ŞANGAY GÜNLERİ / MR.HU İLE BİR GÜN – XITANG SUŞEHRİ

Blogumu takip edenler oğlumun Şangay’daki Çinli arkadaşı Mr. Hu’nun 2011 yılı Şubat ayında İstanbul’a gelişini ve onunla yediğimiz akşam yemeği izlenimlerini hatırlayacaklardır. Mr. Hu bizim de Şangay’a geldiğimizi öğrenince bizi bir gün misafir etti. Sabah 9.00’da arabası ile gelen şoförü önce bizi evine götürdü. Kendisi  ve 10 yaşlarındaki Kaiser ve Yoland adındaki  ikiz çocukları bizi çok sıcak karşıladı. (Bu arada Çinde en az üç tane değil, en fazla bir tane ilkesinin yasal olarak geçerli olduğunu ve ancak ikiz olursa bu kuralın istisna tanıdığını hemen belirtelim 🙂 ) Evinde Çin’de çok yaygın olan bitki çaylarından sonra meyve ikramında bulundu. Piyano kursu alan kızı  Yoland’dan kısa bir piyano konseri dinledikten sonra sıra  Mr.Hu’nun hazırladığı gezi programına gelmişti.

Mr.Hu’nun çocukları ile birlikte şoför dahil 7 kişi olan (Müge ve Mr. Hu’nun eşi işleri nedeniyle bize katılamadılar) grubumuz Şangay’ın yaklaşık 100 kilometre kadar dışındaki Xitang denen, yani bizim dilimizde “Su şehri” olarak geçen yere gelmemiz bir saatten biraz fazla sürdü. Burası gerçekten daracık sokakları, her türden insan ve alışveriş ortamı ile Çin’in en naturel ve hormonsuz olan bir beldesi diyebilirim.  Amsterdam veya Venedikteki kanallara benzer bir durum ama doğal olanı yani.

Zamanı iyi kullanmak adına Mr.Hu grubumuz için üç adet gezi bisikleti kiraladı. Burası sanırım turizme yeni açılmaya başlamış. Yapıların özelliği bozulmadan cafe, bar, hediyelik eşya dükkanı gibi birçok yerin açılış çalışmalarının sürdüğünü gördük. Ayrıca bir çok ev de ağaç işlemeciliği, şarap imalatı gibi şehrin geçmişini yansıtan bir müze haline getirilmiş. Bizi gezdiren bisiklet sahibi “Burada oturdu, bu çatıdan atladı.” gibi açıklamalarla Tom Cruise’nin “Görevimiz  Tehlike 3” (Mission Impossible 3) filminin bir kısmını burada çekildiğini her fırsatta tekrarlıyordu.

Mr. Hu öğle yemeğini de yine buradaki lokantalardan birinde yedirdi bize. “Bu patatese benziyor, bu mantara benziyor” diyerek Çin yemeklerine kıyısından köşesinden alışmaya başladık diye düşünmeye başladım. Ama sağolsun biraz farklı da olsa prinç pilavı imdadımıza yetişiyor. Yemek sonrası gezimiz sona erdiğinde neredeyse akşam olmak üzere idi. Mr. Hu nun bizim için hazırladığı program henüz bitmemekle birlikte bizi mazur görmesini isteyerek dönüş yolculuğunu başlattık.

ŞANGAY GÜNLERİ / JING’AN TEMPLE VE JADE BUDDHA TEMPLE

Ülkemizde birçok yerde birçok kişi tarafından kurulan ve  “ Yüzde doksan dokuzu müslüman olan…..” şeklinde başlayan cümlelerin hepimize çok tanıdık geldiğini sanıyorum. Bir ara  bu cümle Çinde bir Çinli tarafından Çin gerçeklerine göre nasıl kurulur diye aklımdan geçti. Burada yaşayan  yabancı ve Çinli tanıdıklarla oğlum aracılığı ile konuştuğumda  bu konuda çok ciddi bir istatistiki bilginin olmadığını hatta bu konuya o kadar meraklı da olmadıklarını öğrenmiş oldum. Ama yine de kabaca da olsa aldığım bilgiye göre son 30 yılda daha aktif yaşandığı gözlenen dinlerin başında İslamiyet, Hristiyanlık, Budizm ve Taoculuk’un geldiği, ayrıca büyük sayılacak bir grubun da kendisini hiç bir dine ait olmadığı ya da dinsiz olarak tanımladığı bilgisine ulaştım.

