninde ve bedeninde meydana gelen terslikten, içsel bir nedenden kaynaklandığına inanıyor oluşu yazarımızın kafasını daha da karıştırıyor. Bunun üzerine bedensel kaynaklı depresyon ile kişisel hayatın tersliklerinden kaynaklanan tepkisel depresyonu en ayrıntılı şekilde inceleyen yazarımız bu görüşleri ne tamamen kabul ya da reddedebilir durumda buluyor kendini.
Bu konudaki seyahat ve araştırmalarını daha da genişleten yazar çeşitli coğrafyalarda bu konuda yapılan araştırmalar, incelemeler ve bulguları dikkatle izliyor -ki bunlar kitapta çok geniş ve ayrıntılı biçimde anlatılıyor- nihayetinde kendince depresyona neden olabilecek faktörler ile buna çare olabilecek görüş ve düşüncelerini birkaç ana başlık altında topluyor.
Önce depresyonun nedeni olarak:
1-Anlamlı çalışmadan kopuk olmak
2-Diğer insanlardan kopuk olmak
3-Anlamlı değerlerden kopuk olmak
4-Çocukluk travmasından kopuk olmak.
5-Statü ve saygıdan kopuk olmak
6-Doğal dünyadan kopuk olmak
7-Umutlu ve güvenli, bir gelecekten kopuk olmak
8-Genlerin ve beyindeki gelişimin gerçek payı şeklinde bir sıralama yapıyor.
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi depresyonun hayat ve gerçeklikle olan bağların zayıflaması ve kopması olarak tarif edildiğini hatırlarsak, tedavisinin ve çaresinin de bu bağların onarılması ve yeniden kurulması olacağı aşikardır. Yazarımız bu noktadan hareketle yani alternatif antidepresan olarak yapılacakları şöyle sıralıyor:
1-Diğer insanlarla bağ kurmak
2-Sosyalleşme reçeteleri ile bu bağları güçlendirmek.
3-Anlamlı bir işle bağ kurmak
4 Anlamlı değerlerle bağ kurmak
5-Duygu paylaşımından doğan sevinç ve kendine bağımlılığı aşmak.
6-Çocukluk travmasını kabul etmek ve aşmak,
7-Geleceği geri kazanmak.
Birer satır olarak ve bir slogan gibi sıralanan bu maddeler kitapta inceleme, araştırma sonuçları ve örnek olaylarla çok geniş biçimde anlatılıyor.
Sizde olur mu bilmiyorum. Herhangi bir durum ile ilgili olarak “Şimdiki aklım olsa… Bu bilgi ve donanıma o zaman sahip olsaydım…” şeklinde değerlendirmelerde bulunur insanlar bazan. Yazarımız da bütün depresyon yolculuğunun nihayetinde kendisi ile ve geçmişi ile yüzleştikten sonra kendine, meraklılarına ve bu dertten mustarip olanlara özetle şöyle sesleniyor:
“… Bugüne kadar bizlere anlatılanlar yanlış. Tüm antidepresanların kötü olduğu anlamına gelmiyor bu. Azınlık bir gruba geçici bir rahatlama getirdiklerini savunan bazı güvenilir bilim adamları var, bunu göz ardı etmemek gerek. Yanlış hikâye depresyonun beynimizde meydana gelen kimyasal bir dengesizlikten kaynaklandığı ve çoğu insan için öncelikli çözümüm kimyasal bir antidepresan olduğu iddiası. Bu hikaye büyük ilaç şirketlerine 100 milyar dolardan fazla para kazandırmış durumda, ki kalıcı olmasının en önemli nedenlerinden biri de bu.”
Yine günümüzde genç yaşta depresyon girdabındaki insanlara adeta bir baba şefkati ile seslenmeye devam ediyor:
“… Parçaları arıza yapmış bir makina değilsin sen… Bir topluluğun parçası olmaya ihtiyacın var. Hayatın boyunca sana pompalanan, mutluluğun yolunun paradan ve bir şeyler satın almaktan geçtiğini söyleyen abur cubur değerlere değil, anlamlı değerlere ihtiyacın var senin. Anlamlı bir işe ihtiyacın var. Doğal dünyaya ihtiyacın var. Saygı gördüğünü hissetmeye ihtiyacın var. Güvenli bir geleceğe ihtiyacın var. Tüm bunlarla bağlantı içinde olmaya ihtiyacın var…”
“… Beynindeki kimyasal bir dengesizlikten mustarip değilsin. Yaşam tarzımızdaki toplumsal ve ruhani dengesizlikten mustaripsin sen. Sana bu zamana kadar söylediklerinin aksine mesele serotonin değil toplum. Mesele beyin değil çektiğin ıstırap… çektiğin sıkıntı bir arıza değil, bir sinyal… Ama canını ne kadar yakarsa yaksın bu acı senin düşmanın değil, bu acı senin müttefikin. Bu sinyali bastırmayı deneyebilirsin. Boşa harcanmış acının ortadan kaybolmadığı uzun yıllar demek bu. Yahut o sinyale kulak verip sana rehberlik etmesine izin verebilirsin. Sana zarar veren seni tüketen şeylerden uzağa gerçek ihtiyaçlarını karşılayan şeylere doğru…”
Johann Hari’nin “Kaybolan Bağlar” kitabını okuyarak onunla birlikte depresyonu tanıma ve yenme yolculuğuna çıkmak isteyenlere tavsiye edeceğim bir kitap. İyi okumalar.
One thought to “BİRAZ DA KİTAP / KAYBOLAN BAĞLAR”