BEN MİLLETVEKİLİ İKEN

Rahmetli dedem hem anlatır hem gülerdi. Adamın biri kendini “Ben Hacı Molla Memiş Efendiyim” diyerek tanıtır ya da takdim edermiş. Yakın çevresi bu adamı çok iyi tanıdığı için aynı şeyi onlara da yaptığında birisi dayanamamış ve: “Yahu arkadaş senin Hicaz’a falan gitmişliğin yok bir kere bu hacılığı geç. Mektep medrese görmüşlüğün ise hiç yok Molla da olamazsın. Efendilik ise senden fersah fersah uzak. Sen sadece kupkuru bir Memişsin” der. Toplumda insanların kendini olduğundan farklı gösterme çabaları ile ilgili ilginç bir anlatım bence.

Türk toplumunu bazıları tarif ederken “mesleksiz” nitelendirmesini yapar. “Ne iş olursa yaparız abi” birçok kişinin kullandığı ama aslında tarif edilebilir bir iş ve beceri sahibi olmadığının da bir itirafıdır. Meslek ve zanaat kavramı belli konuda eğitim görmüş ya da usta çırak ilişkisi içinde yeterli donanım sahibi olarak bu hünerlerini hem yerel hem de evrensel anlamda bir değer olarak sunulmasını anlıyoruz. Doktor, öğretmen, mühendis, terzi, tesisatçı gibi değerli uğraşları buna örnek gösterebiliriz.

Devamı için tıklayın “BEN MİLLETVEKİLİ İKEN”

BİRAZ DA KİTAP / İNSAN OLMAK

“İnsan Olmak” kitabı Engin Geçtan’a ait. Uzun yıllar önce onun normal dışı davranışlar konusunda yazdığı bir kitabını da okumuş ve çok beğenmiştim. Bu kitabını da okurken bazı bölümler ve ifadeler bana tanıdık geldi. Bilmem sizler de bir kitabı ikinci defa okurken mutlu olma durumlarını yaşıyor musunuz? Böyle durumlarda “Aaaa ben bunu okumuşum” deyip kenara bırakmıyorum. Yılların zihnimde oluşturduğu donanım ve altyapı ile adeta eski bir dostla buluşmuş gibi severek okumaya devam ediyorum.

Aynı zamanda psikiyatrist olan Engin Geçtan “İnsan Olmak” kitabının önsözünde “İnsan var olduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.” satırları ile giriş yapıyor.

Daha sonra kitapta; Birey ve Toplum, Ana-Baba ve Çocuk, İnsanlardan Korkmak, Öfke ve Düşmanlık, Değersizlik Duygusu, Kaygı, Sorumluluktan Kaçış, Yalnızlık, Ortak Yaşam İlişkisi, Nevrotik Kısır Döngü, Yaşam ve Ölüm, Kendini Yaşamak başlıkları altında insana ait duyguları, düşünceleri, beklentileri, problemleri, çözüm yollarını son derece açık anlaşılır bir üslupla anlatılıyor.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / İNSAN OLMAK”

KAR HELVASI

Gün geçmiyor ki ülkemizde-hem de üst düzey- kişiler ve kurumlar arasında bir garabet yaşanmasın. En son da bu Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında yaşandı. Düşünebiliyor musunuz cümle alemin tüm sorunlarını çözeceğine inandıkları bu kurumlar bizatihi sorunun kendisi oluyor bir anda. Galiba Moliere’in bir oyununda olduğunu sandığım “Mahkemeleri mahkemeye vereceğim” şeklindeki replik gerçek oluyor gibi. Bunun böyle olmasını istemiş ya da tahmin etmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanı ve iktidar kanadı Yargıtaydan yana tavrını koydu ve hemen konuyu daha önce de bahsettiğim ipe un serme soslu tavşana bak görünümlü anayasa değişikliğine getirdi. Referandumlu referandumsuz onlarca maddesi kendi istediği doğrultuda değişen bu anayasadan -kendi yaptığı halde beğenmediğini söyleyen Nasrettin hocanın kar helvası gibi- yine iktidar kanadının şikayetçi olması ne kadar garip.