Hristiyanlık ve İslamiyet ile ilgili olarak tarihsel gelişim, bağlı oldukları kitap ve peygamberler, ibadet usul ve mekanları hakkında belli miktar bilgimiz olsa da Çinde en çok taraftarı olan budizm hakkında ve ibadet yerleri ile ilgili hiç bir bilgim ve gözlemim yoktu. Bu bakımdan Şangay’da evimize yakın olan ve yazımın başlığında adı belirtilen iki budist tapınağı farklı zamanlarda da olsa eşimle birlikte ziyaret ettik. Mimari yapıları bakımdan son derece özgün ve farklı karakteri olan bu yapıları bizimle birlikte gelen her yaşta Çinli ibadet için ziyaret ediyordu. Tapınağın çeşitli bölümlerineki Buda heykellerinin önünde ellerini başlarının üzerlerinde birleştirdikten sonra yere çömelip birkaç kaz eğilip kaldırma biçimindeki ibadet 10-15 saniye falan sürüyordu. Ayrıca yakılan tütsüler budist rahiplerin kendilerine özgü kıyafetleri ile okudukları ilahiler ortamı daha mistik bir hale getiriyordu.

ŞANGAY GÜNLERİ / FUXING PARKI

Bir yeri en iyi gezmenin ve öğrenmenin yolu bence elinde harita ile adımlamak diye düşünüyorum. Bir de Şangay’da olduğu gibi harita ile gerçek coğrafya uyum ve bütünlük içideyse herşey daha kolay oluyor. Son günlerde bu yöntemi daha kolaylıkla uygular olduk.

Yine harita elimizde “İşte şurası  bilmem ne sokağı, buradan döndüğümüzde şu caddeye çıkmamız gerekir” diye yorumlu ve karşılaştırmalı yürüyüşümüz devam ederken hemen yanımızda “Fuxing Park” yazısını görünce hem yorgunluk atmak, hem de  yeşile karşı öteden beri duyduğum özlemi yerine getirmek adına içeri girip biraz mola vermeye karar verdik. Bu arada parka girişteki seyyar satıcıdan yemek için 3 RMB vererek iki adet muz satın aldık.

Mola verdiğimiz Fu Xing parkının eskiden Fransız imtiyazlı bölgesinde özel bir mülk iken yine fransızlar tarafından satın alınıp 1909 yılında park yapılarak halka açıldığını öğrendik. Geçmişindeki bu durum dolayısı ile de Paris şehir parkına benzetildiği belirtiliyor. Günümüzde de şehrin en popüler parkları arasında yer alan bu mekanın dört yöne kapısı bulunmaktadır.

2007 yılında geniş çaplı bir restarsyondan geçirilen bu park kuzey fransız ve güney çin özelliklerini taşır duruma getirilmiş durumdadır.  20.000 gül fidanı ile başta Karl Marx olmak üzere çeşitli heykelleri de içinde barındırmaktadır. Gölgesinde bize de kısa bir süre ev sahipliği yapan bu mekana karşı biz de vefa borcumuzu birkaç resimle blogumuza davet ederek ödeyelim dedim.

ŞANGAY GÜNLERİ / FUYOU ROAD CAMİİ’NDE CUMA NAMAZI

Geçtiğimiz haftalarda Ramazan bayramını namazını evimizin yakınındaki bir camide kıldığımızı blogumuzu okuyanlar hatırlayacaktır. Bu defa da Yu Yuan Garden tarafında geçen yıldan da hatırladığım Fuyou Road camiine Cuma namazı için tekrar gitmeyi düşündüm. Cuma çıkışı da etraftaki alışveriş yerlerinden bir şeyler almak vardı planımızda. Sözünü ettiğim cami 1600 metrekarelik bir alanda yapılmış olan ve geleneksel Çin mimarisinin özelliklerini yansıtan Şangay’ın en büyük ve aktif camilerinde yer alıyor. 1870 yılında Qing hanedanı tarafından inşa edilmiş olup kadınlar ve erkekler için ayrı bölümleri içermektedir. 1989 yılından itibaren de halk tarafından daha etkin olarak kullanıldığı bilgisine ulaştık.

