BİRAZ DA KİTAP / BENİMLE OYNAR MISIN BABA?

Benimle Oynar mısın Baba?” adlı kitap Pedagog Ali Çankırılı tarafından yazılmış. Kitabın girişinde çocuğun hayatında oyunun yeri ile ilgili açıklamalar yer alıyor. Ayrıca oyun ve oyuncaklar konusunda babalara bir dizi tavsiyelerde bulunmuş yazar. Belki birçok baba ve eğitimcinin bildiği ama hatırlayınca kendini mutlu edeceği bu satırlardan bazı alıntılar yaparak giriş yapmanın uygun olacağını düşündüm.

“Bazen yetişkinler tarafından boşa geçen zaman olarak görülse bile, oyun, çocuğun kendini, duygularını ifade edebildiği, yeteneklerini geliştirebildiği, hayal gücünü kullandığı bir etkinliktir. Oyun aynı zamanda çocuğa araştırma, gözlem yapma, keşfetme, yeni beceriler geliştirme ve başarısızlık endişesi duymadan istediği kadar deneme yapma fırsatı verir. Ayrıca çocuk arkadaşları ile oyun oynayarak; paylaşmayı yardımlaşmayı, iş birliği yapmayı, sırasını beklemeyi, sorumluluk almayı kurallara uymayı, başkalarının hakkına saygı duymayı ve kendi hakkını korumayı öğrenir. Oyun esnasında bazen lider, bazen yönetilen, bazen de dışlanan olabilir. Oyun, çocuğa zor durumlarla baş etmeyi öğretir. Çocuk oyun oynayarak hayatı öğrenir… Teknolojik oyunlar çocuklarda bağımlılık yapmaktadır. Teknolojik bağımlılık çocuklarda zihin geriliği dahil birçok riski beraberinde getirmekte, öğrenme güçlüğü, fiziksel ve davranış bozuklukları gibi birçok konuda çocukları tehdit etmektedir…”

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / BENİMLE OYNAR MISIN BABA?”

AKIŞINA BIRAKMAK (4)

Bu yazı dizisinde geçmişteki yolculuklardan hareketle yavaş yavaş bugünlere gelmemin sırası geldi diye düşünmeye başladım. Ama yine de geçmiş yaşantılarımdaki bölük pörçük anılar canlanıverdi zihnimde yine. Görevimiz gereği kurumları ziyaret ettiğimizde görevlilerin hem fiziken hem de fonksiyonel olarak görevinin başında ve varlıklarının hissedilmesi konusunda ilginç gözlemlerim oldu.

Sözgelimi girdiğim bir derslikte öğrencilerin gürültüsü, birbirleri ile itişip kakışması hatta koşturmasını görünce öğretmenin derslikte olmadığı düşüncesine kapılmıştım bir an. Fakat arka sıralardan bir öğrencinin yanından kalkarak bana doğru yürüyerek geldiğini görünce yanıldığımı anladım. Olağan tanışma ve akabinde görevimizin gereğini yerine getirdikten ve gerekli tavsiyeleri yaptıktan sonra derslikten ayrılmıştım.

Devamı için tıklayın “AKIŞINA BIRAKMAK (4)”

BİRAZ DA KİTAP / LÜGAT 365 (BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL)