Bütün bu garabetler zincirine yıllardır sistemin omurgası diye pazarlanan seçilme çıtasını 50+1 olarak belirleyen düzenlemeden şikayetler de eklendi. Şark kurnazlığı içinde “En fazla oyu alan seçilsin ve fazla yorulmadan bu iş olsun bitsin” şeklindeki temelsiz bir söylem dillendirilir oldu. Mesela bu durumda seçime on aday katılsa, her biri yüzde on civarında oy alsa, bir tanesi de yüzde on bir alsa o seçilmiş sayılacak bu mantığa göre. Temsilde adaletmiş, demokratik meşruiyetmiş hiç önemli değil, yeter ki yüzde on biri bizim adayımız alsın. Her sıkıntıda olduğu gibi buna da adres olarak anayasa değişikliği gösterildi.

Devamı için tıklayın “KAR HELVASI”

BİRAZ DA KİTAP / KAYBOLAN BAĞLAR

Johann Hari’nin “Kaybolan Bağlar – Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler” kitabı üzerine cümlelerimiz olacak bu kez. İnsanda yabancılaşma, karamsarlık ve öfke duygularının da eşlik ettiği, hayatla ve gerçeklikler ile bağlarının zayıflaması ve nihayetinde kopması şeklinde özetlenecek depresyon olgusu üzerinde yazar kendisi ile okuyucuyu da yolculuğa çıkarıyor bu kitabında. Hayatla olan bağların kopmasının nedenleri, buna ilişkin çareler seyahatin odak noktasını oluşturuyor.

Depresyonun nedeni olarak beyindeki serotonin seviyesinin düşüklüğü gösteriliyor yıllarca. Verilen ilaçlarla bu seviye yükseldiğinde depresyonun tedavi edilmiş olacağı düşünülüyordu. Bu aşamaları bizzat yaşamış olan Johann Hari fark ediyor ki verilen bu ilaçlar insan bedeni üzerinde kimyasal bir etkide bulunuyordu. Fakat asıl önemli olan hastaya ilaçla birlikte bir hikâye sunuluyordu. İyileşmenin verilen ilaçtan mı yoksa plasebo etkisi olan hikâyeden mi olduğu ise meçhuldü. Bilim insanlarının olayı yanlış okuduğunu, ilaç şirketlerinin de bu algıyı paraya çevirerek bütün dünyaya pazarladığı yapılan birçok araştırma sonucu anlaşıldığına dikkat çekiliyor kitapta. Depresyon ve kaygının kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanmadığını öğrenmek kendisinde dengesizlik yarattığını itiraf ediyor Johann Hari.

Devamı için tıklayın “BİRAZ DA KİTAP / KAYBOLAN BAĞLAR”

HİKAYE-İ MUHALEFET (2)

Günlerdir gündemde olan ve ilgili, ilgisiz herkesi meşgul eden “Ne olacak bu CHP’nin hali” macerası geçtiğimiz hafta yapılan olağan kongresi ile nihayet sona erdi. 13 yıllık Kemal Kılıçdaroğlu döneminin sonu ve Özgür Özel döneminin de başlangıcı oldu bu. Çok bilmişlik edası ile “Bu resmi nasıl okumalıyız” diye başlayan cümleler ile uzun uzun politik analizler yapacak durumum yok, ama sade bir vatandaş ve seçmen olarak süreçle ilgili düşüncelerimi ve duygularımı paylaşabilirim ancak.

Türk siyasetinde pek alışık olmasak da aslında çok önceleri olması gereken bir durumdur yaşananlar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok kötü biri olması ile de ilgili görmüyorum bunu. Aksine dürüst, ahlaklı, çalmaz çırpmaz özellikleri ile çok da iyi bir kişi diyebiliriz. Belki de tam bu yüzden ayrılması gerekiyordu. Gerçi olayların doğal akışındaki işaretler bunu birkaç kez hatırlatmıştı kendisine ama o anlamak istemedi ne yazık ki.

Devamı için tıklayın “HİKAYE-İ MUHALEFET (2)”