ŞANGAY GÜNLERİ /  FUYOU ROAD CAMİİ'NDE CUMA NAMAZI

Cuma namazını kılarken ister istemez ülkemizdeki ile karşılaştırmasını yapmak durumunda kalıyor insan. Temel olarak çok farklı olmamakla birlikte detayda bizden farklı bazı ayrıntılar dikkatimi çekti. Burada Cuma namazı vakti geldiğinde önce ortaya konan bir konuşma kürsüsünden beyaz takkeli ve beyaz cübbeli yetkili bir kişi yaklaşık yarım saatlik Çince dini içerikli olduğunu tahmin ettiğim bir konuşma yaptı. Daha sonra o kürsü kenara çekilerek herkes bilindiği üzere Cuma namazının ilk sünnetini kıldı. İç ezan okunduktan sonra daha önce cemaate kürsüde konuşmayı yapanın dışında, başının da başka biçimde bağladığı dikkatimi çeken imam bir basamak kadar yüksekçe bir yere çıkıp, başında yumruk kadar topuzu olan parlak, bükümlü bir değneği koltuğunun altında tutarak yarı Arapça yarı Çince cuma hutbesini okudu. Daha sonra değneğini yerine bırakıp okunan kametin ardından farz namazını kıldırmak üzere cemaatin başına geçti. Bu bölümde bizde “Allahüekber” olarak söylenen sözcüklerin “Allahüekaber” biçiminde telaffuz edilmesinin dışında farklı bir şey yoktu.

ŞANGAY GÜNLERİ /  FUYOU ROAD CAMİİ'NDE CUMA NAMAZI

Cami içinde bizimkilerde olduğu gibi minber, minare gibi kısımların oluşturulmamış olduğu da dikkatimi çeken diğer bir husustu. Namaz çıkışı gelenek ya da bir kişinin hayır etkinliğini olduğunu düşündüğüm bir tas etli çorba ve bir dilim uygur ekmeğinden ibaret ikramı da kabul ettikten sonra camiden ayrıldım.

PEKİN GÜNLERİ / ŞANGAY’A DÖNÜŞ

Pekin ziyareti için yaptığımız program 13 Eylül Salı günü akşamı sona eriyordu. Akşam yemeğini bir alışveriş merkezindeki Pizza salonunda yedikten sonra kiraladığımız şoför aracı ile bizi saat 19.15 de daha önceden sözleştiğimiz noktadan alarak Şangay’a gideceğimiz tren istasyonuna bıraktı.

Bizi iki gün boyunca gezdiren ve adı Sun Qian olan Çinli şoför son derce samimi, saygılı ve sempatik biri idi. Bildiği birkaç kelime ingilizce sözcük ve oğlumun biraz bildiği çince ile bütün gezi saatleri boyunca çok hoş bir sohbet ortamı gelişti. Son derece öğrenmeye yatkın ve istekli biri olduğundan merhaba, hoşçakal, elveda gibi birkaç türkçe sözcüğü de onun literatürüne ekledik. Ayrılırken sadece işini ücret karşılığı yapan birinden değil eski bir dosttan ayrılır gibi duygular yaşadık.

Şangay ile Pekin arasında hızlı tren, çok hızlı tren, normal tren gibi birkaç çeşit tren çalıştığını öğrendim. Bizim biletlerimiz normal trenin yataklı bölümü idi. Bu trenlerin türlerine ve içindeki bölümlerine göre farklı fiyarları var. Bizim normal trende yataklı bölümün  kişi başı 600-700 RBM arası bir ücreti olduğunu öğrendik. Biz ve çocuklarımız dört kişi olarak  dört kişilik bir kompartmana yerleştik. Tren 20.58 de yani tam saatinde kalktı. Kompartmanda herkes için televizyon, aydınlatma lambası gibi teknik donanımlar mevcuttu. Trende bilet kontrolünden yemek servisine hemen tüm işler genç ve güzel giyimli bayan elemanlar tarafından yapılıyordu. Bir ara “Acaba makinistler de bayan mıdır?” diye bir düşünce de aklımızdan geçti.