Bu yazımda size tanıtımını yapacağım eser Banu Ertuğrul ve Onur Ertuğrul™un ürünü. Buna tam olarak kitap denebilir mi bilemiyorum. Hikâye, roman, şiir, deneme gibi sınıflandırdığımız türlere hiç benzemiyor. Bu esere bir derleme, bir proje ya da tasarım demek belki daha uygun olacaktır. Kendileri eserin önsözünde “Hissikablelvuku” sözcüğünden yola çıkarak bu tasarımı gerçekleştirdiklerini ifade etmektedirler. Bir yıl boyunca çoğunlukla Farsça ve Arapça kökenli, bugün için birçoğu unutulmaya yüz tutmaya başlamış, kelime oyunu yarışmasında naftalin kokan şeklinde ipucu verilen bu kelimeler derlenmiş. Sonra bunların ne anlama geldikleri kayda geçirilmiş. Daha sonra kitap şeklinde tasarlanırken sayfanın sol tarafına derlenmiş olan 365 sözcüğün bir veya birkaçı sözlük anlamları ile birlikte yer alması sağlanmış. Hemen o sayfanın simetriği durumundaki sağ tarafa da o kelimenin içine yerleşmiş olan kıymetli yazarlardan alıntılar yerleştirilmiş.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / LÜGAT 365 (BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL)”

AKIŞINA BIRAKMAK (3)

Bundan önceki yazımda altmışlı yılların dar ve sınırlı dünyasından bahsederken umarım bazıları İmam hatiplerin bugünkü popülaritesine bakarak bu seçeneğin niye değerlendirilmediği sorusunu gündeme getirebilir. Lehinde de aleyhinde de çok şey söylenen bu kurumlar bizim hayatımıza çok sonradan girdi. Ama buna rağmen bu kadar mesafe kat etmesinin daha iyi anlaşılması için bu okullar için ayrı bir parantez açma, hatta ayrı bir yazı yazma gereğini duydum.

Osmanlıda imam ve hatiplerin medrese eğitimi dışında bir eğitime tabi tutulmadığını söyleyebiliriz. 1913 yılında ilk defa imam ve hatip yetiştirilmesi ile ilgili bir program hazırlanarak okul açıldığını biliyoruz. Daha sonra 1924 yılında çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanınca bu yasanın 4. maddesine göre 29 tane ilkokula dayalı 4 yıl eğitim veren imam hatip mektepleri açılıyor. Bu okullara gereken ilginin azalması sonucu giderek sayıları azalıyor ve 1930 yılında tamamen kapanıyorlar.  Bu ilginin azalmasında mezunların üst öğretimlere gidememesi ve günümüzde olduğu gibi devlet memuru imam olma yollarının da henüz açılmamış olmasının da önemi var kuşkusuz. Sonuç olarak 1950 yılına kadar bu konuda yapılanlar çok sınırlı kalıyor diyebiliriz.

Devamı için tıklayın “AKIŞINA BIRAKMAK (3)”

BİRAZ DA KİTAP / ÇİN (KÜRESELLEŞME YOLUNDA)

Son on yıl içinde Çin’e 4-5 kez seyahatte bulundum ve her birinde bir aydan fazla süre kaldım. Gezilerimiz sırasında bizi misafir eden ve coğrafyayı en iyi şekilde tanımamızı sağlayan çocuklarımız bu konuda en büyük teşekkürü hak ediyor. Yasak Şehir’i, 7-8 bin kilometre uzunluğundaki Çin Seddini, dev bir Mao posterinin bulunduğu suskun ama çok şey anlatan Tiananmen Meydanını barındıran Pekin’i gördüm. Daha sonra en yüksek kule, en yüksek gökdelenler, en mükemmel metro ağı, şehre 50 km uzaklıktaki hava alanını 7 dakikada alan ve saatteki hızı 400 km’nin üzerindeki hızlı trenli “en”lerin şehri Şangay’ı gördüm. Bana göre Pekin Çin’in tarihi ve geleneksel yüzünü, Şangay da Avrupai ve modernleşen yüzünü temsil ediyordu. Bütün bu gezilerimi bloğumda Pekin günleri ve Şangay günleri adı altında görseller eşliğinde yazılarımla anlattım.

