LONDRA GÜNLERİ / ST PAUL’S CATHEDRAL VE TATE MODERN

Londradaki günlerimizin birini de St. Paul’s Cathedrali  ve onun hemen yanındaki Tate Modern Müzesini gezmeye ayırdık. Elimizdeki şehir haritasından ve caddelere sık sık konmuş olan krokilerden yararlanarak önce St. Paul’s Cathedralini bulduk. 17. yüzyılda inşa edildiği belirtilen bu katedral Londra piskoposluğunun  merkezi sayılmaktadır. İngiliz kraliyet ailesi ile ilgili bir çok törenin burada yapıldığı belirtilmektedir. Galler Prensi Charles Philip ve Prenses Diana’nın düğün törenlerinin de burada yapıldığı söylenmektedir. Görkemli mimari yapısı ile gerçekten muhteşem bir eser görünümünde olan bu katedrali ibadet amaçlı gelmeyenler ücret ödeyerek ziyaret etmektedir. Biz katedral ziyaretimizi sonuçlandırdıktan sonra yönümüzü haritamız rehberliğinde Thames Nehrine doğru çevirdik. Nehir üzerinde sadece yayalara ait olan Milenyum köprüsünden geçtikten sonra Tate Modern’ i karşımızda buluverdik.

Tate Modern başkent Londra’ da yer alan ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kabul ediliyor. Çeşitli salonların birbirinden farklı ve değişik eserin sergilendiği müzede bazı sanatçıların eserleri ücretli olarak ziyaret edilmektedir. Daha önce ziyaret ettiğimiz Nasyonal Galerideki eserler beni çok daha fazla etkiledi. Modern sanatı anlayabilmemiz yada alışabilmemiz için epey zamana ihtiyacımız var galiba. Tate Modern binasının 1940 lı yıllarda elektrik sanrali olarak inşa edildiği, ancak 1981 yılında kapatılarak müze olarak tasarlanıp buna göre düzenlemeler yapıldıktan sonra 2000 yılında köprüsü ile birlikte hizmete açıldığı belirtilmektedir.

LONDRA GÜNLERİ / GREENWICH

İlkokul, ortaokul yıllarından bu yana meridyenlerin başlangıç noktası olarak kabul edilen Greniç beynimize adeta çivi ile kazınmış olduğunu söyleyebilirim. Bu sihirli kelimenin çıkış noktası olan yerin Londra’da olduğunu söyleyince oğlum, bir gidip görelim dedik. Metro ve tren aktarmalı olarak adı geçen yere bir saate yakın bir sürede ulaştık.. Greenwich kasabası Thames nehri kıyısında yer alıyor. Her yönü ile bir denizci   kasabası özelliği taşıyor. Buradaki deniz müzesi görülecek yerler arasında sayılabilir. Biz de bir kaç saatimizi ücretsiz olarak gezilen bu müzeye ayırdık.

İngilterenin deniz kültürü ve geçmişi ile ilgili bir çok nesne, maket ve çizimin bulunduğu mekanda biraz da adrenalin yüklenmek istiyorsanız bizim yaptığımız gibi simülasyon ortamında bir bot gezisi de yapabilirsiniz. Burasını önemli kılan oldukça büyük bir yeşil alan olan Greenwich parkının yukarı kısmındaki sıfır meridyenin bulunduğu kraliyet rasathanesinin bulunmasıdır. Bu rasathanenin 1675 yılında İngiltere kralı II. Charles tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Rasathane bahçesinde ve uzantısı olarak dış kısmında sıfır meridyenini simgeleyen çizgiyi görmek ve orada resim çekmek üzere her gün yüzlerce turist burayı ziyaret etmektedir.

LONDRA GÜNLERİ / THAMES KIYILARI

Yakın plan gezintilerimizin ardından bulunduğumuz yerdeki Angel istasyonundan metroya binerek üç durak sonraki “Bank” istasyonunda indik. Bank’da yine merkezi konumda olan ve Londra’nın finans merkezlerinden biri olarak kabul edilen yerleri arasında sayılıyor. Burada biraz vakit geçirdikten sonra buraya çok yakın olan Thames nehrine ulaşıyoruz. Thames nehri birbirinden güzel köprüleri ve kıyısındaki muhteşem mimari her bakımdan görülmeye değer. Parlamento binası, savunma bakanlığı gibi birçok önemli yapı nehir boyunca sıralanmış. Herhalde “İstanbul için boğaz ne ise Londra için de Thames o” dersek abartmış olmayız. “London Bridge” köprüsünü kullanarak nehrin karşı kıyısına geçiyoruz. Köprünün bağlantılı olduğu demir yolu geçidinin altında “London Borough” denilen ayakta daha çok atıştırma şeklinde yiyecek mekanlarını içeren market de herkesin uğrak yeri haline gelmiş.

Akşam yemeğini de oğlumuz bize nehir kıyısındaki “Gauchos” denilen mekanda yedirdi. Burası sanıyorum eti ile ünlü bir yer olacak ki  sipariş öncesi görevli olan genç bir kız önce bir tabla içinde pişmemiş etleri getirerek bunlar ile ilgili bir açıklama yapıyor. Biz yine bu konuda tercihi oğlumuza bırakarak damağımızı onun zevkine teslim ettik. Siparişimiz geldikten etrafta şarap eşliğinde bir yandan yemeğini yiyen bir yandan da  Thames nehrini ve üzerindeki köprüleri seyreden insan grupları içine biz de katılmış olduk. Yazımın başında nehir üzerinde birbirinden güzel köprülerin olduğundan bahsetmiştim. Ama benim favorim gece ve gündüz farklı güzellikleri ile beğenimi kazananın “Tower Bridge” olduğunu söyleyebilirim. Gecenin ve yemeğin sonunda  “London Bridge” istasyonundan metroya binerek evimize döndük.