Trenin hareket saatindan hemen sonra günün yorgunluğunun da etkisi ile hepimiz beyaz çarşaflı ve örtülü yataklarımıza yattık. 1200 kilometreden fazla yolda sanırım bir yerde birkaç dakikalığına durduktan sonra trenimiz bizi 12 saate yakın bir zamanda Şangaya getirmiş oldu. Çok az duyulan tren tekerleklerinin tıkırtıları adeta bize ninni gibi gelmiş ve tüm geceyi nerdeyse uyuyarak geçirmiştik. Sabah 08.30 sıralarında Şangaya geldiğimizde bizi sıcak bir gün karşıladı. Çocuklarla birlikte evde bir kahvaltı yaptıktan sonra onlar işlerine, ben de gezi izlenimlerini yazmak üzere bilgisayarın başına geçtim.

PEKİN GÜNLERİ / NIUJIE CAMİİ

Gerek Şangay’da ve gerekse Pekin’de kral mezarları, bahçeleri, tapınakları gezerken bir de burada çok eski ve tarihi değeri de çok olan bir caminin varlığını da duyunca kısa  ziyaret programımıza burasını da dahil ettik. Caminin bulunduğu bölgeye geldiğimizde buradaki insanların, yapıların, işyerlerinin, görüntülerinden burada müslümanların yaşadığı  hemen farkediliyordu. Ziyaret ettiğimiz ve bin yıldan fazla geçmişi olan Niujie Camii’nin inşaatına  996 yılında Nasuriddin isimli bir Arap tarafından başlandığı, ayrıca 1068 ve 1077 arasında bizim düşündüğümüz manada ve görüntüde olmamakla birlikte caminin bütünü ile uyum sağlayacak şekilde bir minare ilavesi yapıldığı, 1496 yılında da yapılan düzenlemelerle bugünkü görüntüsüne kavuşuğu bilgisine ulaştık.

10.000 metrekarelik bir alanda yer alan cami ve müştemilatı inşaatında daha çok Çin mimarisinin ağırlığı dikkat çekiyor. Ancak cami içi mimarisinde islami motifleri hissetmek mümkün. 1922 yılında yapının genel karakteri bozulmadan buraya kadınların ibadeti için de ayrı bir bölümün eklendiğini öğrendik. Cami ziyaretinde diğer tüm müzelerde olduğu gibi “tikıt” denen bilet kesecekleri sırada biz “Müslüman, Türk, İstanbul” sözcüklerini söyledikten sonra bize biletsiz ziyaret etme ayrıcalığını da gösterdiler.10.000 den fazla müslümanın ikamet etiği Xuanwu bölgesinde yer alan cami 1949 yılından beri dört kez restore edilerek kültürel miras olarak kabul edilmiş ve devlet koruması altına alınmış bulunmaktadır.

PEKİN GÜNLERİ / İMPARATOR YAZLIĞI

İngilizce  adı  “Summer Palace” olarak geçen bu mekanın Çin İmparatorları tarafından yazlık ve dinlenme beldesi olarak kullanıldığı belirtiliyor. Oldukça büyükçe ve bol kıvrımlı bir göl etrafındaki bu  yapılar topluluğu  Pekin’in kuzeybatı istikametinde yer almaktadır. Kiraladığımız araç ile yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra ulaştığımız bu coğrafya parçasının  gerçekten görülmeye değer bir güzellik olduğunu itiraf etmeliyim.

2,9 kilometrekarekarelik bir alan içersine yerleşmiş olan bu eşşiz beldenin ¾ su ve göl biçimindedir. Kara parçasının 60 metrelik tek ve en yüksek yerinde İmparatorun en görkemli yapısı yer almaktadır. Bu muteşem eserle birlikte gölün çevresinde bu büyüleyici güzelliği bütünleyen ve coğrafya ile uyum halinde birçok farklı yapı bulunmaktadır.

Bünyesinde barındırdığı koridorlar, köprüler ve bronz heykeller ile turislerin çok ilgisini çeken eser olarak kabul edilmektedir. Çin’in bahçe tasarımcılığı konusunda başyapıt niteliğinde kabul edilen bu yapılar topluluğu 1968 yılında Unesco tarafından korunması gerekli olan Dünya mirası listesine alınmış bulunmaktadır.

PEKİN GÜNLERİ / CENNET TAPINAĞI (TEMPLE OF HEAVEN)

Pekin’de görülmesi gereken önemli yerlerden biri de Cennet Tapınağı olarak bilinen ve Pekin’in de adeta simgesi olarak kabul edilen mekandır. Ming Hanedanı’ndan olan Çin İmparatoru Yongle zamanında 1420li yıllarda inşa edildiği belirtilmektedir. Tapınak Ming ve Qing mimari sanatının özelliklerini aksettirmektedir. Nanjing’teki eski pratiklere bağlı kalınarak yapılmış olan tapınağın sınırları kuzeyde küresel, güneyde ise kare biçiminde bir görüntüye sahip bulunmaktadır. Bu o zamanki inanışa göre cennetin dairesel, dünyanında karesel bir karakteri olduğu kabulüne dayanmaktadır.

Yaklaşık 273 hektarlık alanın 1/100 üzerine ana binaların inşe edildiği, her binanın kendine özgü bir anlamı ve karakteristiği bulunduğu edindiğim bilgiler arasındadır. Zamanında insanların bu tapınakta cennete kurbanlar sunduğu da belirtilmektedir. Ayrıca burası Beijing şehrinin güneydoğusunda yer alan bir antik bahçe olarak kabul edilmekte; binlerce ağaç, altın renkli çatılar, onlarca oyma trabzan işlemeleri tapınağı süslemektedir.

Çok geniş  mekanda yer alan tapınağın bahçesinin sadece ziyaret için değil, bir çok Çinli için geleneksel ve çağdaş müzik eşliğinde dans yapabilecekleri yer olarak da  kullanıldığına tanık olduk. Ayrıca bazı basit ama ilginç oyun araçlarının bizzat oynayarak ve oynatarak pazarlandığı bir bir mekan olarak da değerlendirildiği de gözümüzden kaçmadı.

PEKİN GÜNLERİ / İMPARATOR MEZARLARI (MING TOMBS)

Üç günlük kısa Pekin ziyaretimizde bir uğrak yerimiz de 13 Çin İmparatorunun mezarlarının bulunduğu mekan oldu. 40 kilometrekarelik bir alanda yerleşmiş olan bu yapılar topluluğu başkent Pekin’in 50 kilometre kuzeyinde yer almaktadır. Bu özel yer  Ming Hanedanın İmparatoru Yongle tarafından Fengshui prensiplerine göre seçilmiş bulunmaktatdır. Seçilen bu yerin kötü ruhlardan ve şeytani rüzgarlardan arındırdığı düşünülüyormuş. Yongle aynı zamanda başkenti Nanjing’den Bejing’e (Pekin) taşımış olan imparator olup yeni başkenti geliştiren kişi olarak da tanınmaktadır.

Bilindiği gibi Yongle Yasak Şehir’in (Forbidden City) inşaatını da gerçekleştiren imparatordur. Bu inşaat tamamlandıktan sonra bu mekanda kendi mezar yerini seçerek mozelesini de oluşturmuştur. Bu mezarlar topluluğundan şu anda sadece 3 tanesi ziyarete açık bulunmaktadır. Hanedanlığın kendini asarak intihar eden son imparatoru için de olayın durumu ile ilişkili olsa gerek diğerlerinden küçük bir mezar hazırlandığı dikkat çekmektedir.

