BİRAZ DA KİTAP / DİVAN

Peygamber Hazreti Muhammed’in sakalı, bir başka ifade ile sakalı-ı şerif özel dini günlerde bereketlenmek için, cemaatin ziyaretine sunulan, kırk kat bohçaya sarılı olarak küçük cam bir tüp içinde korunup saklanmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 2000 kadar camide sakalı şerif bulunduğu tahmin edilmektedir. Gerçek olup olmadığı konusunda ışığın altında gölgesinin bulunmaması ve ateşe yaklaştırıldığında yanmadığı şeklinde bir inanç vardır.

Sakal-ı şerif özel dini günlerde ve daha çok da Ramazan ayının kadir gecesi cemaatin ziyaretine açılır. Benim de tanık olduğum böyle bir gecede kırk bohçaya sarılmış sakalı şerif tekbirler ve salavatlar eşliğinde imamın özenli hareketleri ile yavaş yavaş açılmaya başlamıştı. Kırk katın her biri titizlikle açıldığından bu kısmı 10-15 dakika sürmüştü. Nihayetinde küçük bir cam tüp içinde yaklaşınca ancak görülebilen sakala ulaşılmıştı. Daha sonra cemaat tek sıra halinde önünden geçerek ziyaret tamamlanmıştı. O atmosfer ben de dahil insanları gerçekten etkiliyordu. Zaman zaman kendinden geçmeler bayılmalar ve izdiham yaşandığı da oluyordu. Açıkça söylemek gerekirse bu yapılanın ne kadar ibadet olduğu ya da ne kadar İslami olduğu konusunda benim zihnim hep karışık kaldı.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / DİVAN”

BİRAZ DA KİTAP / LİYAKAT

“Liyakat, bir kişinin kendisine iş verilirken güven duyulmasını sağlayan kalitesi ve o işe layık olması anlamına geliyor” şeklinde bir giriş yapmış Candaş Tolga Işık “Liyakat” kitabının önsözünde. 117 sayfalık kitabı yaklaşık 25 sayfa kadar görsellerle ilginç hale gelmiş. Bu haliyle adeta çerez kıvamında bulduğum kitabı bitirmek için birkaç saat yetti bana.

Hepimiz günlük hayatta liyakat ya da liyakatsizlik hakkında çok şey söyler dururuz. En dar tanımı ile layık olmayan birinin çeşitli usullerle layık olanın yerine bir işe ya da makama oturması olarak canlanır zihnimizde bu durum. Bu haliyle sanki iki kişiyi ilgilendiren bu durumu Candaş Tolga Işık kitabında 20’den fazla başlık altında daha etraflıca incelemiş ve ne yazık ki endişelerimizin biraz daha artmasına neden olmuştur. Geniş anlamı ile liyakatsizliğin kurumların içinin boşaltılması sonucunu doğurduğu tespitine varmaktadır yazar. İçinin boşaltılması kavramının da yolsuzluk, hortumculuk, vurgunculuk ve daha öte kurumların ehil ellere teslim edilmeyerek değersizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması tehlikesine dikkat çekilmektedir.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / LİYAKAT”

HAVADAN SUDAN / 5

Havadan sudan konular gündemimizi işgal etmeye devam ediyor. Bana göre konuşmaya bile değmeyecek konularda fırtınaların koparıldığını görmek beni hayretlere düşürüyor. Bunlardan birisi de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gezisini takip eden gazetecilerin kimlikleri üzerinden yapıldı. Haber medyada “İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun iki gün süren Karadeniz gezisini İsmail Saymaz, Akif Beki, Nagehan Alçı, Özlem Gürses ile birlikte çok sayıda gazeteci takip etti.” şeklinde yer aldı. Ben göreve geldiğinden beri İmamoğlu’nun Belediyecilik hizmetleri dışında konular ile gündeme gelmesini anlamış değilim.