Benim için çok farklı olan bu coğrafyanın arka planını merak ettim hep. 2011 yılı itibariyle dünyanın en kalabalık ve en büyük ikinci ekonomisi, son yirmi yılın ortalama 10.2 ile en hızlı büyüyen ülkesi, dünyanın en büyük ihracatçısı ve enerji tüketicisi. Dünyanın en fazla dışarıdan yatırım alan ülkesi, 3.2 trilyon dolarlık döviz rezervine sahip, dünyanın elinde en çok Amerikan hazine bonosu bulunduran ülkesi. Dünyada en çok milyoner ve milyarder sayısına sahip ülke olduğunu da öğrenince bu ülke ile ilgili birçok şeyi daha fazla merak eder oldum. Ayrıca bu makro rakamları gördükçe kafam daha da karıştı. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler ile ülkelerin gelişmişlikleri arasında çok yakın bir ilişki olduğu söylenmektedir hep. Oysa biliyoruz ki Çin’de serbestçe herkesin oyunu kullandığı, iktidarların muhalefetin belirlendiği demokrasinin göstergesi olan seçimler yok. Basının medyanın da sınırlı bir özgürlük alanı var. Sovyetler Birliği ile aynı rejimi uygulamalarına rağmen birisinin yıkımına sebep bu durum diğerini şahlandırdı. 1978 Yılından sonra Çin’deki rejimin yaptığı reformların bunda kuşkusuz etkisi var ama yine rejimin ana karakteri değişmiş değil.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / ÇİN (KÜRESELLEŞME YOLUNDA)”

AKIŞINA BIRAKMAK (2)

Yaşı benim gibi yetmişi aşan kişilerle birlikte bir an gözlerimi kapatarak kendimi 60’lı yıllara ışınlamak istiyorum. O zaman Türkiye’nin 25-30 milyon nüfusu var. Bunun yaklaşık %30’u şehirlerde, %70’i köylerde yaşıyor. Bizim gibi kırsalda yaşayan çocukların ulaşabileceği eğitim kurumu ilkokul ile sınırlı. Bundan sonrası için kasaba ya da ilçelerdeki dost ve akrabaların yanında geleneksel dayanışmanın katkıları ile ortaokula da ulaşmak mümkün. Lise seviyesindeki eğitim kurumları sadece il merkezlerinde ya da göreceli olarak büyük ilçelerde var sadece. Ama gel gör ki bütün bu sınırlı imkanlar ve yokluklar içinde hayallerimiz vardı. Mutlu yarınlara ulaşma ile ilgili bitmek bilmeyen hayallerimiz.

Hayallerimizin çıkış noktasının ilk durağını “Kısa yoldan hayata atılmak” olarak tarif edebilirim. Bunun için de ilkokulu ve ortaokulu bitirince girilecek okullar ile ilgili olarak yapılan sınavlar çok önemliydi. İlköğretmen okulu, askeri okul, ziraat okulu gibi okullar ilk akla gelenler. Onların arkasından sanat okulu (Sanat enstitüsü), ticaret lisesi ve normal liseler de seçenekler arasında idi. Çoğunluğu yatılı olan bu okulların sınavlarını kazananlar için “Hayatını kurtardı” cümlesi kurulurdu. Bundan sonrası sadece okulda başarılı olmak ile ilgili idi.

Devamı için tıklayın “AKIŞINA BIRAKMAK (2)”

BİRAZ DA KİTAP / EZBERE YAŞAYANLAR

Tanıtımını yapacağım “Ezbere Yaşayanlar” kitabı aynı zamanda bir akademisyen olan Emrah Safa Gürkan’a ait. Bloğumda daha önce de aynı yazara ait “Bunu Herkes Bilir” kitabını anlatmıştım. O kitap daha çok tarihte yanlış bildiklerimize odaklanmıştı. Daha çok tarihsel bir muhteva içeren kitaplardan farklı olarak “Ezbere Yaşayanlar” kitabında yelpaze biraz daha genişletilerek tarihle birlikte antropoloji, psikoloji, sosyoloji ve felsefe penceresinden bakışlara yer verilmiş diyebiliriz.

