“Her işin başı sağlık, mala gelsin cana gelmesin, sağlık olsun, önce sağlık” gibi söylemleri yaşam süremiz boyunca duyarız ya da söyleriz. Yaşam savaşı veren her insanımızın kader birliği ettiği bir sözcüktür sağlık. Bu itibarla da çocukluktan başlayarak her birimizin yolu bir şekilde sağlık kurumlarına düşmüş ve oradaki çalışanların emeklerine ve yüreklerine kendimizi teslim etmişizdir.
Benim çocukluğumun geçtiği kasabada uzun yıllar tek bir doktor vardı. O doktor hem hükümet tabibi, hem belediye hekimi, hem de hastane dediğimiz sağlık merkezinin hekimi ve başhekimi idi. Bu doktorumuz öğleye kadar hastanede resmi işlerini yürütür, öğleden sonra da çarşıdaki özel muayenehanesinde hasta kabul ederdi. Eczane ise hiç yoktu kasabamızda. Ancak tek doktorumuzun muayenehanesinin karşısında kendisine ait olan ve benim de hasbelkader bir yıl eczacı kalfalığı yaptığım bir eczanesi vardı. (O tarihlerdeki mevzuata göre bir eczacı tarafından eczanenin açılmadığı yerlerde doktorlar isterse “Ecza Dolabı” altında bir yer açabiliyordu.) Eczanesinde çalışma sebebi ile kendini tanıma bahtiyarlığına eriştiğim ve genç yaşta da hayatını kaybeden kasabamızın kıymetli doktoru Erduran Boyuneğmez’i bir kez daha saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.
Çocuklar da yetişkinler de pek mecbur kalmadan gitmez ya da götürülmezdi doktora. Evde ateşimiz arttığında analarımız dilimledikleri patatesleri alnımıza sarar, ya da insan vücudunun iyileştirici gücünün de etkisi ile şifa bulurduk. İlkokul yıllarında periyodik aralıklarla aşılar yapılırdı. Bir keresinde bize cesaret vermek için ilk aşıyı öğretmenimizin yaptırdığını hatırlıyorum. Aşının ardından bir gün tatil olması ayrı bir sevinç kaynağı olurdu. Aşı sonrası bazan kolda şişme, gece ateşlenmeleri yaşandığında “İyi iyi, bak aşı tutmuş” diye verilen teselli ile savaşı kazanan bir vücudun sahibi olmanın gururunu yaşardık. Birçok başvuruda gerekli olan aşı kağıdını almak için bir toplu iğne ile kolumuza yapılan çiçek aşısı hala belleğimde canlılığını koruyor.
60’lı yıllarda doktorlardaki uzmanlık konusunda pek bilgisi yoktu kimsenin. Bu konuda az buçuk bilgisi olanlar doktorumuz ile ilgili “Ne doktoru?” sorusunu sorduğunda alacağı cevap “O her şeyi biliyor, her şeyden anlıyor” şeklinde olurdu. Hakikaten de o kasabanın tek ve her şeyi bilen doktoruydu. Diş çekmeden dikiş atmaya, enjeksiyon yapmaktan serum takmaya, kulak burundan göğüs hastalıklarına ve hatta doğuma kadar uzanan mucizevi elleri vardı tek kişilik dev sağlık kadrosunun. Eczanesinde çalıştığım doktorun muayenehanesinde halk arasında “AYNA” denen -bugünün tam karşılığının ne olduğunu bilmediğim- bir görüntüleme aracı vardı. Hastalara “Neobaryomin” adlı ilaçtan yapılan ayran kıvamında hazırlanan bir sıvı verildikten sonra bu aygıta sokulur, doktorumuz iç organları inceler, teşhisini koyardı. Muayene ücretinin 5 lira, ücretinin 7,5 lira olduğunu hatırlıyorum.
