Londra’ya gelişimizin üzerinden tam on gün geçti. “Sayılı gün çabuk geçer” dedikleri doğruymuş. Dünyanın bu farklı coğrafyasını görme, tanıma fırsatını bize veren oğlumuza ne kadar teşekkür etsek azdır. Ayrıca İsviçre’den de ev arkadaşı olarak tanıdığımız Bahri’ye de artık diğer bir çocuğumuz gibi alıştık. İlk defa tanıştığımız Kıvanç Tatlıtuğ’un Londra Şubesi diyebileceğimiz Celal ile Gümüşhane eşrafından olduğunu her sözüyle hissettiren Velihan’ı da tanımak büyük bir keyifti. Dijital dünyanın nimetlerinden yararlanarak akla gelebilecek her konuyu yarışmaya, yarışmayı iddiaya, iddiayı da sevimli bahis oyununa dönüştürebilme becerilerine bizi de ortak etmeleri büyük bir incelikti. Sağ olun gençler, sizlere kucak dolusu selam ve sevgiler.
Gidiş yolculuğumuz da gelişimiz gibi başladı. Sabah 10.30 gibi bizi hava alanına götürecek olan taksiye bindik. Dönüşümüzü gelişimizden farklı olarak Gatwick hava alanından yaptık. Burası şehir merkezinden biraz daha uzak olduğundan taksi ile yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuk yapmak zorunda kaldık. THY’nın 14.25 tarifeli uçağında dört saatlik bir yolculuktan sonra Sabiha Gökçen Hava alanına iniş yaptık. Uçağın camından farklı ülkelerin farklı iklimlerini seyrederken geleceğin bizim için hangi senaryoları yazdığını düşündüm bir yandan.
On gün önce yolculuğumuzun başlangıcında İstanbul’dan güneşli bir havada ayrılmış, Londra’da yağmurlu bir hava ile karşılanmıştık. Dönüşte ise yine güneşli bir hava ile uğurlandık ve İstanbulun yağmurlu havası bizi karşılamıştı.