Tekirdağ İli, Hayrabolu İlçesi Muzruplu köyünde dünyaya gelmişim. Resmi kayıtlarda her ne kadar doğum tarihim 15.06.1950 olarak yazılı ise de anam ısrarla ”Ben onu bunu bilmem.Bu gün gibi hatırlıyorum sen Adnan Menderes başa geçtiği gün doğduydun” diyor. Bu hesaba göre de ben 14 Mayıs 1950 doğumlu oluyorum. Topraktan (kerpiçten)yapılmış ve kapılarının hepsinin açık bir hole açıldığı birbirine bitişik üç odadan ibaretti evin tamamı. En baştaki odaya biz aşmek evi derdik. Aş ve ekmek odası yani mutfak işlevini de gören bu oda galiba evin en büyük odası idi. Ortada günlük oda dediğimiz bölüm vardı. Diğer yandaki odaya ise biz “soba” derdik ki bu da misafir odası demekti. Buraya pek girilmez dantelli örtüler renkli kilimleri ile gerçekten misafir odası idi. Daha sonra bu yapılara değirmen ve bir de bakkal dükkanı eklenmişti. İlk bakışta şartların iyi gibi görünmesine karşın okul çağına gelmemizde köyde okul olmaması buradan göçmemizin en önemli nedenini oluşturacaktı.
Doğduğum ve 5-6 yaşına kadar çocukluğumun geçtiği evden o günlerde anne ve babamın çektirdikleri gelin-damat resminin arkasındaki fon, annemin evin arkasındaki bahçede o günlerin belki de tek eğlence aracı olan tahtarevalli ile oynarken ve evin fırınını ateşlerken çekilen görüntülerin dışında bir şey kalmadı elimde.
1956 Eylül’ünde Muratlı ilçesindeki evimize göçtüğümüzde ev iki odadan ibaret toprak bir yapı idi. Daha sonra her yıl ihtiyaçlar doğdukça bu yapının sağına soluna arkasına yine topraktan ilaveler yapılıyordu. Baş kısımdaki ilave Fikret amcam için yapılmıştı. Daha sonra adına indirme ya da sundurma dediğimiz eklentilerle ilgili çalışmalar her yıl bizim için bir rutin haline gelmişti. Yan taraftaki arsada kendimiz biraz kerpiç kesiyor, onlar kuruduktan sonra çamurla duvarları örülüyor, birkaç tahta parçası ile üstü kapatılıp kiremitlerle de üstü örtülünce en azından bir oda veya bir bölüm kazanılıyordu.
Tabi kiremitler eski ve yetersiz kaldığı için özellikle yağmurlarda odaların çeşitli yerlerinden adeta serum damlacıkları gibi damlamaya başlıyordu. O sıralarda bunun için en pratik çözüm geniş tepsileri ve leğenleri akan yerlere koymaktı. Çeşitli tonlardaki tıp tıp seslerinin ritmik vuruşu ise hala kulağımdadır.
Daha sonra yeni yaptırdığımız eve taşınınca indirme ve sundurma gibi bölümlerden başlayarak çıkan tahtaları yakacak olarak kullanmak için sökme ve yıkma işlemleri meşgalemiz olmaya başladık Daha önce nasıl her yıl bir bölüm ekliyorsak şimdi de her yıl bir bölüm yıkılıyordu. Ailemizde birçok kişinin acı tatlı hatırasını taşıyan, Dinçer’in çocukluğunda o zaman var olan atımız üzerinde çekilen resme fon teşkil eden bu yapı altmış yıla yakın geçmişi ve kalan kısımları ile adeta zamana meydan okuyordu.
Öğretmenliğe başladığım Hayrabolu ilçesinin Karabürçek köyünde de imamla birlikte kaldığımız toprak ev bir yerde benim doğup büyüdüğüm evlerle aynı özellikleri taşıyordu. O bakımdan iki yıllık yaşantım fazla yadırgamadan gayet mutlu biçimde geçmişti bu evde.
Askerlik eğitimi sonrası geldiğimiz Çanakkale Okuma yazma okulunda geçici bir süre bizden önceki arkadaşlarımızın kaldığı evde kaldık. Daha sonra sürekli yemek yediğimiz Trakya lokantasının üstündeki bir dairede 5-6 kadar bekar arkadaş birlikte kaldık.
