Blogumun gezilerim bölümündeki yazı ve görsellerin birçoğunun dış ülkelere yaptığımız gezilerle ilgili olduğu okurlarımın gözünden kaçmamıştır. Bu geziler sırasında herkes gibi ilk merak ettiğim konu o ülkedeki ekonomik durum, hayat pahalılığı idi. Herhangi bir hizmet ya da malın fiyatını hemen zihnimizde kendi paramıza çevirip, kendi üç aylık maaşımızla karşılaştırmak oluyordu ilk işim. Bu durum da benim şok olmama yetiyordu.
Bir keresinde Londra’da orada yaşayan ve bizi misafir eden oğlum yemek için bizi bir mekâna götürmüştü. Sanırım her ülkenin ya da mekânın kendine has kültürü var ki bize de o uygulandı. Mekânda birçok yer boş bile olsa kapıda bekliyorsunuz ve bir süre sonra gelen görevli nezaretinde bir yere oturtuyorlar sizi. Her birimize adeta bir ciltli kitaba benzer menü verildi. Biz bu duruma biraz Fransız kaldığımız için seçimi oğlumuza bıraktık. Daha sonra son derece şık giyimli bir bayan üzerine adeta bir kuyumcu vitrinindeki mücevherler gibi etlerin bulunduğu levha ile geldi ve her bir et parçası ile ilgili hangi hayvanın neresinden ve hangi işlemlerden geçirildiği hususunda uzun uzun açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların tercümesini de oğlumuz bize yapıyordu. Nihayetinde siparişler verildi, yendi içildi. Tabi ben ödememiş olsam da hesap bizi hayrete düşürecek miktarda olduğunu söyleyebilirim. Biz o miktarla burada kurbanlık bir koç alır ya da büyükbaş kurbana bile girebilirdik.
Gezi süresince etiketlerde gördüğüm fiyatları bizimkiler ile kıyaslama jimnastiği hep devam etti. Bir ara bir mağazanın yanından geçerken yaya kaldırımına kadar uzanmış büyük bir levhada ceket, tişört, kaban gibi giysilerin karşısında bize göre oldukça makul gelen fiyatları görünce biraz rahatladım ve oğluma” Bak oğlum arayıp bulabilirsen uygun fiyatlara da alışveriş yapmak mümkünmüş” dedim. Aynı mağazanın önündeki fiyatlara bakan oğlum bana dönerek” fiyatlar makul ama burası giyim mağazası değil, kuru temizlemeci, fiyatlar da temizleme fiyatları” deyince iyimserliğim oldukça kısa sürmüş oldu.
O zamanlar Şangay’da nispeten makul olmakla birlikte Hollanda, İngiltere ve İsviçre’de olduğu gibi uzak doğu ülkesi/kenti olan Hong Kong’ta da aynı durumlara tanık oldum. Marketlerde özellikle sebze meyve reyonları dünyanın dört bir yanından getirilmiş ürünlerin etiketleri de hayli yüksek gelmişti bana. Hele Hong Kong’ta marketin birinde beyaz bir ambalajın içinde sanki kadife bir kâğıdın içinde dört tane incirin bizim paramızla 49 liraya satıldığını, arka kısmında da menşeinin İzmir olduğunu görünce çok karışık duygular içinde bulmuştum kendimi. Karpuzun da tane ile değil streçle sarılı dilim dilim ve yüksek fiyatlardan satıldığını orada görmüştüm. Oysa o sırada memleketimde biz incirin kilosunu da, karpuzun tanesini de 10-15 liraya alıyorduk. Her ne kadar oğlum buradaki insanların gelir seviyelerinden, bu mal ve hizmetlere ulaşmalarının kolaylığından söz etse de benim ufkum emekli maaşım ile sınırlı olduğu için üst düzeyde oluşturulan bu dengeyi anlamakta zorlanıyordum.
