KAR HELVASI

Gün geçmiyor ki ülkemizde-hem de üst düzey- kişiler ve kurumlar arasında bir garabet yaşanmasın. En son da bu Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında yaşandı. Düşünebiliyor musunuz cümle alemin tüm sorunlarını çözeceğine inandıkları bu kurumlar bizatihi sorunun kendisi oluyor bir anda. Galiba Moliere’in bir oyununda olduğunu sandığım “Mahkemeleri mahkemeye vereceğim” şeklindeki replik gerçek oluyor gibi. Bunun böyle olmasını istemiş ya da tahmin etmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanı ve iktidar kanadı Yargıtaydan yana tavrını koydu ve hemen konuyu daha önce de bahsettiğim ipe un serme soslu tavşana bak görünümlü anayasa değişikliğine getirdi. Referandumlu referandumsuz onlarca maddesi kendi istediği doğrultuda değişen bu anayasadan -kendi yaptığı halde beğenmediğini söyleyen Nasrettin hocanın kar helvası gibi- yine iktidar kanadının şikayetçi olması ne kadar garip.

Bütün bu garabetler zincirine yıllardır sistemin omurgası diye pazarlanan seçilme çıtasını 50+1 olarak belirleyen düzenlemeden şikayetler de eklendi. Şark kurnazlığı içinde “En fazla oyu alan seçilsin ve fazla yorulmadan bu iş olsun bitsin” şeklindeki temelsiz bir söylem dillendirilir oldu. Mesela bu durumda seçime on aday katılsa, her biri yüzde on civarında oy alsa, bir tanesi de yüzde on bir alsa o seçilmiş sayılacak bu mantığa göre. Temsilde adaletmiş, demokratik meşruiyetmiş hiç önemli değil, yeter ki yüzde on biri bizim adayımız alsın. Her sıkıntıda olduğu gibi buna da adres olarak anayasa değişikliği gösterildi.

Devamı için tıklayın “KAR HELVASI”

HAVADAN SUDAN / 4

Sanırım 90’lı yılların sonu ve galiba Refah-Yol hükümeti zamanı idi. Yine bir Ramazan ayında İstanbul Valiliği, içinde biz İlköğretim Müfettişlerinin de bulunduğu bir eğitimci topluluğuna Anadolu yakasında bulunan Sabancı Öğretmenevinde bir iftar yemeği vermişti. O yıllara kadar bu tür uygulamalar yoktu ve yeni yeni başlıyordu. Bazısı İstanbul’un çeşitli yerlerinden toplu taşıma araçları ile birkaç aktarma yaparak, bazısı kendi araçları ile mekâna ulaştılar. Aramızda oruçlu olan da vardı olmayan da. İftar saatine kadar bahçede vakit geçirildi, zaman yaklaşınca bazıları sigarasını söndürerek içeri girip sofrada yerini aldı. Uzun zaman geçti. Yenildi içildi ve nihayetinde herkes evine döndü.

Bu anlattığım çok basit sıradan ve havadan sudan diyeceğimiz bir konu gibi gelebilir hepimize. Beni öteden beri bedava olan ya da kaynağı belli olmayan mal, hizmet ve ikramlar endişelendirmiş ve germiştir. Bedava gibi görünen aslında derinliğine düşünüldüğünde en pahalı şey olabilir. O İftar yemeğine katılan 500’den fazla kişinin masrafı valinin kendi kesesinden karşılanmamıştır sanırım. Öğretmen Evinin zarar bilançosuna yazılan bu hesap aslında kimlerin lokmasının küçülmesini sağlamıştır şeklindeki düşünceler boğazımda lokmaların dizilmesine neden olmuştu.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 4”

