10 Nisan sabahı internet gazetelerinde sörf yaparken “Sümeyye Krizi” başlığı taşıyan haber dikkatimi çekti.Tıklayıp ayrıntısına girince değerli başbakanımızın kızı Sümeyye hanım Ankara’da devlet tiyatrosunun bir oyununu izlemekteyken oyuncuların müstehcenlik içeren hareketler yaptığı, ya da oyunculardan biriyle Sümeyye Erdoğan’ın göz göze gelmesi; oyuncunun bu sırada, ‘ne haber’ anlamıyla yapılan göz işareti yapması nedeni ile salonu terk etmesi üzerine 150 kişilik bir polis grubunun da salonu terk ettiği haberinin detaylarını okudum.
Aynı gün yine gazetelerin birinde ”Dünya bu Başbakanı konuşuyor” başlığı ile verilen haberin ayrıntılarında İngiltere Başbakanı David Carmeron ve eşi Samantha’nın İspanyada 3 yıldızlı ve plastik sandalyeli bir otelde paralarını da kendileri ödeyerek hafta sonu tatili yaptıkları haberine yer veriliyordu.
Bu bana bir kaç yıl önce küçük oğlumun çalıştığı Hollanda’ya gittiğimde gördüklerimi hatırlattı. Hollanda’da yine bir tanıdık bizi La Hey/ Den Hag(Şehrin ismini doğru yazamamış olabilirim) şehrini gezdirirken parlamento binasını da görme fırsatını buldum. Benim düşünceme göre seçmenler, delegeler, iş takipçileri derken orası ana baba günü olmalıydı. Ancak son derece sakin bir ortam olduğunu görünce şaşırmıştım. Bir de dışarıdaki motorsiklet ve bisikletlerin bazılarının da parlamenterlere ait olduğunu öğrenince şaşkınlığım daha da arttı. Sonra hatırladım ve anladım ki orası bir krallıktı ve bizimki ise cumhuriyetti. Demek ki krallıkta yönetenler yurttaş gibi, cumhuriyette ise yönetenler kral gibi yaşıyordu.
Tabi bunların hepsini alt alta koyup daha derinliğine bir düşünceye daldığımda “Biz niye böyleyiz” girdabında buldum kendimi. Ülkemizde belki de şark kültürünün bir parçası insanlar belli yerlere gelince sadece kendileri değil etrafındakilerle birlikte o makamın ve saltanatın bir parçası oluveriyor. Başbakanın eşi, başbakanın kızı olmak gibi yeni meslekler yeni statüler ve pozisyonlar oluşuveriyor. Buna uygun yeni protokoller belirleniyor. Bu durum da herkesi mutlu ediyor sanırım. Bir ara rahmetli Ecevit bu hovardalığa bir son vermek için yabancı marka da olsa yerli üretim renaulta binmeyi denedi ama pek de itibar görmedi. Bir çokları da bu durumu “Kendine hayrı olmayanın Ülkeye ne hayrı olur ki” diyerek eleştirmişti.
Oysa çağdaş dünyada her birey kendi bilgi,birikim ve becerisi ile var olmayı denemek durumundadır. Birisine dayanarak ya da birisinin gölgesinde var olmanın ne kadar sığ ve kısa ömürlü olacağını ne zaman fark edeceğiz acaba? “Ben çok önemli bir kişinin eşiyim ya da çocuğuyum o halde saygı görmeliyim” anlayışı bu çağa uygun bir anlayış olmasa gerek.
Başa dönecek olursak Sümeyye hanım kızımızın bu müstehcenlik sebebi ile de olsa,kendisine işaret yapıldığı nedeni ile de olsa salonu terk etmesinin mantıklı bir gerekçesini bulmakta insan gerçekten zorlanıyor. Bir oyunu, bir filmi ya da bir sanatçıyı izlerken bazen benimde beğenmediğim olmuştur. Bu gibi durumlarda kendime şu kriteri uygularım ”Sen beğenmediğin bu oyun ve oyuncu gibi bir eser üretebilir misin?” sorusunu kendime sorarım. “Hayır beceremem” diyorsam benden daha fazlasını üretene karşı sabretmeyi öğrenmem gerektiğini düşünerek oyunun sonuna kadar bekleme cezasını kendime veririm.
Kendine işaret edilmesini salonu terk etme sebebi saymaya ne demeli hiç bilemiyorum. Yani salonda yüzlerce kişi var ve yapılan işaretin sana yapıldığını düşündüren ne olabilir ki? “Burada sadece ben varım. Zaten diğerleri niçin muhatap alınsın ki?” şeklindeki bir değerlendirmenin sonucu olsa gerek bu da.
Bir de salonu terk ederken onunla beraber polis oldukları söylenen 150 kişinin salonu terk etmesine ne demeli? Polis olduğu söylenen kişiler Sümeyye hanım kızımızı korumak ve kollamak üzere oradaysa vay bu memleketin haline…Diyelim ki onlar da sadece masumane birer bilet alıp tiyatroyu izlemeye geldilerse bir kişinin daha sebebi bile doğru dürüst anlaşılmayan tepkisine bir sürü psikolojisi içinde katılmalarını ise açıklayacak cümle bulmakta gerçekten zorlanıyorum.
Belki de daha çok konuyu sosyolojik ve psikolojik boyutuyla değerlendirmek en doğrusu. Babasının kızı ne de olsa “Van münit” deyip puan toplama gayreti olmasın sakın demekten de alamıyor insan kendini. Ya da gündem oluşturma veya gündemde kalmanın farklı bir yöntemi ile mi karşı karşıyayız acaba? Ne diyelim hayırlısı olsun. Yine de şükür edelim ki “Beni başörtülü/türbanlı olduğum için salondan attılar” demedi en azından.
Eleanor Roosevelt bir defasinda demisti ki, “No one can make you feel inferior without your consent” . Yani sen riza gostermedikce izin vermedikce kimse seni asasgilayamaz hor goremez.
Konuya iliskin bir diger anektod da su olabilir. John Lennon bir konserine gelen Kralica Elizabeth’e bakarak “Siradaki sarkiya eslik etmek icin arka siradakiler ellerini cirpsin on siraadkiler ise mucavherlerini sakirdatsin” demistir. Kralice konseri terk etmemistir.
“İnsanlar hakettikleri şekilde yönetilirler” diye bir şey de vardı sanki..
Bunu “Her toplum layık olduğu yöneticiler tarafından yönetilir” şeklinde ifade eden de var
teessuf ederim necmi bey, burada 2 tane harika anektod anlatmisiz, onlari tartismiyosunuz da, e.roosevelt’i j.lennon’u masaya yatirmiyosunuz da gidip sangay rehberinin kiytirik yorumuna yorum getiriyosunuz.
Mehmet bey ..Lütfen kusurumuza bakmayın ve beni mazur görün. İçinde orijinal ingilizce sözcükleri de barındıran anektodlarınıza söyleyecek laf bulamadığımız için masaya yatıramadık.Katkılarınız konuyu muazzam bir biçimde renklendirdi ve zenginleştirdi.Elinize ve dilinize sağlık…
Genç arkadaşı güzel bir şekilde idare ettiniz Necmi bey, tebrikler..