Zonguldak İli Devrek İlçesi Gökçebey bucağı,Hacımusaköyü,Herkime mahallesi İlkokulunda çalışırken 8 metrekarelik müdür odası Nuri ile bizim zorunlu barınağımızdı.Bu minik odanın içinde şekilleniyordu dünyamız. Odanın penceresinin dış kısmındaki çiçeklerimiz de günlük hayatımızın bir parçası idi.
İstanbul Beykoz Bozhane yetiştirme Yurdunda birlikte çalıştığımız Nusret’le ikimize ayrılan kaloriferli oda belki de şimdiye kadar kaldıklarımız içinde en konforlu ve rahat olan barınağımızdı.
İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsüne gidince benden önce 5 arkadaşın tuttuğu yarı bodrum bir eve 6. kişi olarak katıldım. Yaz tatilinde bir gün gittiğimde evin bütün bölümlerinin sular altında kaldığını görünce her biri Anadolu’nun çeşitli illerinde olan arkadaşlara durumu söyledim. Onlar evi değiştirme yetkisini bana verince yine aynı çevrede galiba adının “Yayla apartmanı” olarak hatırladığım apartmanının yüksek girişini kiraladık. Önce “Öğrenciye, bekara vermem” diye nazlandıysa da yaptığım öneri ve güven verici teminatlar sonucu evi tutmayı başardım. Bu evde okuldan mezun oluncaya kadar sayısı duruma göre 6,7,8 civarında olan arkadaşlarımızla birlikte kaldık.
Urfa’da çok kısa bir süre kaldığımız için ev tutmayarak Halk Eğitim Merkezinde 5-6 bekar arkadaşla birlikte bize ayrılan odada kaldık
Tekirdağ’a geldiğimizde bir kaç kararsızlık ve iptalden sonra nihayet Peştamalcı caddesinde Hasan Çıkırıkçıoğlu’na ait bir apartmanın 5.katında 35-40 metrelik teras katını tuttuk. Ev iki küçücük oda ve mutfaktan ibaretti ama o günler için bizim ihtiyacımızı karşılıyordu. Bu ev aynı zamanda bekarlığa vrda ederek değerli eşim Nuray ile tuttuğumuz ve aile kimliği oluşturduğumuz evdi. Yani bundan sonra barındığımız yerler evim değil,evlerimiz olacaktı.
Kaldığımız katın bir alt katı boşalınca biz hemen oraya taşındık. Evlerin sahibi aynı kişi olduğu için birde bir kat alt olduğu için taşınmak problem olmadı. Burası öncekiye göre biraz daha büyüktü. 50-60 metrekare olan yeni evimizde bir de çocuğumuz olduğu için kömür sobası kurmak zorunda kaldık. Fakat bu defa da kömür koyacak yer yoktu. Apartmana yaklaşık 100 metre kadar ilerde bir tanıdığın almış olduğu metruk bir eve kömürlerimizi koyduk. Her akşam oradan en az iki kova kömürü getirerek 4. kattaki evimize çıkarmak benim görevimdi. Ayrıca Tekirdağ’da şehir suyunun düzenli akmadığı günlerde kömür deposuna yakın bir sokak çeşmesinden bidonlarla su taşımak da benim sorumluluğumdaydı. Bütün bunlara rağmen o günler belleğimizde tatlı bir anı olarak saklı durmaktadır. Ev sahibimiz Hasan Çıkırıkçıoğlu şu anda hayatta değil ama eşi Münevver hanım ile hala samimi ilişkilerimiz devam etmektedir.
Kahramanmaraş’a tayinimiz çıktığında önce ben gittim. Ev bulmak gerçekten zordu. Sınıf arkadaşımız Mustafa Günaslan’ın tutuğu evin yanında onun evine bakarken hemen bitişiğinde emekli İlköğretim Müfettişi Muzaffer Arı ile tanıştık. Kendisinin yardımı ile hemen kendi sokaklarının karşısında Meliha Kocabaş adında emekli bir öğretmenin evini tuttuk. Ev arka sokaktan bakıldığında bir kat, önden yani bahçeden bakıldığında ise iki kat görünüyordu. Kod farkından dolayı arka taraf yarı bodrum sayılırdı yani. Üst katında ev sahibi kendi oturuyordu. Alt katı da Muzaffer beyin ısrarı ile bize verdi. Evin girişi arkadandı Önünde de gayet güzel bir havuzu ve bahçesi vardı. Belki de ben zeytin,kayısı,kiraz,incir ağaçları ile gül ve diğer çiçeklerle bezenmiş olan bahçesine vurulmuştum. Evin arka cephesindeki bölümleri depo ve kömürlük olarak kullanıyorduk .Ön tarafa bakan üç oda kullanıma en uygun bölümdü.
