BENİM OKULLARIM / ŞİDDET

Son yıllarda adına şiddet dediğimiz olaydan bizim çocukluk ve okul yıllarında dayak, sopa gibi daha avam ifadelerle bahsediliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse ailede, okulda ve kışlada pek de yadırganmayan bir eğitim ve cezalandırma yöntemi idi. “Eti senin kemiği benim”, “Dayak cennetten çıkmadır”,”Öğretmenin vurduğu yerde gül biter”,”kızını dövmeyen dizini döver” “Dokuz nasihatten bir serencem iyidir”gibi anonim değerlendirmeler yanında “Nush ile uslanmayı etmeli tekdir,tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” gibi ünlü şairlerimizin kabulleri de bu konuda anlayış birliği oluşturuyordu.

Yıllar sonra görev gereği bu defa şiddet uygulayanları sorgulama durumuna geldiğimde ilgili öğretmen veya yöneticilerden “Ah hocam hiç eskiden böyle miydi? Bir de şimdiye bakın çocuğa dokunsan, biraz kulağını çeksen soluğu ya milli eğitimde ya da savcılıkta alıyor.” şeklinde eski  günlere ait özlemleri ve bu güne ait yakınmaları duyabiliyorduk .Aslına bakarsanız bu kabul hukuki mevzuatımıza bir şekilde girmişti.O tarihlerde Danıştay’ın bir dairesinin terbiyevi amaçlarla dövmeyi kabul edilebilir olacağına dair kararlarını bile incelemelerde kullanmak ve değerlendirmek durumunda kalıyorduk.Tabi terbiyevi amacın veya terbiyevi şiddetin ölçüsü veya başlayıp bittiği yer neresidir o da ayrı bir konu.

Aileden, ilkokuldan başlayarak 12.sınıfa kadar olan eğitim basamaklarının her aşamasında ki bunlara erkeklerin askerliğini yaptıkları kışlayı da ilave edebilirsiniz-farklı görüntü ve miktarlarda olmakla birlikte bu olguyu yaşamak mümkündü. Bireyin kendi yaşamasa bile buna tanık olması dahi aslında hoş olmayan bir durumdu. Şükürler olsun ki yüksek öğretim döneminde bu yoktu. Yoktu ama bu defa ya öğrenciler birbirlerine veya polis tarafından öğrencilere uygulanması biçiminde de olsa muhatapları değişerek aynı filmi görmeye devam ediyorduk. Düşünebiliyor musunuz lise seviyesinde öğretim gören bir öğretmen okulu öğrencisi kahvehanede görüldüğü için, tavla oynadığı için veya bir başka nedenden ötürü bir şekilde cezalandırılıyor, ama aynı öğrenciden birkaç ay sonra gerektiğinde köy kahvesine giderek toplumu aydınlatması ve yönlendirmesi bekleniyordu. Tabi bu anlayış ve kültürle büyüyen birinin kendi yaşamında yaşadıklarını bir ebeveyn, bir öğretmen olarak kendinden sonrakilere yansıtması kadar doğal bir şey olamazdı.

Neticede biz de bu toplumun bir parçasıydık. Bu uygulamaların ve anlayışların ne kadar dışında kalabilirdik? Gerek 8-10 yıllık öğretmenliğimde ve gerekse de ana baba olarak sayıları 1-2 kez de olsa buna tevessül etmenin utancı, mahcubiyeti ve pişmanlığı içindeyim. Hiçbir şeyin bunu mazur göstereceğine de inanmıyorum. Durumu kurtarmak için “Ama çok yaramazdı,hiç derslerine çalışmıyordu,okuldan sürekli kaçıyordu,sigara içiyordu,bana karşı geliyordu ve küfür ediyordu…..” gibi yüzlerce gerekçeyi sıralasak bile dayağın, şiddetin bir aczin ve yetersizliğin ifadesi olduğu gerçeğini değiştiremeyiz.Bu bakımdan bu uygulamanın parçası olarak hatırladığım ve hatırlamadığım herkesten özür diliyorum,yıllar sonra hatırlayıp pişmanlık duyanları da özür dilemelerine gerek kalmadan affediyorum.

Bazen arkadaşlarla da konuşmuşluğumuz olmuştur. Şöyle geriye dönüp baktığında insanoğlunun bir yığın yanlışı olduğunu kendisi bile fark ediyor. Acaba yaratan yarattığına bir şans daha vermeyi düşünmez mi diye de aklımdan geçmiyor değil.Yani ilk yaşananları hayatın bir müsveddesi olarak kabul edersek ikincisini de temiz ve gerçek defter düşünmek gibi yani.Bunların her ikisinde de aynı hataların ve yanlışların yapılması halinde artık kişinin cezalandırılması gerektiği biçiminde yani.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *