BİR KRİZİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ(2)

“BİR KRİZİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ(1)” yazısının üzerinden daha 24 saat geçmeden abdala malum olurmuş misali aklıma gelen başıma geldi.”Sümeyye Erdoğan O geceyi anlattı” başlığı ile verilen haberde bu defa hanım kızımız facebookta yayınladığı mektupta güya konuya açıklık gösteriyor. Demek kalp kalbe karşı imiş ki benim önceki yazımın sonundaki öngörüme paralel olarak konuyu döndürüp dolaştırıp türbana/ başörtüsüne bağlayıveriyor.

Keşke o mektubu yazmasaydı? Bazı durumları anlatmak için bizim kültürümüzde çok uygun deyimler vardır.Yani kelimenin tam anlamı ile ”cukk” oturur hani. Söz konusu olay için hangi birini saysam bilmem ki? “Özrü kabahatinden büyük” mü desem, “İşkilli  mi  desem, “Yavuz hırsız ev sahibinden baskın çıkar” mı desem yoksa hiç birini demeyip  “Yağmur yağacak diyorsun o halde sen bana ördek dedin” hikayesini mi anlatsam hiç bilemiyorum.

Kızımıza göre meğerse sorun kendisinin tiyatroda oyunu izlerken sakız çiğnemesinden kaynaklanıyormuş. Sakız çiğnemişse  ne olmuşmuş sanki? Bu ne cüretmiş,burası neresiymiş, hangi çağdaymışız. Hem de protokoldeki birine oyunu keserek sakız çiğneme hareketi nasıl sorgulanabilirmiş. Bu ne şımarıklık,bu ne cahillik bu ne faşistlik ve medeniyetten nasipsizlikmiş Bu çağda tiyatroda sakız çiğnemenin neresi saygısızlıkmış, biraz şöyle dünyaya bir bakılmalıymış diyerek hem duruma açıklık getiriyor hem de son düşürücü yumruğu vurmaya hazırlanan bir boksör gibi sendeletmeye çalıyor gibi bir durum seziliyor sanki mektupta.

Bir de görünenlerin ve söylenenlerin dışındakileri de bilme ve görme yeteneği olan kızımız sanatçının kafasının içini de bir çırpıda okumuş ve söylediklerinden söylemediklerini ayna gibi ortaya çıkarıvermiş. Aslında sanatçının gerçek düşüncesi ve niyeti başörtülülerin orada bulunmasını istememesi imiş ,bunlar sadece başörtülüyü değil sakallıyı köylüyü de tiyatroda istemezlermiş,

Tabi kızımızın tiyatro anlayışı ve deneyimi ne kadardır bilmeyiz. Ferhan Şensoy veya Cem Yılmaz gibi sanatçıların oyunlarını izleyenler  oyuncuların seyircilerle nasıl diyaloglara girdiğini, izleyicilerle ne durumlar yaşandığını çok iyi bilirler. Ama hiç birinin  cumbur cemaat tiyatroyu terk etmek aklına bile gelmemiştir. Haa  halk çocuğu olmakla başbakan çocuğu olmanın  farkı da bu olsa gerek.

Nasıl ki yazılmayan kitaplar suç unsuru olmaya başladı ise söylenmeyen ve  açıklanmayan düşüncelerin de suç olduğu döneme giriyoruz herhalde. Niyet okuma yöntemi ile yapılan bu düşünce okuma sonucu yakında gerçekleştirilecek bilmem kaçıncı dalga operasyonla adı geçen sanatçı ….. terör örgütü üyesi olmak yada yardım ve yataklık etmekten  Silivri’yi boylamazsa(!) bile devlet sanatçısı olduğu için artık bunun hesabı bir şekilde görülür herhalde.

Bütün bunların temelinde sanıyorum ki “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” ya da “Ben kimin çocuğuyum farkında mısın?”kültürü yatıyor. Başbakanın kızı değil de Tayyip Erdoğan’ın kızı olduğunu hatırlayana kadar bu böyle sürer gider. Yaşıtları gibi belediye arabasına atlayıp sıradan insanlar gibi olma erdemine sahip olduğunda ise ortada hiç bir problem kalmaz.

Bu arada babaların yaklaşımı da önemli tabi“Bu benim kızıma nasıl yapılır? tez kellesi vurula” söylemi de bir yaklaşımdır.”Milletvekili olabilirsiniz,başbakan olabilirsiniz,hatta cumhurbaşkanı da olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız” söylemi de bir yaklaşımdır.Her yaklaşımın sonucu da sizin ne kadar çağdaş olduğunuzu belirler.

Başörtüsünün tamamen bireysel bir tercih olduğunu, başörtüsü kullanmanın hiç kimseye bir  ayrıcalık ,üstünlük ve dokunulmazlık sağlamadığını herkesin bilmesi gerekir. Bunu günlük çekişme ve kaprislerimizin de dışında tutmalıyız. Başörtüsü/türban takmadan da iyi ve inanmış bir insan olunacağı gibi başörtü takılarak da günahkar  olunabileceğini birilerinin hatırlaması gerekmez mi?

Ha bir de sanatçının veya sanatçıların hiç günahları ve sorumlulukları yok mu? Toplumdaki yozlaşmadan kalitesizlikten onların da üzerine düşen pay elbette var. Ama bu da ilerde bir başka yazımın konusu olacak gibi görünüyor. Bizi izlemeye devam edin…..

BİR KRİZİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ(1)

10 Nisan sabahı internet gazetelerinde sörf yaparken “Sümeyye Krizi” başlığı taşıyan haber dikkatimi çekti.Tıklayıp ayrıntısına girince değerli başbakanımızın kızı Sümeyye hanım Ankara’da devlet tiyatrosunun bir oyununu izlemekteyken oyuncuların müstehcenlik içeren hareketler yaptığı, ya da oyunculardan biriyle Sümeyye Erdoğan’ın göz göze gelmesi; oyuncunun bu sırada, ‘ne haber’ anlamıyla yapılan göz işareti yapması nedeni ile salonu terk etmesi üzerine 150 kişilik bir polis grubunun da salonu terk ettiği haberinin detaylarını okudum.

Aynı gün yine gazetelerin birinde ”Dünya bu Başbakanı konuşuyor” başlığı ile verilen haberin ayrıntılarında İngiltere Başbakanı David Carmeron ve eşi Samantha’nın İspanyada 3 yıldızlı ve plastik sandalyeli bir otelde paralarını da kendileri ödeyerek hafta sonu tatili yaptıkları haberine yer veriliyordu.

Bu bana bir kaç yıl önce küçük oğlumun çalıştığı Hollanda’ya gittiğimde gördüklerimi hatırlattı. Hollanda’da yine bir tanıdık bizi La Hey/ Den Hag(Şehrin ismini doğru yazamamış olabilirim) şehrini gezdirirken parlamento binasını da görme fırsatını buldum. Benim düşünceme göre seçmenler, delegeler, iş takipçileri derken orası ana baba  günü olmalıydı. Ancak son derece sakin bir ortam olduğunu görünce şaşırmıştım. Bir de dışarıdaki motorsiklet ve bisikletlerin bazılarının da parlamenterlere ait olduğunu öğrenince şaşkınlığım daha da arttı. Sonra hatırladım ve anladım ki orası bir krallıktı ve bizimki ise cumhuriyetti. Demek ki krallıkta yönetenler yurttaş gibi, cumhuriyette ise yönetenler kral gibi yaşıyordu.

Tabi bunların hepsini alt alta koyup daha derinliğine bir düşünceye daldığımda “Biz niye böyleyiz” girdabında buldum kendimi. Ülkemizde belki de şark kültürünün bir parçası  insanlar belli yerlere gelince sadece kendileri değil etrafındakilerle birlikte o makamın ve saltanatın bir parçası oluveriyor. Başbakanın eşi, başbakanın kızı olmak gibi yeni meslekler yeni statüler ve pozisyonlar  oluşuveriyor. Buna uygun yeni  protokoller belirleniyor. Bu durum da herkesi mutlu ediyor sanırım. Bir ara rahmetli Ecevit bu hovardalığa bir son vermek için yabancı marka da olsa yerli üretim renaulta binmeyi denedi ama pek de itibar görmedi. Bir çokları da bu durumu “Kendine hayrı olmayanın Ülkeye ne hayrı olur ki” diyerek eleştirmişti.

Oysa çağdaş dünyada her birey kendi bilgi,birikim ve becerisi ile var olmayı denemek durumundadır. Birisine dayanarak ya da birisinin gölgesinde var olmanın ne kadar sığ ve kısa ömürlü olacağını ne zaman fark edeceğiz acaba? “Ben çok önemli bir kişinin eşiyim ya da çocuğuyum o halde saygı görmeliyim” anlayışı bu çağa uygun bir anlayış olmasa gerek.

Başa dönecek olursak Sümeyye hanım kızımızın bu müstehcenlik sebebi ile de olsa,kendisine işaret yapıldığı nedeni ile de olsa salonu terk etmesinin mantıklı bir gerekçesini bulmakta insan gerçekten zorlanıyor. Bir oyunu, bir filmi ya da bir sanatçıyı izlerken bazen benimde beğenmediğim olmuştur. Bu gibi durumlarda kendime şu kriteri uygularım ”Sen beğenmediğin bu oyun ve oyuncu gibi bir eser üretebilir misin?” sorusunu kendime sorarım. “Hayır beceremem” diyorsam benden daha fazlasını üretene karşı sabretmeyi öğrenmem gerektiğini düşünerek oyunun sonuna kadar bekleme cezasını kendime veririm.

Kendine işaret edilmesini  salonu terk etme sebebi saymaya ne demeli hiç bilemiyorum. Yani salonda yüzlerce kişi var ve yapılan işaretin sana yapıldığını düşündüren ne olabilir ki? “Burada sadece ben varım. Zaten diğerleri niçin muhatap alınsın ki?” şeklindeki bir değerlendirmenin sonucu olsa gerek bu da.

Bir de salonu terk ederken onunla beraber polis oldukları söylenen 150 kişinin salonu terk etmesine ne demeli?  Polis olduğu söylenen kişiler Sümeyye hanım kızımızı korumak ve kollamak üzere oradaysa vay bu memleketin haline…Diyelim ki onlar da sadece masumane birer bilet alıp tiyatroyu izlemeye geldilerse bir kişinin daha sebebi bile doğru dürüst anlaşılmayan tepkisine bir sürü psikolojisi içinde katılmalarını ise açıklayacak cümle bulmakta gerçekten zorlanıyorum.

Belki de daha çok konuyu sosyolojik ve  psikolojik boyutuyla değerlendirmek en doğrusu. Babasının kızı ne de olsa “Van münit” deyip puan toplama gayreti olmasın sakın demekten de alamıyor insan kendini. Ya da gündem oluşturma veya gündemde kalmanın farklı bir yöntemi ile mi karşı karşıyayız acaba? Ne diyelim hayırlısı olsun. Yine de şükür edelim ki “Beni başörtülü/türbanlı olduğum için salondan attılar” demedi en azından.