Kendimi bildim bileli Ramazan orucunu tutmuşumdur. Gerçi son yıllarda biraz yaz mevsiminin uzun günlerine rastlaması biraz da yaşımızın biraz ilerlemiş olmasından dolayı bazı firelerimiz olmakla birlikte bu kural pek bozulmamıştır. Bu ibadetin kendine özgü manevi haz ve huzurunu yaşarken keyfimi kaçıran durumlar da yok değil.
Ben öncelikle her türlü inanç ve ibadetin yaratan ve yaratılan arasında kalması gerektiğini düşünmüşümdür. Bu sınırların dışına çıktıkça yapılanların ve yaşananların büyüsü bozuluyor gibi geliyor bana. Bu sınırı da bana göre en iyi laiklik kavramı çiziyor. Gerçi başbakanımızın “İnsan laik olmaz devlet laik olur” gibi veciz ifadelerinden de bir şey anlamış değilim. Yani yasalara “Devlet laiktir” diye yazdığınızda işlem tamam oluyor. Devlet denen aygıtı yönetmekle sorumlu olan insanların beyinlerinde laiklik kavramı yeterince yerleşmemiş ve içselleştirilmemişse yazılı olan kavramların hiç bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Ayrıca laiklik sadece çağdaş yönetimlerin değil, inanç sistemlerinin de teminatı ve ön şartıdır bana göre. Yani bazı aklı evvellerin dediği “Hem laik hem müslüman olunmaz” önermesi yerine “Laik olunmadan gerçek inanç sahibi olunmaz” saptaması bana daha gerçekçi geliyor. Böyle olunca da günümüz Türkiye’sinde sapla samanın karıştığı durumlar görünce ister istemez canımız sıkılıyor.
“Başbakan filan camide kıldığı cuma namazı çıkışında yaptığı açıklamada” diye başlayan söylemlere ve Ramazan ayında verilen iftar yemeklerinin bir siyasi propaganda şovu haline getirildiğine herkes tanık olmaktadır. Monitörü dahil olmak üzere özel olarak hazırlanmış kürsüde “İcraatın içinden” ve “Ulusa sesleniş” programlarını izliyor hissine kapılıyorum. Ya da salı günleri yapılan parti grup toplantısının değişik versiyonlarının “Türkiye seninle gurur duyuyor” temposu eksikliği ile bir çok televizyon kanalından canlı olarak verilmesinin, iftar yemeği ile ne alakası var ben anlayabilmiş değilim. Bilindiği gibi sayın Başbakanımız bu konuşmalarında uzun uzun hükümetlerinin başarılarını anlatıyor ve Ülkeyi ne kadar müreffeh, demokratik ve özgür hale getirdiklerini tekrarlıyor. Sanırım kendisinin bu konuda iki çeşit özgürlük anlayışı var. Birincisi konuşma özgürlüğü, diğeri de dinleme özgürlüğü. Kendince yaptığı iş bölümüne göre de konuşma özgürlüğünü kendisi için, dinleme özgürlüğünü de kendi dışındaki herkes için uygun görmüş. Halk arasında insanın kendi kendini övmesi pek uygun bulunmaz ve “Bırak da seni başkaları övsün” denir. Zaten Başbakanın ve Hükümetinin övgüsünü Paul Joseph Goebbels’e taş çıkartacak gönüllü -ya da gönülsüz- olarak büyük miktarda görsel ve yazılı medya ordusu bulunduğu da hepimizin malumudur.
Halbuki böyle olacağına yani cuma namazlarını, ya da iftar yemeklerini siyasi propaganda için fırsat saymak yerine, kendilerine bu gibi durumlarda bir mikrofon uzatıldığında “Şu anda bütün inananlar gibi ben de yaradan ile uhrevi ve kişisel bir ilişki içindeyim. Gündeme ilişkin sorularınızı yarın yapacağım basın toplantısında ayrıntılı olarak cevaplayacağım “ diyebilme olgunluğunu gösterebilse ve bu toplantıları da Mehmet Barlas, Fatih Altaylı ve Jöleli danışmanın çanak ve sipariş soruları ile değilde, Satış ve izlenme sayılarına göre önde gelen 10 yayın kuruluşunun ya da sivil toplum örgütleri temsilcileri ile gerçekleştirse ortaya çıkan fotoğraf daha demokratik ve daha özgürlükçü bir Türkiyenin fotoğrafı olmaz mı? Tabi böyle olduğunda da:
“Sıfır sorun hedefli olarak övündüğünüz dış politikada başta suriye ile olmak üzere öngörüsüz bir hamle yaptığınız şeklindeki değerlendirmelere katılıyor musunuz? Stratejik derinlikli politikalar stratejik rezillik haline gelmiş olabilir mi?”
“Kullanmayın şu kredi kartlarını şeklinde bir beyanınız oldu. Daha önce de maliye bakanımız kredi kartı kullanımı artınca kayıt dışılık da önlenmiş olacak demişti. Bu durum bir çelişki değil mi?
“Birlikte çalıştığınız MİT müsteşarının yargılanmasını önlemek amacı ile saatlerle ifade edilecek hızda kişiye özel denebilecek bir yasal düzenleme yapıldı. Aynı durumdaki Eski Genel kurmay Başkanı terör örgütü üyeliğinden tutuklu olmasından üzüntü duyduğunuzu söylemiştiniz.Bu konuda da bir yasal düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?”
“Çözüm sürecinde Görüşen şerefsizdir, Ben görüşmedim devlet görüştü çizgisinden sonra devletin adeta bir kurye görevi üslenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?”
“Suç işlemiş ve suç işlemek üzere silahlanan terör örgütü mensuplarının yurt dışına çıkışları konusunda gösterilen anlayış başta Silivri ceza evindekiler olmak üzere diğer tutuklu ve mahkumlar için de gösterilecek midir?”
“Yıllardır gizli tanıklar-ki bir kısmı eski PKK olan- ve bir çok hukuksuzluklarla sürmekte olan Balyoz, Ergenekon, Casusluk, 28 Şubat davaları Oslo görüşmelerindeki PKK ile mücadele eden TSK mensuplarının savaş suçlusu olarak yargılanması talebinin farklı bir yöntem ve görüntü altında yerine getirilmesi gayreti olarak yorumlanabilir mi?” şeklindeki şeytanca sorulara cevap verme mecburiyeti doğacaktır. Sayın Başbakanımız buna ne kadar hazırdır bilemeyiz ama benim asgari beklentim bu.