Tanıtımını yapacağım “Ezbere Yaşayanlar” kitabı aynı zamanda bir akademisyen olan Emrah Safa Gürkan’a ait. Bloğumda daha önce de aynı yazara ait “Bunu Herkes Bilir” kitabını anlatmıştım. O kitap daha çok tarihte yanlış bildiklerimize odaklanmıştı. Daha çok tarihsel bir muhteva içeren kitaplardan farklı olarak “Ezbere Yaşayanlar” kitabında yelpaze biraz daha genişletilerek tarihle birlikte antropoloji, psikoloji, sosyoloji ve felsefe penceresinden bakışlara yer verilmiş diyebiliriz.
Konulara herkesin kafasında oluşabilecek sorulardan hareketle, “Bizim gibi olmayanlara neden tahammül gösterilmiyor? Yabancıdan ve farklıdan neden korkuyoruz? İnsanları niçin konuşma tarzına göre yargılıyor, argo kullananlara ya da aksanlı konuşanlara yukarıdan bakıyoruz? Şu rasyonalite çağında neden hediye alıyoruz ve birbirimize bir şeyler ısmarlıyoruz? Niçin dedikodu yapmaktan ve insanları ayıplamaktan vazgeçmiyoruz? Son elli yılda toplumsal alanda görünürlükleri arttığı ve birçok haklar edindikleri halde kadınlar neden erkeklerden farklı?” satırları ile okuyucunun kafasında ilk kıvılcımı ateşliyor.
Kitapta ilk bölümde insanın neden farklı olana tahammül edememesi ile ilgili açıklamalar var. Hoşgörü kavramının ise aslında bir lüks olduğu işaret ediliyor. Özgüveni olan toplumların tehdit eşikleri yüksek olduğundan farklılıklara karşı daha anlayışlı yaklaştıklarına dikkat çekiliyor. Cemaat içinde eriyen bireyler, çok gezmenin öğrenme ile ilgisi, özgürce konuşamamanın ve dışlanmanın tarihsel geçmişi, günümüzün hoşgörüsüzlüğü ile ilgili yapılan araştırmaları da katarak konu derinliğine ifade ediliyor.
İkinci bölüm ise “İnsanlar niçin konuşmalarına göre yargılanır?” sorusu üzerine odaklanılmış. Konuşmanın önemi “Eğer tarih yazı ile başlıyorsa insanlık da konuşma ile start aldı diyebiliriz” sözü ile konuşmanın önemine vurgu yapılmış. Hâkim dil ve diğer dillerin kabul görme kriterleri ile ilgili ilginç ve derinliğine bilgilendirmeler bu bölümde yer almış. Akademisyenlerin anlaşılmaz dili, bir tuzak olarak okul, argo kullanmanın dayanılmaz tutkusu, politik doğruculuğun ifade özgürlüğünü ne ölçüde kısıtlayacağı hususları da çeşitli araştırma sonuçları ve örneklerle açıklanmasına çalışılmış.
Üçüncü bölüm ise hayatımızın önemli bir parçası olan “Niçin Dedikodu Yaparız?” sorusu etrafında şekilleniyor. Dedikodu deyince tam olarak ne anlamalıyız? Dedikodunun toplumsal uyumu sağlamlaştırmak ve değer yargıları dayatma işlevi, dedikodunun kuralları, dedikodunun ile kişisel çıkarlar arasındaki ilişki, bir başka dedikodu şekli olarak arkadan konuşma ve cadı avı, dedikodu yapma konusunda kadın-erkek zengin-fakir ayrımının arka planı sohbet kıvamında ifade edilmiş.
Erkek ve kadının farklı meslek tercihlerinde bulunmasına da ayrı bir bölüm açılmış kitapta. Doğum ve eve kapanma olgusu arasına sıkışan kadının kaderi üzerine geniş ve ayrıntılı bir çalışma yapılmış. Ayrıca kadının kamusal alanda görünmezliğini irdelerken din adamı yerine din insanı diyebilmenin özlemi satırlara yansıtılmış. Kadınların erkeklerden daha az ücret alması ve sınırlı sayıda meslek şansı bulması, çalışan anne çocuklarının daha başarılı olması durumu gözler önüne serilmiş.
İnsanların birbirine niçin hediye verdiği ya da bir şeyler ısmarladığı konusu için de ayrı bir bölüm açılmış kitabımızda. Para icat edilmeden önce insanlar arasındaki alışverişin mal mübadelesi biçiminde olduğu şeklindeki bilgimizin aslında hediye vermek biçiminde geliştiği de aktarılan bilgiler arasında. İnsanoğlunun birisine hediye verirken ya da bir şey ısmarlarken bunun geriye dönüşü ile ilgili beklentisinin garipliği, hediye alma ve ısmarlamanın arka planı, tarihsel geçmişi, bu ilişkideki hiyerarşi, hediyeyi reddetmenin sosyal yanı, ziyafetlerin statü göstergesi olarak gelişim çizgisi, pırlanta ve kadın arasındaki ilişki, nihayetinde Alman usulünün Akdeniz ülkelerindeki hezimeti bu bölümde bahsedilen konular arasında.
Son bölümde de “Neden büyü ve fala inanılır?” konusu irdeleniyor. İnsanların tarih boyunca büyü ve fal ile haşır neşir olduklarına vurgu yapıldıktan sonra bugünkü modern toplumdaki insanımızın bile fal ve büyünün başka bir biçimi olan astroloji haritaları, alternatif tıp, enerji transferleri, Reiki ve Çigong gibi bilimsel dayanağı olmayan inançların başka başka isimlerle karşımıza çıktığı hususu uzun uzun anlatılıyor kitapta. Geçmişten bu yana kemik falı, tarot falı kahve falı gibi daha bir sürü fal çeşidi ve insan kişiliğine etkileri akıcı bir üslupla anlatılmış.
Kitabın esas konusu olarak yukarıda belirttiğim başlıklar sadece bazıları. Kitapta gayet samimi bir sohbet ve söyleşi kıvamındaki akıcı bir dilin kullanılması okuyucuyu hiç yormuyor ve keyif alarak okunur hale getiriyor. Ayrıca sonuç niyetine yazılan insanların kendini geliştirmek için neyi nasıl okunması gerektiği ile eklenmiş olan bölümde de bu konu ile ilgili ilginç ipuçları var. Okumanın mimarisi ve stratejisi, ne okunmalı ve nasıl okunmalı hangi bilgiye nasıl ulaşılır Okuma ve dinleme arasındaki ilişki ile kitap final yapmış diyebiliriz.
Sevgili Necmi; Yazını zevkle bir çırpıda okudum!
Desene, bu kitap tam benlikmiş!
Ben de hep sorup dururum: “Bizim gibi olmayanlara neden tahammül gösterilmiyor? Yabancıdan ve farklıdan neden korkuyoruz? İnsanları niçin konuşma tarzına göre yargılıyor, argo kullananlara ya da aksanlı konuşanlara yukarıdan bakıyoruz? …” diye.
Bari, cevapları ya da reçeteleri var mı bu soruların?
Sevgi ve saygıyla…
Sevgili Emin hakikaten kitabı okurken içimden”Bunu Emin okumalı” diye geçmişti. Okumanı öneririm. Ya da uygun zamanda sana ulaştırmaya çalışırım. Tam ortadan ve entellektüel bir yaklaşımla yazılmış. Katkıların için teşekküler. Selam ve sevgilerimi gönderiyorum.