“KABİL’İ YETİŞTİRMEK” kitabını Dan Kindlon ve Michael Thompson birlikte yazmışlar. Her iki yazarın psikolojik danışmanlık geçmişinin olması, ayrıca bu çalışmalarını okullardaki deneyimleri ile zenginleştirmeleri eserin içeriğini daha gerçekçi ve anlamlı hale getiriyor.
İslam dini dahil birçok dini literatürde Âdem ilk insan ve ilk peygamber olarak bilinir. Adem’in 900 yıldan fazla bir ömür sürdüğü ve yüzlerce de çocuğu olduğu yazılıp söylenmesine rağmen hakkında en çok konuşulan iki kardeş Habil ile Kabil’dir. Birisi çoban diğeri çiftçi olan bu iki kardeşin arasındaki amansız rekabet, çatışma, öfke nihayetinde Kabil’in Habil’i öldürmesi ile sonuçlanır. İki erkek çocuk arasında yaşanan bu durumdan hareketle yazarlar erkek çocukların üzerine odaklanan kitabını yazarlar.
İlk bölümde oğlanların içsel yaşamına bir giriş yapılır ve kızlarla oğlanların duygu ifadesi konusunda bariz farklılığına dikkat çekilir. Mevcut kültürel ortamın da bu farklılığı artırdığı ileri sürülür. Çoğu oğlanın dağarcığında duyguları anlatacak kelimelerin bulunmayışı işi daha da zorlaştırdığından “Duygusal okuryazarlık” becerisinin inşa edilmesinin şart olduğunu, bunun da temini ve aşamaları ayrıntılı olarak açıklanmaktadır kitapta. Yaradılış mı yetiştirme mi; hangisinin ne oranda payı olduğu konusu da bu bölümde irdelenmektedir.
İlerleyen bölümlerde okul ortamında erkek öğrencilerin birbirleri ile, karşı cinsle, öğretmenleri ile ebeveynleri ile yaşadığı sorunlar ele alınıyor; DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) oğlan çocuklardaki durum anlatılıyor. Ayrıca sert disiplin anlayışının hem çocuklara hem çevresine ödettiği bedeller örneklerle açıklanıyor.
Kitapta oğlan çocukların dünyasında çok daha fazla yer eden zulüm kültürü de ayrı bir bölümde açıklanmış.
Babalar ve oğullar ile ilgili bölümde de ebeveynlere -özellikle babalara- verilecek çok önemli mesajları içeren tespitler var. Kurulacak ilişki, mesafe, duyguların açıklanması ve aktarılması, esirgenen övgüler, ölçüsüz eleştiriler konularında her babanın bilmesi gereken ipuçları var. Keza bir sonraki bölümde oğlanın anne ile olan ilişkileri mercek altına yatırılıyor. Oğlanın etrafında dönerek bağımsız olmasını engelleyen helikopter anneler, umursamaz anneler gibi olumsuz sıfatlamalardan sonra oğlanın gelişimine en olumlu katkıda bulunan anne tipine örnekler veriliyor.
Oğlan çocukların yalnızlığına kapanması, depresyon ve intihar konuları da kitapta detaylı bir şekilde ifade bulmuş. İstatiksel olarak erkeklerde daha fazla olan bu durumlarla ilgili ayrıntılı tespitlere kitapta geniş yer verilmiş. Yine oğlan çocuklarında duygusal boşluğun doldurulması amaçlı içki ve uyuşturucu alışkanlığı da kitapta çok iyi irdelenmiş.
Oğlan çocuklardaki cinsellik ve karşı cinsle ilişkileri de ihmal etmemiş yazarlarımız. Bu konuda yaşanan gelgitler, önyargılar dönemi zorlaştırmakta, ancak kendilerine olumlu yönde yapılacak yardımlarla bu dönemin de kolay atlatılmasına ilişkin öneri ve örnekler sıralanmış.
Oğlan çocuklarında çok daha fazla görülen öfke ve şiddet yaşayışları da kitabın başka bir bölümünde açıklanmış. Düş kırıklıklarını hiçbir filtreden geçmeden öfkeye, öfkenin de saldırganlığa dönüşmesi oğlanlarda sıkça görülür. Bu durumda izlenecek yol ve yöntemlere ilişkin paragrafları da kitapta bulmak mümkün.
“Oğlanlar neye gereksinim duyar?” başlığı kitabın son bölümünü teşkil ediyor. Burada da yazarlar detaylandırdıkları tespitleri yedi alt başlıkta sıralanmış:
1- Oğlanların bir içsel yaşamı olmasına izin verin. Tam bir duygu yelpazesi yani duyguların her türlüsüne sahip olmalarını kabul ve tasvip edin. Hem kendilerini daha iyi anlamalarını hem de başkaları ile daha etkili şekilde iletişim kurmaları için bir duygusal sözcük dağarcığı geliştirmelerine yardımcı olun.
