Blogumu (www.necmimola.com) takibedenler 2011 in son ayının son günlerinde bir geceyarısı operasyonu ile milletvekili/emeklisi maaşlarını 8000 TL nın üzerine çıkaran yasal düzenleme ile ilgili duygu ve düşüncelerimi “2011 YILININ SON DARBESİ” başlıklı bir yazıda açıkladığımı hatırlayacaklardır. Akabinde kamu vicdanını çok rahatsız eden bu girişim Cumhurbaşkanı tarafından veto edilince kısmen de olsa bir rahatlama sağlanmıştı. Ancak daha sonra geçtiğimiz günlerde iktidar partisi bu konuda iyice gözünü karartmış olacak ki emekli milletvekili maaşlarını 6000 lira seviyelerine getiren bir yasal düzenleme yapma hazırlığına girdi. Ölümü gösterip ağır hastalığa razı etmek gibi bir şey yani. Bir ölçüde kendilerine hiçbir problem çıkarmadan birkaç dönem hizmet eden kişilerin bu sadakatinin karşılıksız kalmaması gerektiği düşüncesini de anlamak mümkün. Ancak bu ödemenin saçı bitmedik yetim hakkı olarak bilinen halktan, ya da kara delikleri bir türlü kapanmayan sosyal güvenlik havuzundan yapılacağı düşünüldüğünde işin rengi biraz değişiyor ne yazık ki…
Ayrıca emekli milletvekilliği ya da milletvekili emeklileri gibi bir kavramın yanlış kullanıldığı kanısındayım. Çünkü bana göre insanların geçimlerini sürdürmek için yapmak zorunda oldukları bir mesleğin adı olarak kabul etmiyorum bu işi. Meslek denince benim aklıma ister usta çırak ilişkisi ile, ister belli bir akademik eğitim sonucu elde edilen bilgi ve becerilerin üretim biçiminde somutlaşması aklıma geliyor. Böylece kişiyi ulusal ve evrensel düzeyde kendini tanımlayacak bir meşgale olarak karşımıza çıkıyor meslek. Bu anlamda terzi ,berber, overlokçu, hekim, avukat gibi iyi kötü bir mesleği var birçok kişinin. Tabi insanlar bu mesleklerini yürütürken kendilerinin bazı partilerin listelerinden aday gösterilerek milletvekili olmaları ve bu yeni görevi yürütmeleri sırasında da yaptıkları işin ve sürdürdükleri yaşamın boyutuna göre iyice bir ücret almalarına da kimsenin itirazı olmaz. Ama geçici olan bu temsil görevi sona erdikten sonra da hala bunun imtiyaz ve avantajlarından fayadalanma talebini anlayabilmiş değilim.
Hem talep edenlerin, hem de gariban halkın bu konudaki hissettiklerini anlatmak için konuya bir örnek ile açıklık getirmek isterim. Ben ülke yönetimi ile bir apartman yönemini farklı ölçeklerle olmakla birlikte birbirine benzetirim. Toplantılara minimum katılım, katılanların herbirinin başka işle uğraşması, kimsenin kimseyi dinlememesi, sonunda kabul edenler- etmeyenler seramonisi meclis toplantıları ile kat malikleri toplantısının benzer yönleridir. Apartman toplantısında kat malikleri apartmanı belli bir süre yönetecek kişileri yetkilendirir. Yani bizim milletvekillerini adımıza yetkilendirdiğimiz gibi. Apartman yöneticisi seçilenlerin hangi imtiyaz ve avantajlara sahip olacağı ilgili yasa ve maliklerin takdirine bağlıdır. Seçildikten sonra bazı zorunlu nedenlerle bu imtiyazlarını genişletmek istemelerini gönülsüz de olsa kabul etsek bile süresi sonunda sorumlulukları sona eren apartman yöneticilerinin “Hayır kat malikleri bundan sonra da bana bu avantajları vermeye, hatta arttırarak vermeye devam etmeli” talepleri ne kadar hakkaniyete uygun ise milletvekillerinin de birkaç yıl geçici olarak bu görevi yaptıktan sonra bu görevin avantajlarını ya da avantalarını talep etmesi o derece hakkaniyete uygundur bana göre. Fotoğraf aynen bu şekilde yani.
Bir de aynı günlerde medyada Meclisteki personel sayısının çok olmasından yakınan Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in “ 86 danışman var. 7 aydır kimseye birşey danışmadım.” beyanına ne buyrulur ?” Buyrun burdan yakın” mı dersiniz,” merd-i kıpti secaat arzederken sirkatıni söyler” mi dersiniz, “özrü kabahatından büyük” mü dersiniz bilmem. Ben en iyisi” tuz da kokmaya başlamış” demekle yetineyim. Tabi bunlar sadece bilebildiklerimiz bir de bilmediğimiz daha neler var diye düşünmeden edemiyor insan. Sanki o danışmanları oraya ben gönderdim. “Hamili kart yakinimdir” formulü on seneden beri hiç işlemedi de çare makamında olanlar yakınma türküsünü söylemekteler. Bunu dinleyen sade vatandaş bunlar daha kendi hanelerine düzen verememişler ki koskoca memlekete nasıl düzen verecekler diye düşünmez mi
Ben bütün bunları 2011 yılının son depreminin artçıları olarak görüyorum. Kendim dahil sıradan yurttaştan Cumhurbaşkanına kadar yine herkesi sorumlu tutuyorum. Eğer belli bir ilişkilendirme yapılacaksa ücretlerin Cumhurbaşkanı maaaşı ile değil, asgari ücret ve kişi başına düşen milli gelir gibi herkesin tatmin olacağı ölçülerin esas alınması gerektiğini hatta yeni anayasa da da bunun ölçütlerinin kayıt altına alınmasını arzuluyorum.
Neyse galiba kafayı ben bu tür şeylere fazla taktım . Şeytan bir tarftan da “sana ne senin üstüne vazifemi elin üç keçisi beş koyunu alan memnun satan memnun” diyor Ayrıca bugünün meselesi değil ki hep bunlar. Tevfik Fikret bile 36 satırlık “ Han,ı Yağma” şiirini
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca,çatlayıncaya kadar yiyin!” dizeleri ile süslerken de herhalde farklı duygular yaşamıyordu.
Yoksa “azıcık aşım kaygısız başım” diyerek hayata “YENİ”den mi başlasak?
One thought to ““2011 YILININ SON DARBESİ” NİN ARTÇILARI”