Sevgili ADA’mızla
geçirdiğimiz ilk doğum gününün ardından hem Ada ile, hem de çocuklarımızla kısa
tatil günlerinde daha fazla birlikte olabilme adına bir başka organizasyonun
içinde bulduk kendimizi. Çocuklarımız Bodrum’da epey kalabalık kişiyi
barındıracak bağımsız bir yapıyı iki haftalığına kiralamışlar. Uçak biletleri
ve araç kiralama işleri de daha önceden gerçekleştirildiği için bize sadece
belirtilen saatte belirtilen yerlerde beklemek kalmıştı. Neticede 28
Temmuz’da biz geniş aile olarak Bodrum Milas havaalanına indik. Oradan da
kiralanan araçlarla ikamet edeceğimiz yere doğru yola çıktık.
Bende öteden beri var
olan, son yıllarda daha da belirginleşen rutinin dışına çıkıldığında kaygı
gerilim arası duygu yaşayışı yerleşti. Bu seyahatte de ben çaktırmasam da
hafiften bunu yaşamaya başladım. Daha önce hiç gidilmeyen, bilinmeyen ve
belirsizliklerle dolu bu yolculuğun sonu nereye varacaktı, ya hayali bir yerse
ve bütün beklentiler boşa çıkarsa gibi düşünceler beynimi meşgul
ediyordu. Bu arada çocukların kullandıkları arabalar Bodrum’un kıyısından
geçerek kırsalına doğru ilerledikçe endişem de artmaya başlamıştı. Hele Dereköy
denen yerleşim yerine gelip, arabalar toprak bir yola girince daha da
kaygılandım. Neyse ki toprak yoldaki ilerlememiz çok kısa sürdü ve yolun
sonunda büyük bir demir kapıya dayandık. Kurulan bir telefon iletişimi sonunda
kapı içerden açıldı ve bizi evin sahibi Ertuğrul Bey karşıladı. Ayaküstü bize mekân
ve muhtemel ihtiyaçlarla ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra evi bize
teslim etti.
Karşılaştığımız tablo tek kelime ile muhteşemdi. Ertuğrul Bey üç dönümlük bu arazide gerçekten zevkine göre bir yaşam alanı yaratmış. Öncelikle hafif eğimli olan arazi tesviye edilerek birer metre kademeli üç alan oluşturulmuş. İlk alana 200 metrekareden büyük, tek katlı, üç banyosu olan (4+1) verandalı evini ve yüzme havuzunu yerleştirmiş. Evin arkasındaki süs havuzunu da ihmal etmemiş. Taş kaplama olan evin her bir bölümü ve parçasının doğa ile bütünlük içinde olmasına özen gösterilmiş. Eleştirel gözle baktığımız da dahi gözünüzü tırmalayan ya da “ Bu da burada hiç gitmemiş” diyebileceğiniz bir uyumsuzluğa rastlayamadım.
Ev ve havuz alanının bir, bir buçuk metre kadar aşağısındaki kademede de yaklaşık yüz elli yıllık olduğunu öğrendiğimiz bir meşe ağacı ile çimlendirilmiş bir zeminin etrafında begonvillerin de olduğu bitkiler, çiçekler ekilmiş. Bu çiçek ve bitki toplulukları da gayet estetik bir anlayışla alana yerleştirilmiş. Burada benim en favori alanım yıllanmış meşe gölgesi oldu. Günün her saatinde biraz yer değiştirse bile harman yeri kadar koyu bir gölgelik alan hiç kaybolmuyordu. Yaz sıcağı her yanı yakarken bu ağacın altındaki serinlik, sükûnet beni buraya fena bağladı. Ne havuz, ne deniz meşe gölgesinin cazibesini değiştirmedi. Başkalarını rahatsız etse bile cır cır böceklerinin bitmek bilmeyen sesleri bu ağacın altında bana adeta musiki gibi geliyordu.
Meşe ağacının bulunduğu zeminden bir kademe aşağıda kalan sahayı da Ertuğrul Bey sebze ve meyve bahçesi olarak değerlendirmiş. Üzüm, elma, nar, incir ve narenciye ağaçları hatırladıklarım arasında. Ayrıca karalahana, börülce, domates, biber ve salatalıkların bulunduğu sebze tarlalarını gördük. Mevsimi uygun olan üzüm incir gibi meyvelerle domates, salatalık, biber gibi sebzelerle -tabi Ertuğrul beyin izniyle- sofralarımızı zenginleştirdik. Gün aşırı buraya gelen bahçıvan Turan Bey de havuzun temizliğinden, bahçenin sulanmasına bütün işleri canla başla yapıyordu.
Önceleri biraz tedirgin olmakla birlikte burada yaşamaya başlayınca burasının insanı mutlu edecek çok şeyi barındırıyor olduğunu fark ettik. Tabi daha çok da insanın sevdikleri ve sevenleri ile bunları yaşıyor olması en büyük mutluluk bence. Bütün bu güzellikleri bize yaşatan ve bizimle yaşayan çocuklarımızla bir kez daha gurur duydum. Acaba bütün bunları hak ediyor muyuz şeklinde bir sorgulama da aklımdan geçmedi değil. İyi ki varsınız, iyi ki bizim çocuklarımızsınız, ve torunumuzsun sevgili Ada. Hepinize kucak dolusu sevgi……..