BİRAZ DA KİTAP / MELEK TERÖRİST FAHİŞE

“Melek Terörist Fahişe” Osman Balcıgil’den okuduğum üçüncü kitap. Daha önce de belirttiğim gibi Balcıgil romanlarını gerçek kişiler ve olaylar üzerine kurguluyor. Bu kitabında da bu kural geçerli. Kitap vakti zamanında genelev patroniçesi olarak tanınan Matilt Manukyan’ın dünyası etrafında şekillenmiş. Manukyan’ın kamuoyunda çok geniş yer almasının sebeplerinden biri de onca seçkin sanayici, tüccar ve iş adamlarını sollayarak altı yıl süre ile Türkiye vergi rekortmeni olması idi. Birçok vergi dairesinin girişinde yazılmış “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” levhaları boşuna yazılmamış demek ki.

Bu konuları zaman zaman arkadaş grupları arasında konuştuğumuz tartıştığımız olmuştur. Bu gruplarımızda zaman zaman dini bütün, hatta din görevlisi arkadaşlarımız ve dostlarımız olurdu. Söz döner dolaşır içkiden alınan yüksek vergiler, Manukyan’ın ödediği devasa vergi, bunların aktarıldığı bütçe ve buradan yapılan harcamalar, alınan maaşlar, yapılan hayır işleri derken helal mi, haram mı ikilemi cevap arayan bir soru olarak karşımıza çıkıverirdi. “Canım bütçenin hepsi bunlardan oluşmuyor ki biz ücretlerimizi helal kısmından alıyoruz” gibi durumu kurtarma gayretleri karşısında bir arkadaş da “Hocam bir damacana temiz içme suyunun içine bir bardak pislik döksek ve akabinde içmeye kalksak bunun temiz tarafından içilmesi mümkün mü?” diyerek işi daha da karıştırırdı.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / MELEK TERÖRİST FAHİŞE”

DUR BAKALIM NE OLACAK?

Korona ile yatıp korona ile kalktığımız bu günlerde beklenmedik olaylara ve gelişmelere de tanıklık ediyoruz. Galiba her şey Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın sosyal medyadan duyurduğu istifası ile başladı. Bu çeşit garip uygulamalar da artık moda oldu sanırım. Daha önce de İçişleri bakanı bu benzer yolu denemişti ama kabul görmemişti. Bu istifanın Türk parasının birden değerlenmesine yol açması konusuna değinmek istemiyorum. Beni en çok şaşırtan ve hatta “Bu bir rüya mı? Ne olur beni çimdikleyin.“ dedirten şey ise ondan sonraki gelişmeler oldu.

Sayın Cumhurbaşkanımız bir yandan acı reçete ile de soslandırılmış olarak ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatacaklarını açıklarken, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Yargı konjonktüre, birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa’ya bakar. Bizim beklentimiz budur… Anayasa Mahkemesi bir karar verip Mahkemenin buna uyar mı uymaz mı? gibi bir öngörülebilirliğin olmadığı yerde yatırımda hukuk öngörülebilirliğinden bahsetmek mümkün değil… Tutuklamayı istisna olarak değerlendiren uygulamaları sağlayacağız… Pardon dediğinizde, kusura bakmayın ama haksız yere içerde cezaevinde tutuklu kalan kişinin o günleri geri gelmiyor. Ticari itibarı, maddi kayıpları geri gelmiyor” şeklindeki sözleri ile adeta yepyeni bir dönemin müjdesini veriyordu. Her ne kadar bu sözler geçmişteki uzun iktidar döneminin bu konulardaki başarısızlığının itirafı sayılsa da o kadar kusur kimde yok, yeter ki bundan sonrası iyi olsun deyip bardağın dolu tarafına bakalım. Ülke olarak daha özgür ve demokratik bir iklimi kim istemez ki? Herkes fikrini özgürce açıklayabilecek, cezaevinde gazeteci, akademisyen, yazar, siyasetçi boş yere yatmayacak. Dahası benim zihnimde cevap aramak zorunda olduğum birçok konu da gündem dışında kalacak.

Devamı için tıklayın “DUR BAKALIM NE OLACAK?”

VE AYASOFYA SİYASETE AÇILDI

Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazımın başlığının patenti bana ait değil. Günler, hatta haftalar önce Sözcü gazetesinde Deniz Zeyrek’in bir yazısında görmüştüm galiba. Bu ifade çok tuttu ve herkes tarafından dillendirilmeye başlandı. Bu yüzden ben de kullanmakta bir beis görmedim.

Hatırlarsınız bundan kısa bir süre önce Korona günleri serisi içinde Ayasofya’yı da değerlendiren bir yazı yazmıştım. Hatta konunun ülkenin bunca derdi arasına sokuşturulmuş yapay bir gündem olmasından bahisle futbol literatürü içinde benzetmelerle top çevirme hareketi olarak anlatmış ve buradan da bir şey çıkmayacağı sonucuna varmıştım. Önüne, arkasına “ama, ancak, fakat, lakin” koymadan itiraf edeyim ki bilemedim ve yanıldım. Nasıl yanılmam ki? Koskoca Cumhurbaşkanı bir yıl önce “Ayasofya’nın hemen yanındaki camiler dolsun önce, bu işin siyasi boyutu var, bunların hepsi tezgâh, bu oyunlara gelmeyelim. Başka ülkelerde de bizim camilerimiz var, işin bu tarafını da düşünmek lazım” şeklinde açıklamalar yapması, hatta konu ile ilgili Danıştay’daki davada Cumhurbaşkanlığı verdiği savunmada yapının müze yapılması ile ilgili kararın arkasında durması bizi tam olarak ters köşeye yatırdı.

Devamı için tıklayın “VE AYASOFYA SİYASETE AÇILDI”