Daha sonra yıllar yılları kovaladı, bu küçük kasabanın dışına çıkınca sağlık, sağlık kurumları, sağlık çalışanlarının ne kadar çeşitlilik kazandığını öğrenmeye başladık. Devlet hastanesi, SSK hastanesi, Üniversite hastanesi, Esnaf Hastanesi, Öğretmenler hastanesi, Özel hastane gibi kurumlar hepimizin hafızasında canlılığını koruyor. Ben Aile hekimliğinden başlayarak hemen bütün kurumlardan bir şekilde hizmet aldım. Bunlar daha çok ayakta tedavi türünden hizmetleri kapsıyordu. Yani herhangi bir operasyon geçirip veya bir başka sebeple hastane yatağında uyumamıştım. Yanlış anlaşılmasın hastanede yatan yakınlarımın refakatçisi olarak sayısız gecelerim geçti bu kurumlarda. Ancak aşağı taraflarda sonda, yukarı taraflarda serumların bağlı olduğu insan görüntülerinin hep seyircisi oldum. Bu tür aparatların kendi vücuduma tatbik edilmesi ve bu işin bizzat öznesi olmak için demek ki 73 yıl beklemem gerekiyormuş.
Aylar, aylar önce elimde poşetler ile pazar alışverişinden dönerken, daha sonra da yürüyüşler esnasında sol kasığımda bir ağrı, acıma ve sızı gibi bir şeyler hissettim. Önceleri geçici ve mevsimsel bir durumdur diye düşünerek pek dikkate almadım. Fakat ara ara tekrarlamaya başlayınca bir doktora göstermek şart oldu diye düşündüm. Teşhisten iyice emin olmak için hem resmi hem özel üç doktora gittim. Benim içlerinden en az birinin “Önemli bir şey değil, şu ilacı bir hafta kullan bir şeyin kalmaz.” derler gibi bir beklentim vardı. Ama üçü de aralarında sözleşmiş gibi “Buna kasık fıtığı diyoruz. Şu an pek aciliyeti olmamakla beraber bunun çözümü ameliyattır. Ameliyatların ilerleyen yaşlarda riskli olduğunu da düşünerek kararınızı verin” dediler. Ben daha çok işime geldiği için olacak bu konuşmaların daha çok “Şu an aciliyeti olmamakla beraber” kısmını algıladım ve zihnime kaydettim. Biraz böyle kendimi kandırmış olarak bir süre daha geçti. Ne var ki zaman ilerledikçe daha önceki belirtiler daha sık ve şiddetini arttırmış olarak “Beni unutma” demeye başladı ve beni “Ol kurtul” noktasına getirdi.
Bir garip insanız. Çok duyarlı mı yoksa çok güvensiz mi demek gerekir bilemiyorum. Belli hizmetin nereden alınacağı çok net ve açık olmasına rağmen hemen bir arayışa başlıyoruz. Görevde olduğum yıllarda, özellikle okula yeni kayıt yaptıracak çocukların aileleri “Hocam bizim çocuk bu yıl okula yeni başlıyor, hangi okula yazdıralım. Hangi okul iyidir” diyerek kapımızı aşındırırlardı. Ben de kendilerine öğrenci için en önemli unsurun öğretmen olduğunu, bunun dışındakiler otelcilik hizmetidir” der ve “En iyi okul evine en yakın okuldur, başarabilirseniz o okuldaki iyi bir öğretmenle çocuğu buluşturun yeterlidir.” cevabını verirdim. Gerçekten en cömert koşullarda vasıfsız bir öğretmen bir varlık gösteremeyeceği gibi, en kısır şartlarda iyi bir öğretmen harikalar yaratabilirdi. Yaşadığım tecrübelerden de gördüm ki en markalı- hatta özel okullarda- “Bu öğretmenin nesine tamah ederek almışlar” diye düşündüklerim olduğu gibi, kenar mahallelerde ya da Anadolu’nun en ücra köşesinde mucizeler yaratan ve keşke benim çocuklarımın öğretmeni olsa dediğim meçhul ve sessiz kahramanlara da çok rastladım.
