BİRAZ DA KİTAP / EV

Pandemi nedeni ile evimizde zorunlu ikametimizin olumlu yanlarından biri de bol bol kitap okuma fırsatımız olması idi. Okuduğumuz kitaplarla ilgili tespit ve düşüncelerimi bloğumda paylaştım. Bu defa da okuduğum bir başka kitapla sizleri tanıştırıyorum. Yine çocuklarımızın internet yolu ile gönderdiği kitap bu kez roman türünde bir eser. “EV” adını taşıyan bu kitap Hep Kitap’tan çıkmış ve 453 sayfadan oluşuyor.

Eserin ana konusu ve omurgasını romanın kahramanı durumundaki Seher’in Portekiz’in bir şehrinden başlayıp (Porto ve Santiago arası) İspanya’nın bir şehrinde sona eren bir yolculuk oluşturuyor. 263 kilometrelik bu yol yürüyerek kat ediliyor. Farklı başlangıç noktalarına göre bu yol daha kısa olabileceği gibi 960 kilometreye kadar da çıkabiliyor. Yerel kültürde bu bir yerde de hac yolculuğu olarak kabul ediliyor. Kısa ve uzun maraton gibi de düşünebiliriz bunu. Yolculuk kesinlikle bir yarış değil. İsteyen istediği sürede yürüyebiliyor. Çok farklı ülkelerden genç, yaşlı, kadın, erkek birçok kişinin katıldığı bu yürüyüş günlerce ve haftalarca sonra tamamlanıyor. Romanın baş karakteri Seher bu geziyi önce kendi başına planlamasına rağmen sadece bilgi vermek için bir arkadaşına açıklayınca onun ısrarından kurtulamayarak gönülsüz de olsa yürüyüşe iki kişi olarak katılmak zorunda kalıyor.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / EV”

BODRUM’DA BEŞ GÜZEL GÜN

Sevgili ADA’mızla geçirdiğimiz ilk doğum gününün ardından hem Ada ile, hem de çocuklarımızla kısa tatil günlerinde daha fazla birlikte olabilme adına bir başka organizasyonun içinde bulduk kendimizi. Çocuklarımız Bodrum’da epey kalabalık kişiyi barındıracak bağımsız bir yapıyı iki haftalığına kiralamışlar. Uçak biletleri ve araç kiralama işleri de daha önceden gerçekleştirildiği için bize sadece belirtilen saatte belirtilen yerlerde beklemek kalmıştı. Neticede 28 Temmuz’da biz geniş aile olarak Bodrum Milas havaalanına indik. Oradan da kiralanan araçlarla ikamet edeceğimiz yere doğru yola çıktık.

Bende öteden beri var olan, son yıllarda daha da belirginleşen rutinin dışına çıkıldığında kaygı gerilim arası duygu yaşayışı yerleşti. Bu seyahatte de ben çaktırmasam da hafiften bunu yaşamaya başladım. Daha önce hiç gidilmeyen, bilinmeyen ve belirsizliklerle dolu bu yolculuğun sonu nereye varacaktı, ya hayali bir yerse ve bütün beklentiler boşa çıkarsa gibi düşünceler beynimi meşgul ediyordu.  Bu arada çocukların kullandıkları arabalar Bodrum’un kıyısından geçerek kırsalına doğru ilerledikçe endişem de artmaya başlamıştı. Hele Dereköy denen yerleşim yerine gelip, arabalar toprak bir yola girince daha da kaygılandım. Neyse ki toprak yoldaki ilerlememiz çok kısa sürdü ve yolun sonunda büyük bir demir kapıya dayandık. Kurulan bir telefon iletişimi sonunda kapı içerden açıldı ve bizi evin sahibi Ertuğrul Bey karşıladı. Ayaküstü bize mekân ve muhtemel ihtiyaçlarla ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra evi bize teslim etti.

Karşılaştığımız tablo tek kelime ile muhteşemdi. Ertuğrul Bey üç dönümlük bu arazide gerçekten zevkine göre bir yaşam alanı yaratmış. Öncelikle hafif eğimli olan arazi tesviye edilerek birer metre kademeli  üç alan oluşturulmuş. İlk alana 200 metrekareden büyük, tek katlı, üç banyosu olan (4+1) verandalı evini ve yüzme havuzunu yerleştirmiş. Evin arkasındaki süs havuzunu da ihmal etmemiş. Taş kaplama olan evin her bir bölümü ve parçasının doğa ile bütünlük içinde olmasına özen gösterilmiş. Eleştirel gözle baktığımız da dahi gözünüzü tırmalayan ya da “ Bu da burada hiç gitmemiş” diyebileceğiniz bir uyumsuzluğa rastlayamadım.

Ev ve havuz alanının bir, bir buçuk metre kadar aşağısındaki kademede de yaklaşık yüz elli yıllık olduğunu öğrendiğimiz bir meşe ağacı ile çimlendirilmiş bir zeminin  etrafında begonvillerin de olduğu bitkiler, çiçekler ekilmiş. Bu çiçek ve bitki toplulukları da gayet estetik bir anlayışla alana yerleştirilmiş. Burada benim en favori alanım yıllanmış meşe gölgesi oldu.  Günün her saatinde biraz yer değiştirse bile harman yeri kadar koyu bir gölgelik alan hiç kaybolmuyordu. Yaz sıcağı her yanı yakarken bu ağacın altındaki serinlik, sükûnet beni buraya fena bağladı. Ne havuz, ne deniz meşe gölgesinin cazibesini değiştirmedi. Başkalarını rahatsız etse bile cır cır böceklerinin bitmek bilmeyen sesleri bu ağacın altında bana adeta musiki gibi geliyordu.

Meşe ağacının bulunduğu zeminden bir kademe aşağıda kalan sahayı da Ertuğrul Bey sebze ve meyve bahçesi olarak değerlendirmiş. Üzüm, elma, nar, incir ve narenciye ağaçları hatırladıklarım arasında. Ayrıca karalahana, börülce, domates, biber ve salatalıkların bulunduğu sebze tarlalarını gördük. Mevsimi uygun olan üzüm incir gibi meyvelerle domates, salatalık, biber gibi sebzelerle -tabi Ertuğrul beyin izniyle- sofralarımızı zenginleştirdik. Gün aşırı buraya gelen bahçıvan Turan Bey de havuzun temizliğinden, bahçenin sulanmasına bütün işleri canla başla yapıyordu.

Önceleri biraz tedirgin olmakla birlikte burada yaşamaya  başlayınca burasının insanı mutlu edecek çok şeyi barındırıyor olduğunu fark ettik. Tabi daha çok da insanın sevdikleri ve sevenleri ile bunları yaşıyor olması en büyük mutluluk bence. Bütün bu güzellikleri bize yaşatan ve bizimle yaşayan çocuklarımızla bir kez daha gurur duydum. Acaba bütün bunları hak ediyor muyuz şeklinde bir sorgulama da aklımdan geçmedi değil. İyi ki varsınız, iyi ki bizim çocuklarımızsınız, ve torunumuzsun sevgili Ada. Hepinize kucak dolusu sevgi……..