2- Oğlanların yüksek etkinlik düzeyi olduğunu kabul edin ve bunu dışa vurabilecekleri güvenli alanlar oluşturun.
3- Oğlanlarla kendi dillerinde-gururlarını ve erilliklerini göz önünde tutan ve buna saygı gösteren biçimde konuşun. Doğrudan olun; oğlanları danışman ve sorun çözen kişi durumuna getirin.
4- Duygusal cesaretin de cesaret olduğunu ve cesaret ile empatinin yaşamda gerçek birer güç kaynağı teşkil ettiğini oğlanlara öğretin.
5- Disiplini kişilik ve vicdan inşa edecek şekilde kullanın, kendinize düşman yaratacak şekilde değil.
6- Erkekler arasında duygusal bağlanmanın örneklerini gösterin.
7- Oğlanlara erkek olmanın pek çok farklı yolu bulunduğunu öğrettin.
Kitabı yazanların danışmanlık geçmişi olması üslup ve içerik olarak kitabi daha dolu hale getirmiş. Tavsiye, talimat, nasihat gibi sadece teorik bilgilerle yetinmemiş, her durum ve konuya ilişkin yaşanmışlıklar bolca kullanılarak eser daha ilginç hale getirilmiş.
Şimdi sıra kitapta ilginç bulduğum cümleleri sizlerle paylaşmaya geldi.
*Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa şudur: Bugünün öfkeli oğlan çocuğu, eğer ona geçerli bir alternatif sunmazsak, yarının yalnız ve hayata küsmüş orta yaşlı erkeğine dönüşecektir.
*Oğlanlar kendilerine bağırılmasından duydukları acıyı genelde dışa vuramıyorlar, çünkü oğlan olmak bunu gerektiriyor. Ancak acıtıyor işte.
*Bir öğretmen, oğlanların fiziksel hareketliliği ve sınıf işleyişini aksatması ile baş edebilmeli, ama bunu, söz konusu davranışları kötücül ve hayvansı olarak nitelendirmeden yapmalıdır. Zira oğlanlar için hareket, duyguları serbestçe dışa vurma yoludur.
*Bir oğlanın utanç, öfke, üzüntü gibi hislerle yaşadığı duygusal çalkantı ve bu hisleri ifade etmekte çektiği zorluk da yüksek bir hareketliliğe ve dürtüselliğe yol açabilir.
*Okullar, müfredatlar, derslikler ve öğretim tarzları oğlanlardaki normal hareketlilik düzeyine ve gelişim kalıplarına uygun olarak tasarlandığında “oğlan sorunları” denen soyutlayıcı katman aradan çekilecektir.
*Haşin ve sert disiplin hiçbir çocuk için doğru çözüm değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Gelin görün ki, oğlanlar sert disiplinin paratoneri gibidir, onu kızlardan daha çok çekerler.
*Bir oğlan aldığı her tahakküm, korku ve ihanet dersinde güvenden, empatiden ve ilişki kurabilmekten biraz daha uzaklaşır.
*Zulüm kültürü oğlanların savunmasız kalma ve incinme korkusundan besleniyorsa, yapılması gereken, onları korkularından kurtarmak ve verdikleri duygusal mücadeleyi daha iyi anlamalarını sağlamaktır.
*Duygusal farkındalığı ve kişisel sorumluluğu teşvik eden, ayrıca bu değerleri açıkça ve yüksek sesle dile getiren yetişkinlerin bulunduğu bir ev ya da okul ortamında önce oğlanların sessizlikleri, onunla birlikte de zulüm kültürünün oğlan yaşamındaki sessiz gücü kırılacaktır.
*Bir erkeği ağlatabilecek çok az şey vardır….Yeri gelip ağladığında ise bu hemen her zaman babası ile ilgilidir. Adam nefret edilen ya da saygı duyulan biri de olabilir, ölü ya da diri de.
*Erkeklerin anlattığı hikayelerde sevgi kelimesi nadiren ortaya çıkar ama bu hikayeler aslında sadece sevgi hakkındadır. Babalar ve oğullar karşılıksız kalmış bir sevgi anlatısının oyuncularıdır; özlem, öfke, üzüntü ve utanç içinde anlatılan bir öyküdür bu.
*Bir baba ne kadar katlanılmaz olursa olsun, oğlan varlığının en derin yerinde babasını sevmek ve onun tarafından tanınıp sevilmek ister.
*Oğlunun hayatını kontrol etmeye çalışan baba, bu mücadelede kısa vadede üstün gelebilir ama bu, aralarındaki ilişkiye çok şey kaybettirecektir.