1984 Aralığında ikinci çocuğumuz doğunca ev bize yetersiz gelmeye başlamıştı. Birde tayin isteklerimizden ümit kesmeğe başladığımızda yeni bir eve taşınma gereği duyduk Şehir Merkezine daha yakın Bahçelievler semtinde 4 katlı bir apartmanda üç oda bir salondan oluşan yeni bir daireye taşındık. Kahramanmaraş’ta İstanbul’a gelmeden önceki son yılımızı da bu evde geçirdik.
İstanbul’la geldiğimizde özellikle kiralık ev sıkıntısı had safhada idi. Bugün olduğu gibi emlakçıların camlarında sıra sıra kiralık ev ilanlarına hiç rastlanmıyordu. Eş dost tavsiyesi ile Bakırköy’ün Osmaniye mahallesinde Berk apartmanında Ahmet amcanın evini neredeyse Nuray’ın bir maaşı karşılığı bir ücrete kiraladık. Onun maaşından kalan miktar ve benim maaşla geçinmek ve kooperatif taksitlerini ödemek için çok sıkı mali politikalar uyguluyorduk. Ahmet amca ile her yıl için yüzde otuz kira artışında anlaştık ve kontrata da bunları geçtik. Ahmet amcanın evinde 7-8 yıl oturduk. O zamanlar özellikle kiralardaki fiyatlar son hızla artıyordu. Ahmet amcanın kirada üç dairesi vardı. Sık değişen kiracılar sonunda bazen yıllık yüzde yüze varan artışlar oluyordu. Bu durumda bizim yüzde otuzluk artışlarımız bile çok gerilerde kalıyordu. Ahmet amcanın talepleri karşısında bazen altı ayda bir ve yüzde otuzun üstüne çıkabilen artışlar yapmak durumunda kalıyorduk. Tam Nasrettin Hoca fıkrası gibi yani herkes kendince haklıydı.
Yine Osmaniye’de bulunan ve şu an hala oturmakta olduğumuz evi 1993 sonbaharında aldık. Babam o zaman kiracı çilesinden bıktığı Muratlıdaki dükkanını satarak bunun parasını bize verdi. Bunun üzerine biraz da borçlanarak artık kendi evimizde oturmanın keyfini sürecektik. Mevcut paramızın üstüne borçlanmayı döviz cinsinden yaptığımız için meşhur 5 Nisan kararlarından bizde üzerimize düşen dersi aldık. On aylık zaman aralığında 13 liradan aldığımız doların en son kısmını 38 liradan ödeyerek neredeyse yüzde üç yüzlük tarihi bir rekora imza attık. Ama Neticede 1994 Haziranında emekli olan Nuray’ın emekli ikramiyesini de kullanarak bütün borçlarımızı kapattık. Artan para ile de sadece bir bulaşık makinesi alabildik.
Kiracılık artık sona ermişti. Herhalde bunun sıkıntılarını çocuklar her ay yapılan hesaplamalardan da hissetmiş olacak ki küçük oğlum ”Kapının zilindeki ismimizin altına ev sahibi yazalım” dediğini hatırlıyorum.
2000 yılında çocuklarımızın her ikisinin okullarının Anadolu yakasında olması dolayısıyla ulaşım sorununu en asgari seviyeye taşımak adına dört yıllık bir süre için Kadıköy’de Marmara Üniversitesine yakın bir ev kiraladık. Bu bizim aynı anda hem ev sahibi hem de kiracı kimliğini birlikte taşımamızı sağladı. 9 katlı Altınsoy apartmanının 4. katındaki 10 numaralı evimizde yaşadığımız günlerin belleğimizde çok özel ve çok farklı yeri vardı hep.
Çocuklarımızın okullarla olan ilişkisi sona erip her biri kendi istikametinde iş hayatına atılınca 4 yıl ayrı kaldığımız Bakırköydeki kendi evimize döndük. Halen de bu evimizdeki yerleşikliğimiz devam etmektedir.