Neyse gel zaman git zaman son yıllarda ve son aylarda ülkemizdeki fiyatların hızla artışı, etiketlerdeki rakamların iki basamaklılardan üç basamaklı sayılara doğru yolculuğa çıktığını görünce bu defa kendim ve ülkem için endişe etmeye başladım. Pazarlarda, sebze ve meyve reyonlarında eskiden sadece numune için bir tane kesilen karpuz yerine dilim dilim kesilmiş streç filme sarılmış dilim dilim satışa sunulmuş karpuzları görünce yukarıda bahsettiğim gezilere götürdü hafızam beni. Dış güçler, pandemi, teröristler gibi her kafadan gerekçeler üretenler mi istersin, porsiyonları küçültelim, domatesi mevsiminde yiyelim 2 kilo et yerine yarım kilo yiyelim diye akıl veren mi istersin, Ortodoks politikaları bıraktık heterodoks politikalar uygulayacağız diyen mi istersin. Her kafadan bir ses çıkıyor yani. Bir ara “Antalyadan kalkan kamyon eskiden şu kadara gidiyordu şimdi bu kadara gidiyor” gibi açıklamalar biraz mantıklıca geldi ama eş zamanlı olarak Antalya’ya gittiğimde sebze-meyve reyonlarında aynı hatta daha yüksek fiyatları da orada görünce kafam daha da karıştı. Oraya da bu ürünler Sivas -Yozgat üzerinden mi geliyor diye düşünmeye başladım. Yani demem o ki dikiş tutmaz bir noktaya hızla sürükleniyoruz. Tüm bunların ardından AK Partili Mahir Ünal’ın “Biz 19 yıldır bu politikaların hazırlığını yapıyorduk. Şimdiki uygulamalarla da bunun devamını getireceğiz” şeklindeki açıklaması geldi. Anladım ki bu noktaya gelmemiz bir tesadüf değilmiş ve hesabı kitabı yapılarak gelinmiş. Amacımız muasır medeniyet seviyesine çıkmak, gelişmiş ülkelerdeki insanların refah seviyesini yakalamak değil miydi? O zaman önce ilk yirmi yılda mal ve hizmetlerin fiyatlarını onların seviyesine çıkarmak, ki bu 2023’e kadar devam eder. 2023’te de bu fiyatları bir kazığa sıkıca bağlayıp, 2053’e kadar da ücretleri istenilen seviyeye çıkarmak biçimindeki iki aşamalı bir planın parçasıdır belki yaşadıklarımız.
Ne dersiniz imkânsız gibi mi görünüyor. “Zor bizim işimiz, imkânsız ise zaman alır” deyimi sanki kimin için söylenmiş. Aya otoyol yapılmasına inanılacağı düşünülen bir yerde, cebinizden bir kuruş çıkmadan devasa hizmet alındığına inandırılan bir ülkede niye olmasın
Diyeceğim o ki sıkalım dişimizi. 20 yıllık filmin ilk yarısını gördük. 2023’ten 2053 kadar olan ikinci yarısı için karar sizin.
Araya bir fıkra sıkıştırmadan olmaz. Yazının sonunu öyle bağlayalım. Amerikada-veya dünyanın herhangi bir yerinde olabilir- Ünlü bir lokanta camına “Siz yiyin hesabınızı torununuz ödesin” diye bir levha asmış. Bunu gören bir müşteri nasılsa ben ödemeyeceğim. Torunum olacak, büyüyecek kim öle kim kala düşüncesi ile içeri girmiş. Önce ilanı gösterip iyice teyit ettirmiş. Güzelce karnını doyurmuş. Tam kalkarken hesap gelince şaşırmış ve itiraz edecek gibi olunca görevli.” İlanımız doğrudur sizin yediğinizi torununuz ödeyecek bu dedenizin hesabıdır” demiş. Yani hesaptan kaçış yok. Hem siz ödeyeceksiniz hem torunlarınız.
Ülke güncelinin harika bir değerlendirmesi, hele sonuçtaki fıkra geleceğin fotoğrafı olmuş, tasamız sonsuz, teşekkürler arkadaşım!
Cok tebessum ettirdi yaziniz. Londra’da restoranlar hala pahali. Tek cozum marketten alisveris gibi gozukse de haftalik, bazi bolgelerdeki pazarlarda makul fiyata sebze-meyve bulabilmek hala mumkun. Tesekkurler.