HAVADAN SUDAN / 2

Hepimizin kanıksadığı, adeta sıradan diyebileceğimiz rutin haline gelmiş bir işleyişten bahsederek yazıma bir giriş yapmak istiyorum. Hafta sonu eve gelip akşam haberlerini dinlerken “Sayın Cumhurbaşkanı … camii cuma namazı çıkışı iç ve dış politikaya ilişkin açıklamalarda bulundu ve muhalefeti sert bir biçimde eleştirdi…” şeklindeki yaşanmışlık artık hayatımızın sıradan bir parçası haline geldi. Cami siluetinin bir bölümünü fon alarak kurulmuş kürsü ve bir yığın mikrofonun önündeki bu görüntü çok sıradan bir senaryo haline geldi. Ben alışılmış bu görüntülerin derinliğine inip olayları irdelerken buluyorum kendimi.

Önce kendimi bir an Cumhurbaşkanının yerine koyuyorum. Tam hutbeyi dinlerken ya da huşu içinde namaza yönelmişken dışarıdaki gazeteci ordusunun soracağı soruları ve onlara verilecek cevabı düşünür halde buluyorum kendimi. Gerçi orasının yolgeçen hanı olmadığını, herkesin kafasına eseni soramayacağını, soruların ve soruyu soracakların titizlikle seçildiği söyleniyor olsa da yine de insanın düşüncesi biraz dağılır diye düşünüyorum.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 2”

EĞİTİMDE SİL BAŞTAN

Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız İbn Haldun Üniversitesi’nde düzenlenen bir törende şöyle söyledi: “Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu da iyi biliyoruz. Fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Şahsen bu konuda kendimi mahzun hissediyorum… Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun batı taklitçiliğine dönüşmüş olması en büyük kayıptır.”

Bu cümleleri ilk defa duyan, ya da evveliyatı ile ilgili bilgisi olmayan bir kişi bunları seçimlere hazırlanan bir muhalefet partisi liderinin söylediğini zanneder. Oysa bu yakınma 18 yıldan beri bu ülkeyi tek başına yöneten bir parti liderinden gelince son derece şaşırtıcı oluyor. Nasıl olmasın ki, 18 yıl önce 7 yaşında olan ve ilkokula yeni başlayan biri bugün 25 yaşında ve üniversiteyi bitirmiş bir kişi olarak karşımızda duruyor. Yani neredeyse bir nesil bu iktidarın rahle-i tedrisinden geçti. Öyle olunca da bu konuda söylenen cümleleri başarısızlığın bir itirafı olarak kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olur bana göre. Bu gerçeğin geç de olsa farkına varılmasını yine de takdir edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Devamı için tıklayın “EĞİTİMDE SİL BAŞTAN”

MUHTAR BİLE OLAMAZ……

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın başlattığı yeni bir gelenek sanırım hiç kimsenin dikkatinden kaçmamıştır. On iki yıllık Başbakanlık döneminde yaptırdığı muhteşem sarayında polislerden iş adamlarına, esnaflardan muhtarlara  çeşitli meslek grupları ile yaptığı bütün toplantılar televizyonlardan da canlı olarak verilmektedir. Yakında sıra apartman yöneticilerine gelirse şaşmam. Sayın Cumhurbaşkanı bu toplantılarda havadan sudan biraz konuştuktan sonra sözü paralel yapıya ve arkasından başkanlık sistemine getirmekte bunun için de yaklaşan seçimlerde isim zikretmeden şark kurnazlığı diyebileceğimiz bir zihniyetle malum partiye  400  milletvekili istemektedir.