Öncelikle ben basının, medyanın, demokratik hayatın tek sesli olmasının doğru olmadığına inanırım. Günümüzde olduğu gibi gazeteci süsü verilmiş kişilerin eline verilen soruları sorması, sorulardan önce cevapların promptere yansıması gibi durumları çok trajikomik bulurum. Acaba İmamoğlu bu yaklaşımı ile bu ezberi bozmak mı istemiştir diye aklımdan geçmedi değil. Çünkü kendisi çalıp kendisi oynayan, ya da körlerle sağırlar birbirini ağırlar misali kapalı devre bir iletişim stratejisinin alıcısı olmayacağını herkes fark etti artık. Yelpazenin farklı taraflarında olsalar da oldukça nitelikli iş yapan, ilkeli ve özgürce soru sorabilen gazetecilerle yola çıkmasını çok daha kıymetli bulurum. Tabii ki Nagehan Alçı da bunlardan biri olabilir mi doğrusu tam olarak emin değilim. Sicilinde hatırlatılınca mahcup olacağı epey bir bagajı var çünkü. Belki de İmamoğlu “Ben ne kadar yüce gönüllü, kucaklayıcı, biriyim. Mevlana’nın Ne olursan ol yine gel dediği gibi Nagehan Alçı’ya bile dergahımda yer veriyorsam anlayın ki benden başkası 84 milyonu kucaklayamaz” mesajını mı vermek istemektedir. Bu tepkilerin çoğunun İmamoğlu’nun önünü kesmek için troller tarafından yapılmış olabileceği ihtimalini de bir yerlerde saklı tutuyorum. Netice olarak demokrat olmak zor zanaat, senin gibi düşünmeyenlere, hatta gıcık olabileceğin tiplere anlayış ve tahammül göstermek bir yana gösterdiğin bu tahammüle tepki gösterenlere de tahammül gerektiriyor bir yerde.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 5”

HAVADAN SUDAN / 4

Sanırım 90’lı yılların sonu ve galiba Refah-Yol hükümeti zamanı idi. Yine bir Ramazan ayında İstanbul Valiliği, içinde biz İlköğretim Müfettişlerinin de bulunduğu bir eğitimci topluluğuna Anadolu yakasında bulunan Sabancı Öğretmenevinde bir iftar yemeği vermişti. O yıllara kadar bu tür uygulamalar yoktu ve yeni yeni başlıyordu. Bazısı İstanbul’un çeşitli yerlerinden toplu taşıma araçları ile birkaç aktarma yaparak, bazısı kendi araçları ile mekâna ulaştılar. Aramızda oruçlu olan da vardı olmayan da. İftar saatine kadar bahçede vakit geçirildi, zaman yaklaşınca bazıları sigarasını söndürerek içeri girip sofrada yerini aldı. Uzun zaman geçti. Yenildi içildi ve nihayetinde herkes evine döndü.

Bu anlattığım çok basit sıradan ve havadan sudan diyeceğimiz bir konu gibi gelebilir hepimize. Beni öteden beri bedava olan ya da kaynağı belli olmayan mal, hizmet ve ikramlar endişelendirmiş ve germiştir. Bedava gibi görünen aslında derinliğine düşünüldüğünde en pahalı şey olabilir. O İftar yemeğine katılan 500’den fazla kişinin masrafı valinin kendi kesesinden karşılanmamıştır sanırım. Öğretmen Evinin zarar bilançosuna yazılan bu hesap aslında kimlerin lokmasının küçülmesini sağlamıştır şeklindeki düşünceler boğazımda lokmaların dizilmesine neden olmuştu.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 4”

HAVADAN SUDAN / 3

Blogumun gezilerim bölümündeki yazı ve görsellerin birçoğunun dış ülkelere yaptığımız gezilerle ilgili olduğu okurlarımın gözünden kaçmamıştır. Bu geziler sırasında herkes gibi ilk merak ettiğim konu o ülkedeki ekonomik durum, hayat pahalılığı idi. Herhangi bir hizmet ya da malın fiyatını hemen zihnimizde kendi paramıza çevirip, kendi üç aylık maaşımızla karşılaştırmak oluyordu ilk işim. Bu durum da benim şok olmama yetiyordu.