*Eşinden veya eski eşinden yana hayal kırıklığına uğramış bir anne bunu oğluna yansıtırsa, oğlunun babası ile ilişkisini baltalamakla kalmaz, üstü örtülü şekilde oğlunu da eleştirmiş olur.
*Bir oğlanın annesi, fiziksel sıcaklığın duygusal rahatlığını ona cinsel olmayan çerçevede verebilecek az sayıda kadından biridir.
*Oğlanlar depresyonu saklamaz, depresyon onları saklar… Depresyonu bir ambalaja sarması, klinik bir duygudurum bozukluğunu “normal” oğlan davranışıymış gibi yansıtmak gösterdiği çabadır. Elinden bu kadarı gelir.
*İçki içen bir oğlan “küçük” olmanın verdiği utanç ve kaygıdan da kurtulur… İçki içmek ise oğlanları ön saflara, gerçek erkeklerin yanına koyduğu için ayrıca caziptir.
*Alkolün beyinde yarattığı en tehlikeli etkilerden biri mantıklı muhakemeyi yok etmesidir… Bir oğlan ne kadar içerse o kadar aptallaşır.
*Oğlanlar alkol ve uyuşturucuya farklı nedenler ve beklentilerle başlasalar da, aynı dolambaçlı yollardan geçer ve aynı yüksek riskli çıkmaz sokaklara girerler.
*Alkol ve uyuşturucu kullanan oğlanlar uçurumun kenarında dans etmektedirler, ama yüksekliğin verdiği heyecan ve canlılığı hissetseler de, düşme ihtimalinden ötürü hiç kaygı duymazlar.
*Oğlanlar içki ve uyuşturucuya yöneldiğinde aslında duygusal bir bağlantı arayışındadır… Alkol ve uyuşturucunun bütün çekici özelliklerinin bir bedeli vardır ve oğlanlar bunu, duygusal olgunluğa ulaşmalarını sağlayacak fırsatları kaçırarak öderler.
*Her oğlan potansiyel bir romantiktir ve düşünceli bir aşıktır. Ama her şeyden önce bir oğlandır ve oğlan cinselliği kızlar resme dahil olmadan önce başlar.
*Oğlanlarla kızlar arasındaki farkın en büyük olduğu konu fiziksel şiddettir. Kültürün oğlanlara verdiği duygusal eğitimin hem onları hem bizi yüz üstü bıraktığı, başka hiçbir alanda bu denli açık şekilde görülmez.
*Öfkeli duygular ile şiddet eylemleri arasında çok küçük bir tampon bölgeleri vardır. Yumruk atmak ile dönüp gitmek arasındaki çizgi çok incedir.
*Oğlanların gereksindiği ilk ve en önemli şey, kendilerine geleneksel bakış açısından değil, bambaşka bir pencereden bakılmasıdır.
*Cesaret korkuya direnç göstermektir, korkunun hâkimi olmaktır, korkusuzluk değil.
Kendimi biraz fazla kaptırmış olmalıyım ki bu kitapla ilgili yazı hayli uzadı. Daha önce de böyle yaptığımda bir arkadaşım beni “Kitap kritik yazılarını çok uzun tutuyorsun. Tanıtım değil, sanki kitabın özeti oluyor. Senin yazını okuyunca insanlar kitabı almaktan vaz geçecekler” diyerek eleştirmişti. Hani haksız da değildi.
Kitabı okuma sürecinde hep kendi geçmişimle bağ kurmaya çalıştım. Benim babam üç erkek kardeş. Amcalarım oldu ama halam olmadı. Keza ben iki erkek çocuk sahibiyim. İki torunumdan biri de erkek. Dolayısıyla zihin dünyamda erkek dünyası daha hâkim bir yerde. Bu konular ile ilgili okuduğum her kitapla birlikte insan ister istemez geçmişe yönelik bir yüzleşmenin içinde buluyor kendini. Daha verici, daha sabırlı, daha anlayışlı olmak gibi dahalarla dolu cümleler bir bir sıralanıyor kafamda. Ama bu duyguyu başkalarının da hissettiğini görerek düşünerek teselli bulmaya çalışıyorum. Hatta bu kitabın sonunda yazarlar ile yapılmış röportajda Dan Kidlon bir soruya verdiği cevapta bir ebeveyn olarak geçmişte kendisinin de bazı konularda yetersiz kaldığını, her geçen gün yenileşme ve aydınlanma sürecini yaşadığını belirtiyor.
Ebeveynlere ve öğretmenlere oğlanların yetiştirilmesinde daha az hata, daha çok duygusal okuryazarlık gayreti dileyerek yazıyı sonlandırmak istiyorum.