Konulara herkesin kafasında oluşabilecek sorulardan hareketle, “Bizim gibi olmayanlara neden tahammül gösterilmiyor? Yabancıdan ve farklıdan neden korkuyoruz? İnsanları niçin konuşma tarzına göre yargılıyor, argo kullananlara ya da aksanlı konuşanlara yukarıdan bakıyoruz? Şu rasyonalite çağında neden hediye alıyoruz ve birbirimize bir şeyler ısmarlıyoruz? Niçin dedikodu yapmaktan ve insanları ayıplamaktan vazgeçmiyoruz? Son elli yılda toplumsal alanda görünürlükleri arttığı ve birçok haklar edindikleri halde kadınlar neden erkeklerden farklı?” satırları ile okuyucunun kafasında ilk kıvılcımı ateşliyor.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / EZBERE YAŞAYANLAR”

AKIŞINA BIRAKMAK (1)

Günümüzdeki ve geçmişteki yaşanmışlıklara baktığımda bazı sorular hep zihnimde asılı kalıyor. Niye insanlar hayatın doğal akışı dururken kendilerini de kendi dışındakileri de mutsuz edecek suni, zorlamalı gayretler içine giriyor? Daha adil, daha insani ve daha vicdani söylem ve eylemde bulunmak ve bunun hazzını yaşamak varken yanlışlar zincirini örerek ömür tüketiyor? Adeta çalıyı ucundan sürümek, akışına giden suyun önündeki çer çöpü temizleyerek ahenkle akmasını sağlamak varken tersine akıtmaya çalışmak nasıl açıklanabilir? Bu sadece bazı kişi ve grupların irili ufaklı çıkar hesapları ile mi ilgili acaba? Arka planında daha karmaşık ve anlaşılmaz nedenlerde mi aramalıyız bunun sebebini? Biliyorum bu satırlar çok soyut gibi gözüküyor. 72 yaşında biri olarak hafızamda 60-65 yıllık bir stok var. Bunların bir kısmını ön belleğe çıkararak sohbeti bunlar eşliğinde sürdürürken meramımı belki daha iyi anlatmış olacağımı düşünüyorum.

Hatırlar mısınız bilmem, bir zamanlar ilçeleri il yapma furyası başlamıştı. Bu yolla da 67’nin üzerine sanırım 14 civarında il eklendi. Doğrusu bunun getirisini hala anlayabilmiş değilim. Sade vatandaşın hizmet gelsin beklentisi için dillendirilmesi olarak gerekçelendirildi bu. Hizmet alım işinin il olmaksızın da gerçekleşebileceğini düşündüğümden bana ucuz ve şark kurnazlığına benzer bir yöntem gibi geldi. Seçim meydanlarından dağıtılan promosyon eşyası gibi gerçekleştirilen ve hiçbir kritere bağlı olmadan yapılan bu düzenlemeler zihnimizde yer etmediği için 67’ye kadar olan plaka numaralarının büyük bir çoğunluğu hafızamda olduğu halde ondan sonraki illere ait plaka numaralarından hiçbiri hafızamda yer etmedi. Geçtiğimiz yıllarda küçük oğlumuzun çalıştığı İsviçre’ye gittiğimizde bir dağ köyünü ziyaret etmiştik. Otomobil ile gidildiği gibi elektrikli trenle de gidilen bu köyde kütüphaneden markete ve kayak pistine her şeyin olduğunu görmüştük. Adeta kartpostal gibi diyeceğimiz bir köy yani. Altyapı, trafik, işsizlik gibi birçok problemin yaşandığı vilayette yaşamak yerine böyle bir köyde yaşamak daha keyifli olur diye aklımdan geçmişti bir an. Elbette burada yaşayanların da birçok sorunu vardır. Ama bunların çaresi olarak köylerinin ilçe, ilçelerinin il olmasını beklemek gibi bir durumları yoktur sanırım.

Devamı için tıklayın “AKIŞINA BIRAKMAK (1)”