Bir keresinde Londra’da orada yaşayan ve bizi misafir eden oğlum yemek için bizi bir mekâna götürmüştü. Sanırım her ülkenin ya da mekânın kendine has kültürü var ki bize de o uygulandı. Mekânda birçok yer boş bile olsa kapıda bekliyorsunuz ve bir süre sonra gelen görevli nezaretinde bir yere oturtuyorlar sizi. Her birimize adeta bir ciltli kitaba benzer menü verildi. Biz bu duruma biraz Fransız kaldığımız için seçimi oğlumuza bıraktık. Daha sonra son derece şık giyimli bir bayan üzerine adeta bir kuyumcu vitrinindeki mücevherler gibi etlerin bulunduğu levha ile geldi ve her bir et parçası ile ilgili hangi hayvanın neresinden ve hangi işlemlerden geçirildiği hususunda uzun uzun açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların tercümesini de oğlumuz bize yapıyordu. Nihayetinde siparişler verildi, yendi içildi. Tabi ben ödememiş olsam da hesap bizi hayrete düşürecek miktarda olduğunu söyleyebilirim. Biz o miktarla burada kurbanlık bir koç alır ya da büyükbaş kurbana bile girebilirdik.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 3”

HAVADAN SUDAN / 2

Hepimizin kanıksadığı, adeta sıradan diyebileceğimiz rutin haline gelmiş bir işleyişten bahsederek yazıma bir giriş yapmak istiyorum. Hafta sonu eve gelip akşam haberlerini dinlerken “Sayın Cumhurbaşkanı … camii cuma namazı çıkışı iç ve dış politikaya ilişkin açıklamalarda bulundu ve muhalefeti sert bir biçimde eleştirdi…” şeklindeki yaşanmışlık artık hayatımızın sıradan bir parçası haline geldi. Cami siluetinin bir bölümünü fon alarak kurulmuş kürsü ve bir yığın mikrofonun önündeki bu görüntü çok sıradan bir senaryo haline geldi. Ben alışılmış bu görüntülerin derinliğine inip olayları irdelerken buluyorum kendimi.

Önce kendimi bir an Cumhurbaşkanının yerine koyuyorum. Tam hutbeyi dinlerken ya da huşu içinde namaza yönelmişken dışarıdaki gazeteci ordusunun soracağı soruları ve onlara verilecek cevabı düşünür halde buluyorum kendimi. Gerçi orasının yolgeçen hanı olmadığını, herkesin kafasına eseni soramayacağını, soruların ve soruyu soracakların titizlikle seçildiği söyleniyor olsa da yine de insanın düşüncesi biraz dağılır diye düşünüyorum.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 2”

HAVADAN SUDAN / 1

“Havadan sudan” tabiri daha çok önemsiz, önceliği olmayan, konuşmaya değmez, ciddiye alınmayan, hayati bir önem taşımayan durumlar için kullanılır. Hava ve su gibi hayati iki maddenin bu amaçla yan yana getirilmesi beni hayrete düşürmüştür. Ayrıca son derece göreceli anlatım olarak görmüşümdür bu deyişi. Yıllar önce bir yerlerden okuduğum fıkra ya da anekdotla belki daha iyi anlatabilirim meramımı.

Avrupa ülkelerinin birinde trenin kompartımanında çeşitli kesimlerden insanlar yolculuk yapmaktadır. Yolculardan genç yaştaki bir kız ve oğlan bizlerin diz dize, yanak yanağa tabirimizin de ötesinde bir samimiyet içindedir. Diğer yolculardan bir kısmı birbiriyle sohbetine devam etmekte, bazısı gazetesini okumakta, bazısı da pencereden dışarıdaki manzarayı seyretmektedir. Bir müddet sonra bu gençler ileri derece samimiyetin getirdiği yorgunluk ve rahatlığı yaşadıktan sonra arkalarına yaslanır ve ağızlarına birer sigara alıp tam yakacak iken son derece kendi halinde ve sakin olan diğer yolcular birer aslana dönüşür ve “Buna asla izin vermeyiz. Bu kadar insanın sağlığını nasıl tehlikeye atarsınız? Hem burada sigara içmenin yasak olduğunu bilmiyor musunuz?” şeklindeki söylemleri ile adeta salvo atışlarını başlatırlar. Gençler de bu tepkiyi görünce bu son zevklerini ertelemek zorunda kalırlar. Olaylara ve durumlara gösterilen tepkiselliğin göreceli olduğunu bu örnekten daha iyisi anlatamaz herhalde.

Devamı için tıklayın “HAVADAN SUDAN / 1”