LONDRA GÜNLERİ / OPERADAKİ HAYALET (HER MAJESTY’S THEATRE)

2014 Şubatının bazı günlerini Londra’da geçirirken oğlumuz bize bir tiyatro bileti aldığını söyledi. Önce bilmediğin dilde izleyeceğimiz tiyatronun ne anlamı var ki diye epey mırın kırın ettik ama madem alınmış gidelim en azından görsellikle ilgili bir zenginlik kazanırız diye düşündük. Zamanı gelince sanırım Piccadilly bölgesindeki  “Her Majesty’s Theatre” (Herhalde Majestelerinin tiyatrosu demek ) denen mekana geldik. Oyunun başlamasına yarım saate yakın bir zaman olduğu için tiyatronun bar ve kafe karışımı bölümünde oturduk. Biz pek alışık olmadığımız için İngilterenin bir çok yerinde olduğu gibi alkole ulaşmak burada çok kolay olduğunu gördüm. İnsanlar şaraplarını ya da diğer içkilerini yudumluyorlar, bitiremediklerinde de bardakları ile rahatça oyun izlemek üzere salona giriyorlardı.

LONDRA GÜNLERİ / OPERADAKİ HAYALET (HER MAJESTY’S THEATRE) IMG_7426

Neyse oyunun başlama saati geldiğinde herkes gibi biz de yerimizi aldık. Oyun “Operadaki Hayalet” isimli bir müzikal. Bir yandan müzikli bölümlerin büyüleyici şaşkınlığını yaşarken, diğer yandan aradaki diyalog kısımlarını da oğlum kulağıma fısıltı ile tercüme edince biz oyuna adapte olmakta pek zorlanmadık. Yaklaşık 20-30 kişilik oyuncunun canlı orkestra eşliğinde iki saatten fazla böylesine kusursuz sanat icra etmelerine hayran kaldık. Hele o ışık, ses, kostüm ve renk ziyafeti için kim bilir ne kadar emek harcanmıştır düşüncesi geçti içimden. Oyun sona erince biz de bu emeklerin karşılığını alkışlarımızla ödüllendirebildik.

Londra’da tiyatroya çok rağbet ediliyor. Bu yüzden de çok sayıda tiyatro salonu var. Tabi bize göre oldukça pahalı olduğunu da hemen belirteyim. Bilet fiyatlarının ortalama 50-60 Paunt (1 Paunt yaklaşık 4 lira) olduğunu; yerine göre bunun 100-120 paunda kadar çıkabildiğini söylersem bu konuda sanırım bir fikir vermiş olurum.

LONDRA GÜNLERİ / ST PAUL’S CATHEDRAL VE TATE MODERN

Londradaki günlerimizin birini de St. Paul’s Cathedrali  ve onun hemen yanındaki Tate Modern Müzesini gezmeye ayırdık. Elimizdeki şehir haritasından ve caddelere sık sık konmuş olan krokilerden yararlanarak önce St. Paul’s Cathedralini bulduk. 17. yüzyılda inşa edildiği belirtilen bu katedral Londra piskoposluğunun  merkezi sayılmaktadır. İngiliz kraliyet ailesi ile ilgili bir çok törenin burada yapıldığı belirtilmektedir. Galler Prensi Charles Philip ve Prenses Diana’nın düğün törenlerinin de burada yapıldığı söylenmektedir. Görkemli mimari yapısı ile gerçekten muhteşem bir eser görünümünde olan bu katedrali ibadet amaçlı gelmeyenler ücret ödeyerek ziyaret etmektedir. Biz katedral ziyaretimizi sonuçlandırdıktan sonra yönümüzü haritamız rehberliğinde Thames Nehrine doğru çevirdik. Nehir üzerinde sadece yayalara ait olan Milenyum köprüsünden geçtikten sonra Tate Modern’ i karşımızda buluverdik.

Tate Modern başkent Londra’ da yer alan ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kabul ediliyor. Çeşitli salonların birbirinden farklı ve değişik eserin sergilendiği müzede bazı sanatçıların eserleri ücretli olarak ziyaret edilmektedir. Daha önce ziyaret ettiğimiz Nasyonal Galerideki eserler beni çok daha fazla etkiledi. Modern sanatı anlayabilmemiz yada alışabilmemiz için epey zamana ihtiyacımız var galiba. Tate Modern binasının 1940 lı yıllarda elektrik sanrali olarak inşa edildiği, ancak 1981 yılında kapatılarak müze olarak tasarlanıp buna göre düzenlemeler yapıldıktan sonra 2000 yılında köprüsü ile birlikte hizmete açıldığı belirtilmektedir.

LONDRA GÜNLERİ / BRITISH MUSEUM

Londra için “Müzeler Şehri” dense fazla abartılı olmaz sanırım. Gezimizde rehber olarak kullandığımız haritada gösterilen müzelere birer gün ayırsak en az bir aylık zaman gerekir. Öyle olunca da burada kalacağımız zaman sınırlı olduğu için önem ve ulaşım durumlarını dikkate alarak ancak bir kaç tanesine gitme fırsatı bulabildik ve ilk ziyareti “British Museum” a gerçekleştirdik. Müzeye kaldığımız eve yakın olan Angel durağından 38 numaralı otobüse binerek ulaşmamız zor olmadı.

Doksan bin metrekarelik kapalı alanı olan British Museum 1753 yılında kurulmuş. Müzede irili ufaklı sikkelerden, devasa heykellere kadar altı milyon kadar eserin 70 salonda sergilendiği belirtiliyor. Müze Afrika, Okyanusya, Amerika, Avrupa, Britanya, Çin, Japonya, Mısır, antik Yunan, Roma ve Anadolu coğrafyaları başta olmak üzere birçok medeniyetlere ait heykeller,paralar,madalyonlar,çizimler, baskılar ile çeşitli koleksiyonlara ev sahipliği yapmaktadır.

Özellikle Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinde önemli rolü olan “Rosetta Taşı”nın sergilendiği  kısım  ile  Çin hanedanlarına ait vazolar, budizme dair altın heykeller ve mozaikler ziyaretçilerin rağbet ettikleri bölümler arasında yer almaktadır. Müzenin ücretsiz olup her gün ziyarete açık olduğunu da bu arada hemen belirtelim. “Yeryüzünde  İngiltere’nin işgal etmediği ya da yolunun bir şekilde geçmediği ülke yok” gibi bir söz duymuştum. Bu müzedeki çeşitliliği ve zenginliği görünce sadece  gitmekle kalmamışlar götürmeyi de iyi becermişler diye düşündüm.

Burada ve diğer müzelerde benim en çok dikkatimi çeken  ve çok özendiğim bir durum ana okulundan üniversiteye kadar her seviyede öğrencilerin buralardan etkin olarak yararlanması idi. Ziyaret sırasında birçok eserin başında bireysel ya da grup olarak öğrencilerin çalıştıklarına, bazısında öğretmenleri de başlarında olduğu halde çizimler yaparak ya da diyaloglar halinde eserlerle bütünleştiklerine tanık oldum.