Gündelik hayatın bilindik işleyişinin dışına çıkma düşüncesi benim dünyamda hep karmaşık durumlar yaşatmıştır. Yani sabah uyandıktan sonra kahvaltı yapma, giyinip işe gitme, mesai bitimi eve dönüş, şayet zevkinize uyuyorsa kahvehanelerde arkadaşlarla bir kaç el oyun oynama, evin/çoluk çocuğun ihtiyaçlarının giderilmesi, akşam yemeği ve sonrası televizyon izlenmesi döngüsünde devam eden rutin hayat çizgisinin dışına çıkan durumlarda, durumun mahiyetine göre ben heyecan, stres, gerilim, kaygı, endişe duygularının harmanlandığı bir yaşayış vaziyetinin esiri oluyorum adeta. Yaptığım bazı seyahatlerimin öncesine rastlayan zamanlarda tansiyonumun yükselmesi ile bunu ilişkilendirdiğim de oluyor. Ama rutinin dışına çıkmadan da gelişme ve yeni şeyler öğrenmenin mümkün olmayacağı da yadsınamayacak bir gerçek.
Kasım ayının 18.günü sevgili eşim Nuray’ın doğum günüdür. Bunun için daha önce “Antalya’da oturduğumuz halde hala Kaş’a gitmedik” muhabbetinden hareketle oraya gitmek gibi bir organizasyon kafamdan geçiyordu. Tabi endişem de yok değildi. Endişem daha çok 3-4 saat sürecek minibüs yolculuğunda Nuray’ın nasıl etkileneceği idi. Kafam bu düşüncelerle meşgulken arada bir çocuklarım “Önümüzdeki günlerde programınız var mı? Hafta sonu proğramınız var mı?” gibisinden sıklıkla sordukları soruları tekrarlıyorlardı. Biz de kesinleşmiş bir şey olmadığı için hayır cevabını veriyorduk. Nihayetinde ağızlarından baklayı çıkardılar ve annelerinin doğum günü için yakın bir otelde iki gecelik bir rezervasyon yaptıklarını söylediler. Benim kafamdaki belirsizlik de böylece netleşmiş oldu.
Yılların ve yaşanmışlıkların düşünce yapılarımız üzerinde oldukça büyük etkisi olduğunu düşünmekteyim. Dışarda yemek yemek ve konaklamak bir mecburiyet sonucu olmalıydı bana göre. Uzun yıllar mesleğim gereği evimin dışında geçirdiğim zamanın en mutluluk verici yanını eve dönüş günü ve saatlerinde yaşadım hep. Birkaç saat bir yolculukla eve ulaşmak mümkün iken dışarda ya da otelde kalmayı bir türlü anlayamıyordum. Dışarda yemek de zaruret halinde mümkündü. Zaten gittiğinizde bizim gibiler menüyü eline aldıklarında listenin solundaki yemek isimlerinden önce sağındaki rakamlara bakarlar. Uygun rakamın karşısındaki neyse yenmesi gereken de oydu.
Neyse kafamda geçmişe dönük bu düşünceleri bir kenara bırakarak belirtilen tarihte bizim için ayrılan yere toplu taşıma araçlarını kullanarak kolaylıkla ulaştık. Antalya şehir merkezine 25 km uzaklıktaki Rixos Sungate isimli yer bildiğimiz klasik otellerden farklı olarak 250.000 metrekare alana yayılmış moda deyimiyle külliye gibi bir şeydi. Tatil köyü, balayı oteli, konferans oteli özelliklerini taşıyan yerleşkede aynı anda 5.000 den fazla kişiye hizmet verecek alt yapının olduğunu öğrenince şaşırmadığımı söyleyemem. Özel yat limanı, amfi tiyatro, tenis sahaları, masa tenisi, bilardodan başlayarak adını sayamayacağımız onlarca imkan misafirlerin hizmetine sunulmuş. Yemek hizmetinin sadece mide değil, göz doyurucu özelliğini de eklemeliyim. Sabahın yedisinden başlayarak kahvaltı, geç kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği, gece yemeği gibi isimler altında adeta 7/24 tıkınma ortamları yaratılmış. Otelde ağırlıklı olarak Ruslar ve Almanlar kalıyordu. Yabancılara yönelik hizmetinden dolayı dünya mutfaklarınını da kapsayan 15 değişik restoranın da olduğunu belirtmeliyim. Herşey dahil konseptine göre hizmet verilen tesiste isteyen alacart usülü de (bu kısım ücretli) hizmet alabiliyor. İçkiler yemekte alınabileceği gibi piano bar, lotus bar, vitamin bar gibi değişik saatlerde hizmet veren mekanlar da mevcut. Bu tür yerlere fazla gitmişliğim yok belki buradan mükemmelleri de vardır. Kaldığımız kısa sürede birçok hizmetini alma ve tanıma fırsatımız olmadı. Bu sistemin parçası olan onlarca-belki yüzlerce- çalışanın uyum ve işbirliği içinde çalışarak bu sonucu üretmesi hayran olunmayacak gibi değil. Dikey ve yatay mimarinin uyumu, aktivitelerdeki zenginlik, yemeklerdeki çeşitlilik, estetik, sunum harika idi diyebilirim. Mevsim itibarı ile sezon dışı olmasına rağmen epey bir dolulukla çalışıyor olması da boşuna değil demek ki. Otel odamıza adımımızı attığımızda yatağımızda çiçekler ve doğum günü pastası bizi karşılamıştı. Bu dakikadan itibaren burada geçirdiğimiz 48 saat bizim için son derece mutluluk verici idi.
Bütün bunları ve değişik yaşam biçimlerini ile tanışmamızı bize sağlayan oğullarımız ve kızlarımız da en büyük teşekkürü hak ediyor. “Ben babamdan ileri ama doğacak çocuklarımdan geriyim” diyen Nazım durumu çok iyi özetliyor. Rutine alışmış bizim gibilerin kafalarındaki ve kalplerindeki kalıpları kırmayı bile becerdiklerine göre yaptıkları az şey değil. Bazen “acaba bu kadarını hak ediyor muyum” diye hayıflandığım bile oluyor. İyiki varsınız. Allah sizden razı olsun bahtınız açık olsun.