Çok geniş alanı kapsayan bu mezar komleksine üç kırmızı boyalı kemerden giriliyor. Mezarların sadece yer üstündeki yapılardan ibaret olmadığını, yer altının metrelerce derinliklerinde son derece görkemli ve hayanlık verici mimari yapılar meydana  getirildiğini görmekteyiz.

Buralarda ki ziyaretlerde dikkatimizi çeken bir hususda özellikle yer altındaki imparator mozolelerinin içi ve etrafının ziyaretçilerin attığı paralarla doldurulmuş olmasıdır. Bu durum ziyaretçilerin hala bazı konularda belli inançlarının  olabileceği tahminine götürdü bizi.

PEKİN GÜNLERİ / BÜYÜK ÇİN SEDDİ

Kaldığımız otelden kiraladığımız araçla Pekin’e yaklaşık 100 kilometre kadar uzaklıktaki Çin seddinin eteklerine varmamız birbuçuk saati buldu. Oldukça sarp dağlıklara inşa edildiğinden belli bir noktaya kadar araçla geldikten sonra bu harika yapı ile buluşmak için iki güzergaha düzenlenmiş teleferikleri kullanılması gerekiyor. En isabetli olanı bizim de tercih ettiğimiz gibi kapalı teleferik ile 14. Kuleye çıkıp bir kaç kilometre sedler üzerinde yürüdükten sonra 5 numaralı açık teleferikle dönüş yapmak olduğunu söyleyebiliriz. Aksi halde daha fazla yokuş tırmanarak çok daha fazla terlemek gibi bir sonuçla karşılaşılabilirsiniz. Biz de bir kaç saatlik yürüyüşümüzde biraz terledik ve yorulduk ama doğrusu bu muhteşem yapıyı görmek her şeye değerdi.

Çin’in kuzey batısında bulunan ve doğal bağlantıları ile birlikte uzunluğu 8851 kilometreyi bulan bu setlerin yapımına M.Ö. 5. Yüzyıldan itibaren başlanmış ve kademeli olarak bir çok Çin hükümdarı tarafından devam edilmiş ve inşaatlar M.S. 17.yüzyıla kadar sürdürülmüştür. Yapılış amacı  kuzeyden başta Türkler olmak üzere değişik göçebe grupların saldırısından Çin’i korumak olarak açıklansa da bir kısım tarihçiler de yıkılan beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgün ederek çalıştırmak, ülkeden kaçışları önlemek, içeriye ve dışarıya ülkenin tek ve güçlü bir yönetime sahip olduğu mesajını vermek amacı ile bu setlerin yapıldığını ileri sürmektedir. Çin mimarisinin gelmiş geçmiş en büyük savunma tasarısı olarak adı geçen bu yapı bütünlüğü dünyanın yedi harikasından biri olarak da kabul edilmektedir.

Seddin her yeri yaklaşık 7-10 metre yüksekliğinde iki geniş duvarla örülmüş durumdadır. İki duvar arasında gerektiğinde at arabası da geçebilmesi için 6-7 metre genişlik vardır. Sedler boyunca 200 metrede bir gözetleme kulesi ve 9 kilometrede bir de fener kulesi  bulunmaktadır. Duvarlar boyunca siperlik ve okçu delikleri mevcuttur. Çin sedleri inşaatı en uzun süren ve en fazla insan çalıştırılan yapı özelliğini de taşımaktadır. M.S. 555 yılında 500 kilometrelik bölümde 1.800.000 kişi çalıştırıldığı belirtilmektedir. Çin sedlerinin büyüklüğü ile ilgili olarak 18. ve 19.yıllarda uzaydan, hatta aydan görüldüğü iddaları ileri sürülmüş ancak bunu hiç bir astronot doğrulamamıştır.

Yukarıda belirttiğim gibi biz bu muhteşem güzelliği yaşadıktan sonra aracımıza binmek üzere  4 numaralı kuleden teleferikle aşağıya indik. Ancak iniş için bir başka seçeneğin olduğunu da eklemeliyim. Eğer daha fazla heyecan aranıyorsa tek kişinin bir kızağa binerek oluştulmuş özel bir kanal içinden zigzaglarla dolu birkaç kilometre yolu tercih etmesi de mümkün.