Bu toplantılardan muhtarlar ile ilgili olanı birkaç kez tekrar edildiği için medyada daha geniş yer aldı. Bu toplantılarda da Cumhurbaşkanı zamanın muktedirleri tarafından kendisi için söylenen  “muhtar bile olamaz” sözcüğünü hatırlatıp sözü “Ama bakın ben cumhurbaşkanı bile oldum” demeye getirmektedir. Bu durum bana halk arasında çok söylenen bir fıkrayı hatırlattı. Hani adam çocuğunda gördüğü bazı özelliklerden dolayı ona sık sık “Sen adam olmazsın” der dururmuş. Nihayetinde çocuk büyümüş tahsilini tamamlamış vali olmuş ve babasını makamına çağırarak “Baba sen bana adam olmazsın diyordun ama bak ben vali oldum.” demiş . Babası da  kastettiği şeyin farklı olduğunu hissettirircesine “Ben sana vali olamazsın demedim adam olamazsın dedim.” cevabını vermiş. Konuya bu açıdan baktığımızda “Muhtar bile olamaz” cümlesinin yanlış değil, olsa olsa eksik bir cümle olduğu söylenebilir. Söyleyen kişiye de sorulsa ”Ben cumhurbaşkanı olamaz demedim muhtar olamaz dedim” biçimindeki açıklaması ile cümleyi daha anlaşılır hale getirecektir.

Seçimlerde oy kullananlar hatırlayacaktır. Belediye başkanından milletvekiline, il encümeninden belediye encümenine tüm seçilenler genelde bir siyasi parti şemsiyesi altında oy pusulasında yer almakta iken muhtarlar hiçbir siyasi parti kimliğini kullanmadan beyaz bir kağıt parçasındaki isimleri ile bu yarışa girmektedir. Seçildikten sonra da cumhurbaşkanı gibi tarafsız kalacaklarına dair anayasal ve yasal bir yemin etmemelerine rağmen hizmetlerini ayrıştırmadan, ötekileştirmeden,  nefret dilinden çok sevgi ve samimiyet dilini kullanarak yürüttüklerine tanık oldum çoğu kez. Ha tabi onların bir siyasi görüşü yok mu elbette var. Ama en azından bunu işine karıştırmamayı en iyi yapanların muhtarlar olduğunu düşünmekteyim ben.

Bir de merak ettiğim bir şey insanların muhteşem saraya davet konusunda ne hisssettikleridir. “Keşke ben de çağrılsam” diye mi, yoksa “İnşallah beni çağırmazlar” diye mi düşünürler. Kolay değil yani orada susmak, dinlemek ve alkışlamak dışında bir seçeneğiniz yok. Söz gelimi muhtarlar ile yapılan toplantıda muhtarın biri söz alıp “Sayın Cumhurbaşkanım davetiniz bizi çok mutlu ve bahtiyar etti. Ömrümüzde görmediğimiz güzellikleri gördük. Adını bile duymadığımız yemekleri yedik. Sağ olun eksik olmayın Allah sizi başımızdan eksik etmesin. Ama merak ettiğim bazı şeyler de var. Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Ben boğazımdan şimdiye kadar haram lokma geçirmemeye özen gösterdim. Bize kimin kesesinden ziyafet çekiliyor? Burada konu mankeni ya da dolgu maddesi olarak kullanılmak ağırıma gidiyor. Türkiyede elli binden fazla muhtar var. Bu davet ve ikram hepsine yapılacak mı? Bir de bize formaliteden muhtar bilgi formu, talep formu gibi şeyler doldurtuyorsunuz. Bunca işinizin arasında bunlarla uğraşacağınızı tahmin etmiyorum. En iyi ihtimalle hiyerarşik olarak İçişleri bakanlığı, valilikler ve kaymakamlıklara gönderilecek . Bu tür toplantıları zaten biz sizin bir uzantınız olan mülki amirlerimizle düzenli olarak yapıyoruz. Burada sizin örtülü bile diyemeyeceğimiz seçim kampanyanızın ve başkanlık ihtirasınızın bir parçası olmaktan öteye bir fonksiyonumuz yok gibi geliyor bana…” şeklinde konuşmaya başlayıverse  ne olur acaba?

Neyse muhtarlardan girdik ama sözü de fazla uzattık galiba. İyisi mi Atatürk’ün sanatçılar için söylediği sözü muhtarlara uyarlayarak yazımızı sonlandıralım. “Efendiler… Hepiniz Milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz; Fakat Muhtar olamazsınız…..!”