GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI?

Geçtiğimiz günlerde benim çok önemsediğim ama belki de birçok kişinin farkına varmadığı bir haber vardı medyada. Haberde özetle 42 yaşındaki Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardem’in 6 yıldır sürdürdüğü başbakanlık görevinden ve İşçi Partisi liderliğinden istifa edeceğini açıkladığı belirtiliyor. Haberde ayrıca genç başbakan artık bu işin hakkını veremediğini, devam etmesi halinde Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olacağını ifade ettiği belirtiliyor. Oysa ülkede ne çok büyük bir kriz ne de kaybedilmiş bir seçim vardı. Belki birçok kişi böylesi bir durum karşısında “Bu nasıl şey böyle? Madem beceremeyeceksin niye girdin ve milleti yarı yolda bırakıyorsun?” diye de düşünebilir. Ama ben bu yaklaşımı insanın kendini, sınırlarını ve kapasitesini bilmesinin çok büyük bir erdem olduğu düşüncesinden hareketle çok değerli buldum ve takdir ettim ve darısı bizim siyasetçilere dedim. Seçimleri kaybetseler bile makam ve mevkilere yapışıp kalma- iktidar ve muhalefet hiç fark etmiyor- alışkanlığı adeta kronikleşmiş bir saplantı halinde.

Rahmetli Ecevit’in görevdeki son günlerini birçoğumuz hatırlar. Ayakta güçlükle durduğunu, fiziken ve zihnen giderek tükendiğini bizler bile fark ederken kendisinin fark etmemesi mümkün mü? Hadi diyelim kendisi fark etmedi, ömürlük hayat arkadaşı Rahşan Hanım bu durumda kendisine de ülkesine de yeterince faydalı olamayacağını görüp “Ülken için bu kadar çalıştığın yeter Bülent. Gel biraz da kendimize vakit ayıralım. Sen yine çok bildiğin şairliğine devam et. Ben çayını yaparken sen balkondaki çiçekleri sularsın. Senin şiirlerin eşliğinde eski günlerden konuşuruz…” diyerek daha hayırlı bir iş yapamaz mıydı? Belki o zaman daha farklı oluşumlara fırsat sağlanmış ve domino etkisi ile bugün başka bir atmosferde olabilirdik.

Devamı için tıklayın “GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI?”

ATATÜRK, CUMHURİYET VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümünü geçtiğimiz ay kutladık. İki yıl sonra da bir asırlık geçmişi olacak bu mutluluğun. Çocukluğumuzda “Cumhuriyet yönetimlerinden önce padişahlık ve krallık yönetimleri varmış. Kral ya da padişah ülkeyi keyfine göre yönetirmiş. Astığı astık kestiği kestikmiş. Ama cumhuriyet gelince insanlar kendi yöneticilerini kendileri seçmeye başlamışlar. Beğenmedikleri yöneticileri bir daha seçmeyerek iyi yöneticileri seçme hakkını elde etmişler” şeklinde basit olarak tarif edilirdi bu durum. Çocukluk düşüncesi ve masumiyeti ile inandığımız bu tarifin daha sonraki yıllarda o kadar da basit olmadığını öğrenecektik. Cumhuriyet konusu ile ilgili terminolojinin içine girdikçe de zihnimiz daha da karışacak nihayetinde yapılacak ve öğrenilecek çok daha fazla şeyin olduğunu kabullenecektik.

Benim öteden beri bu tarifler içinde en çok hoşuma gideni “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” şeklindeki anlatımdır. Gerçekten ben ve benim gibi kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde hayata gözlerini açan birçok çocuk parasız yatılılık ve bursluluk gibi desteklerle tarikatların ve cemaatlerin insafına terk edilmeden bir yerlere gelmesini cumhuriyete borçludur. Dahası Aziz Sancar’ın Mardin’in Savur Kasabasında başlayan ve Nobel ödülüne kadar uzayan yolculuğunun temelinde de Kasımpaşa’dan çıkan bir vatandaş olan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına giden yolunda da cumhuriyetin küçümsenmeyecek payı olduğunu düşünüyorum.

Devamı için tıklayın “ATATÜRK, CUMHURİYET VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ”