BEN MİLLETVEKİLİ İKEN

Rahmetli dedem hem anlatır hem gülerdi. Adamın biri kendini “Ben Hacı Molla Memiş Efendiyim” diyerek tanıtır ya da takdim edermiş. Yakın çevresi bu adamı çok iyi tanıdığı için aynı şeyi onlara da yaptığında birisi dayanamamış ve: “Yahu arkadaş senin Hicaz’a falan gitmişliğin yok bir kere bu hacılığı geç. Mektep medrese görmüşlüğün ise hiç yok Molla da olamazsın. Efendilik ise senden fersah fersah uzak. Sen sadece kupkuru bir Memişsin” der. Toplumda insanların kendini olduğundan farklı gösterme çabaları ile ilgili ilginç bir anlatım bence.

Türk toplumunu bazıları tarif ederken “mesleksiz” nitelendirmesini yapar. “Ne iş olursa yaparız abi” birçok kişinin kullandığı ama aslında tarif edilebilir bir iş ve beceri sahibi olmadığının da bir itirafıdır. Meslek ve zanaat kavramı belli konuda eğitim görmüş ya da usta çırak ilişkisi içinde yeterli donanım sahibi olarak bu hünerlerini hem yerel hem de evrensel anlamda bir değer olarak sunulmasını anlıyoruz. Doktor, öğretmen, mühendis, terzi, tesisatçı gibi değerli uğraşları buna örnek gösterebiliriz.

Devamı için tıklayın “BEN MİLLETVEKİLİ İKEN”

HİKAYE-İ MUHALEFET (2)

Günlerdir gündemde olan ve ilgili, ilgisiz herkesi meşgul eden “Ne olacak bu CHP’nin hali” macerası geçtiğimiz hafta yapılan olağan kongresi ile nihayet sona erdi. 13 yıllık Kemal Kılıçdaroğlu döneminin sonu ve Özgür Özel döneminin de başlangıcı oldu bu. Çok bilmişlik edası ile “Bu resmi nasıl okumalıyız” diye başlayan cümleler ile uzun uzun politik analizler yapacak durumum yok, ama sade bir vatandaş ve seçmen olarak süreçle ilgili düşüncelerimi ve duygularımı paylaşabilirim ancak.

Türk siyasetinde pek alışık olmasak da aslında çok önceleri olması gereken bir durumdur yaşananlar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok kötü biri olması ile de ilgili görmüyorum bunu. Aksine dürüst, ahlaklı, çalmaz çırpmaz özellikleri ile çok da iyi bir kişi diyebiliriz. Belki de tam bu yüzden ayrılması gerekiyordu. Gerçi olayların doğal akışındaki işaretler bunu birkaç kez hatırlatmıştı kendisine ama o anlamak istemedi ne yazık ki.

Devamı için tıklayın “HİKAYE-İ MUHALEFET (2)”

GİDİŞAT / 3

Ülkesi için, toplumu için endişe duyan seçmenlerin umut bağladığı muhalefet, namı diğer altılı masa giderek “Yok arkadaş, bunlardan ne köy olur ne kasaba” kulvarına girecek diye endişe etmeye başladım. Muhalefetin itici gücü, lokomotifi durumunda olan CHP ve onun lideri Kılıçdaroğlu’nun da bekleneni tam olarak vermediğini düşünenler çoğalmaya başladı. Tamam, Kılıçdaroğlu ahlaklıdır, dürüsttür, iyi niyetlidir, sözünün eridir gibi sayacağımız bir dizi meziyetlere sahip olduğundan da kuşkum yok. Ama bütün bunların işe yarayıp yaramayacağı konusunda kuşkuluyum. Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun ben dili ile konuşmasını iletişim açısından hatalı buluyorum. Belli ki Sayın Cumhurbaşkanın “Benim bakanım, benim valim” söylemlerinden etkilenmiş olacak ki ben ile başlayan cümleler sadece altılı masa ile ilgili değil kendi partisi açısından da arızalı sanki. Parti başkanının sadece kendisinden ibaret olmadığını, yetkili organları, örgütü ve hatta ittifak içinde olduğu ortakları olduğunu hatırlayarak “Biz” ile başlayan cümlelere daha çok yer vermesi gerektiğine inanıyorum.

Bir de söylediği her sözün, sergilediği her davranışın birkaç hamle sonrasındaki muhtemel sonuçlarını tahmin etmesi gerekir. Örneğin toplumsal düzeyde zaten hallolmuş olan başörtüsü ile ilgili yasal düzenleme teklifinden amaçlarının ne olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Özellikle ekonomik sorunlar ile iyice bunalmış olan iktidar için adeta can simidi gibi geldi Kılıçdaroğlu’nun bu teklifi. Bir yandan başörtüsü sorununu biz çözdük öyle bir sorun yok derken diğer yandan anayasa değişikliği ve referanduma kadar uzayan ve seçime kadar tepe tepe kullanacakları bir malzemeye kavuşmanın sevincini yaşıyorlardır. Her halükârda ve her aşamada karşı olanlar, bizden olanlar kamplaşmasını diri tutmaya hizmet edeceği muhakkak bu gidişatın.

Devamı için tıklayın “GİDİŞAT / 3”

BİRAZ DA KILIÇDAROĞLU’NA

Bizdeki siyaset anlayışı akılcı ve eleştirel olmaktan daha ziyade biat esasına dayanıyor. Bu iktidar için olduğu kadar zaman zaman muhalefet için de geçerli. Yani kendi mahallemizin lideri ne yapıyorsa ne söylüyorsa tartışmasız doğru, karşı mahallenin konuştukları ve yaptıkları ise ihanet derecesinde yanlış kabul ediliyor. Durum böyle olunca da bu yapılanmaların içinde yer alan insanlar yanlışları da sahiplenmek ve savunmak zorunda kalıyor. Ben mümkün olabildiğince kendimi bu dar koridorun dışında tutmak istiyorum. Doğru olanı kimden gelirse gelsin kabullenmek, yanlış olanı da kimden gelirse gelsin eleştirmek şeklinde somutlaşıyor bu yaklaşımım.

Yıllardır ülkenin sağlık sistemini eleştirir dururuz. Bütün bunlar bugün için de geçerli. Topluma faturası hayli kabarık olan hasta garantili şehir hastaneleri, yoğun hasta talebine cevap veremeyen sağlık kurumları, emeğinin karşılığını alamayan sağlık çalışanları şeklinde çoğaltabiliriz bu konu başlıklarını. Bütün bu olumsuz gidişat içinde benim olumlu bulduğum birkaç uygulamadan da söz etmek isterim. Yıllarca Esnaf hastanesi, Öğretmen Hastanesi, PTT Hastanesi, Devlet Hastanesi, SSK Hastanesi gibi farklı kurallara ve kurumlara bağlı sağlık kurumlarının çeşitlendirilmesine bir türlü anlam veremiyordum. İşçinin, öğretmenin, esnafın farklı bir anatomisi yok ki farklı kurumlardan hizmet alsın. Sadece insan olması en kaliteli sağlık hizmeti alması için yeterlidir zaten. Bu farklılıkların ortadan kaldırılmasını olumlu bir adım olarak gördüm. Bir de buna teknolojinin getirdiği randevu sistemi eklenince sağlık kurumları daha ulaşılır hale geldi. Bu zincirin belki en önemli halkası doktorların hastane ve muayenehane arasında seçim yapma mecburiyetinde bırakması idi. Bu uygulama yıllardır devam ettiği için birçoğumuz tarafından da kanıksanmıştı. Ben şahsen yasal da olsa etik bulmuyordum bu durumu. Yani bir öğretmenin mesaiden sonra bir ofis açıp kendi öğrencilerine ders vermesi, yargıçların savcıların, iş çıkışı açtıkları hukuk bürolarında belki davasını gördükleri kişilere hukuki hizmet vermesi, görevi sona eren emniyet mensuplarının dışarıda, alışveriş merkezlerinde güvenlik personeli olarak çalışması gibi çarpık bir durum geliyordu bana. Atılmış olan bu doğru adımlar sistemin tamamını düzeltmeye yetmedi. Bu gibi doğru adımlar iktidarın hep çıraklık devresi ve sonrasına rastlar. Daha sonraki kalfalık ve ustalık dönemlerini görünce “Keşke hep çırak kalsalardı” demeden edemiyor insan.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KILIÇDAROĞLU’NA”

İNCE İNCE MUHARREM İNCE

Günlerdir üzerinde konuşulan Muharrem İnce 14 Ağustosta bir otelde yaptığı basın açıklaması ile “Bin günde memleket hareketi” adını verdiği yürüyüşün startını verdi. Bize de bu durumda sadece hayırlı olsun demek düşer. Ama yine de sade bir vatandaş ve seçmen olarak bu fotoğrafı nasıl gördüğümü açıklamak isterim.

Muharrem İnce’yi partisinin grup başkan vekili olduğu günlerde tanıdım. Eğitimci bir geçmişi olduğu için ayrıca sempati de duydum. Daha sonra partisinin bir kongresinde genel başkan adayı olması kendisini daha bir yüceltti gözümde ve giderek yıldızının daha da parlayacağı konusunda umutlandım. 2018 yılında hepimizin bildiği gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşadık. Hepimiz merakla bütün ülke insanını kucaklayacak bir aday beklentisi içine girdik. Cumhur ittifakının adayı zaten belliydi. Bir ara Abdullah Gül’ün adı geçtiyse de ben pek ciddiye almadım. Zaten Meral Akşener’in adaylığını açıklaması ile bu plan gündeme gelmeden geçerliliğini yitirmiş oldu. CHP içinde de Yılmaz Büyükerşen, Abdüllatif Şener, İlhan Kesici isimleri öne çıkıyordu. Bunların hepsi bana göre bu makama uygun insanlardı. Muharrem İnce’nin de bu işe çok istekli olduğu biliniyorsa da olacağına ben pek ihtimal vermemiştim. Fakat günü geldiğinde Genel başkan Kılıçdaroğlu “Gel bakalım Muharrem. Cumhurbaşkanı adayımız sensin” deyince benim için de sürpriz oldu. Bana biraz dayatmalı ve zorlamalı bir yöntem izlendi gibime geldi. Aday olmayacağını önceden açıklayan Kılıçdaroğlu’na “ya sen aday ol, sen olmaz da başkası aday gösterilirse ben de aday olurum” biçiminde bir çıkışın bu belirlemede etkisi olduğunu düşünüyorum. “Kol kırılır yen içinde kalır.” ya da parti içinde gereksiz bir kargaşa ve bölünmüşlük görüntüsü yaratmayalım bir de bununla uğraşmayalım düşüncesi ile aday gösterildiğini tahmin ediyorum. Bu durumda benim nezdimde Muharrem İnce’nin ilk yaldızının dökülmeye başladığı an olarak değerlendiriyorum.

Devamı için tıklayın “İNCE İNCE MUHARREM İNCE”