Bu hatırlatmadan hareketle ben de Antalya’daki evimizin çok yakınındaki hastaneyi bu operasyon için gözüme kestirdim. Resmi olsun, özel olsun ben çok büyük hastanelerden nedense tedirgin oluyorum. Çıkmakla bitmeyen katlar, labirent misali yürümekle bitmeyen koridorlarda kendimi adeta kaybolmuş hissediyorum. Özel Olimpos Hastanesi’ne bu açıdan bakınca butik hastane sınıfına sokabiliriz. İlk gidişinizde bütün bölümlerini zihin haritasına hemen kopyalamak güzel bir şey. Kuşkusuz özel hastaneler ile ilgili de kuşkularım yok değildi. Hepimiz biliyoruz ki ulaşımdan ve randevu almaktan başlayan ve aylar sonrasına verilen ameliyat günler ile ilgili sıkıntılar ister istemez bizleri ödeme gücümüz dahilinde olan tedaviler için daha yakın ve kolay ulaşılır durumdaki özel hastanelere yönlendiriyor. En yakın hastane en iyi hastanedir prensibinden sonra ameliyatı yapacak doktor için fazla arayışa girmedim. Hastanenin web sitesinde kendisi ile ilgili yazılanlar benim hikayeme çok uygun geldi ve kararımı Genel Cerrahi Uzmanı Şükrü Dölalan olarak verdim. Hastanenin giriş kapısından itibaren birkaç adım uzaklıktaki poliklinik odasında beni muayene ettikten sonra ameliyata karar vermem halinde bize gün seçeneklerini sundu. Yaklaşımının son derece samimi ve güven verici olması bana kendimi çok iyi hissettirdi. Ameliyat günü olarak 4 Mayıs 2023 tarihinde uzlaştık.
O gün sabah sekizde eşimle birlikte hastanede hazırdık. Bu ve diğer süreçleri eşimin desteği ile atlatmak çok daha kolay oldu. Bu bakımdan ilk ve en çok teşekkürü onun hak ettiğini itiraf etmeliyim. Hastanede bize eşlik eden görevli ile bürokratik işleri tamamladıktan sonra hastanenin üçüncü katındaki 308 numaralı odaya alındık. Herkese giydirilirken gördüğüm bazen yeşil bazen mavi renkli arkadan bağcıklı gömleği giyerek yatağıma yattım. Koluma bağlanmış serumdan damlalar akarken sıramızı beklemeye başladık. Bir süre sonra başka bir görevli tekerlekli sandalyeye beni bindirerek “AMELİYATHANE” yazısını hep dışardan okuduğum kapıdan içeri girdim. İçeride görevliler ameliyat öncesi işlerini sakin ve dikkatlice yürütüyorlardı. Beni ameliyat masasına oturttuktan sonra anestezi uzmanı “Şimdi size belinizden bir iğne yapacağım ve ayaklarınızdan itibaren bir sıcaklık başlayacak, giderek belden aşağı kısmınız uyuşacak” dedi. Dediği gibi de oldu. Ameliyat masasına uzandığımda adeta belden aşağım bana ait değildi. Üst tarafımda ise bir taraftan ilaçla desteklenmiş serum vücuduma akarken, diğer taraftan birçok kablo hortumla oradan çıkan sesleri ve görüntüleri ancak ilgililerin anlayacağı bir monitöre bağlanmıştım. Hazırlıklar tamamlanınca bir perde ile vücudumun altı ve üstü ikiye bölündü. Ve artık filmin as oyuncusu Şükrü beyin gelme zamanı gelmişti. Kim bilir kaçıncı ameliyatından çıkmış olan doktorumuzun ellerine emanettim artık. Ekip gayet sakin ve hünerle işini yapıyor bir yandan da fonda Tokat Türkülerinden biri olan ELLİK türküsü çalıyordu. Benim Tokat damadı olduğumu bildiler de bana sürpriz mi yaptılar yoksa diye içimden geçti. Çünkü eşimin memleketi olan Reşadiye’ye giderken otobüste geçen 10-15 saat içinde bu türküleri defalarca dinlemiş ve adeta ezberlemiştim. Ben türkünün eşliğinde otobüs yolculuğu yaparken ameliyatın ne kadar sürdüğünü anlamadım. Güya başlangıcında ve sonunda saate bakacaktım. Ama eşimin dediğini göre yataktan ayrılışım ve gelişim bir saat kadar sürmüş. İşlem bitince doktorumuz perdenin benden yana olan tarafına geçerek işlemin başarılı olduğunu, uyuşukluğun 4-5 saat kadar süreceğini, yukarıda da beni ziyaret edeceğini bildirdi. Beni monitöre bağlı aparatlardan ayırarak 3. kattaki odamıza çıkardılar. Hastanede bir gece kaldık. Narkozun etkisi geçince biraz ağrı ve acı duydum fakat daha sonra seruma ilaveten verilen ağrı kesici ve diğer ilaçlar ile geceyi rahat geçirdim. Sadece serum ve sonda gibi aygıtların hareketi sınırlaması sıkıntı veriyordu. Ama o kadar da olsundu.
Ertesi gün doktorumuz son kontrolü yaptı, daha sonraki kontrol günlerini de belirttikten sonra çıkabileceğimizi söyledi. Böylelikle sağlık konusunda bir ilki de başarı ile tamamlayıp evimize döndük. Gerek teşhis ve gerekse ameliyat süreci içinde Sayın Doktor Şükrü Dölalan ve ekibine, yattığım 3 katta görevli sağlık personeline yürekten teşekkür ederim. Gerek hastane ve gerekse çalışanlar bende olumlu izlenim bıraktı. Ne gösterişe varan abartılı bir yapılanma ne de standardı belli bir seviyenin altına düşüren durumlar yoktu. Yani her şey olması gerektiği kadar ve olması gerektiği gibi idi.
Böylesi bir yaşanmışlığı geride bırakırken halk arasında hep söylenegelen “Allah muhtaç etmesin, eksikliğini de göstermesin” cümlelerini mırıldanır halde buldum kendimi.
Cok gecmis olsun Necmi Bey. Sevgiler saygilar
Teşekkürler Mehmet bey.
Benden de kucak dolusu sevgi hepinize, kalın sağlıcakla
Gecmisler olsun, artik agrisiz gezmeye ve yazmaya devam insallah..
Sayin Doktor Şükrü Dölalan’a ve Olimpos hastanesi ekibine bizler de tesekkur ederiz.
Öncelikle geçmiş olsun, daha fazla gecikmeden ameliyat olman isabetli olmuş, umarım sağlık sorunlarımız böyle kolay halledilebilir olsun. Küçük yerlerdeki sağlık sorunlarının nasıl çözüldüğünden, kasaba doktorunun özelliklerinden tut, ameliyatın için doktor hastane seçimindeki özenli tutumun, hastane ekibinin çalışmalarındaki gözlemlerine kadar detaylı anlatımını merakla okudum, zaman ayırıp bu anını da yazabilmenden dolayı seni kutluyorum. Söz uçar yazı kalır.
Sevgili Dinçer
Geçmiş olsun dileklerin için teşekkürler. İnşallah yazma ve gezme işlerini sağlığımız elverdiği ölçüde sürdüreceğiz. Bu konuda sizlerin destek ve yardımları da çok önemli. Selam ve sevgiler,
Yazım ile ilgili değerlendirmen ve geçmiş olsun dileklerin için teşekkürler Leman arkadaş. Allah sağlık verdiği sürece karınca kararınca yazmaya devam edeceğim. Sizlerin paylaşımınız da benim için çok önemli. Güzel sözleriniz için tekrar teşekkürler. Sevgi ve selam kucak dolusu.
Necmi Hocam ben bunu gec gordum. Gecmis olsun. Allah saglikli ve neseli gunlerinizi, en sevdiklerinizle eksik etmesin. Londra’dan selamlarimizla.
Teşekkürler Sevgili V.
Geçmiş olsun dileklerin için ben de gecikmiş olarak reşekkür ediyorum. Ben de sizlere ve Londra’ya selamlarımı iletiyorum. Sağlıklı ve mutlu günleriniz olsun….