ANTALYA GÜNLERİ / KONYAALTI PLAJI (SON HALİ)

Hayatımızın belli bir bölümünde Antalya’da konuşlanma kararı vermemizde Konyaaltı sahilinin etkisi büyük oldu. Bir yanda şehir hayatının belli ölçüde konforunu yaşarken diğer yanda canınız çektiği zaman beş dakikalık bir yürüyüşle 7-8 kilometrelik sahil şeridine ulaşıyorsunuz. Bir gün Boğaçay istikametine yürürken, bir başka gün yönünüzü Antalya’nın meşhur falezlerine çeviriyorsunuz. Canınız çekiyorsa yararlanabileceğiniz spor sahaları ve aletlerini görünce de bir hayli heyecanlanıyorsunuz. Bir yanınızda Torosların karlı dağları, diğer yanınızda Akdeniz’in mavilikleri. Canınızın istediği bir gün ise şemsiyenizi, portatif sandalyelerinizi alarak kumsalda konuşlanıp denizin okşayan rüzgarına karşı kitabınızı, gazetenizi okuyorken, ya da biraz hazırlıklı geldiyseniz termosunuzla getirdiğiniz çayı yudumlarken bulursunuz kendinizi. Şayet mevsim uygun ise-ki burada bazıları için her zaman uygun- kuzey egeye göre hayli sıcak olan denizin davetine icabet ediyorsunuz.

Bu coğrafyanın bu cömert ikramına karşılık ben de blogumda birisi 2017 yılında, diğeri 2018 yılında Konyaaltı plajı ile ilgili iki yazı yazmıştım. Bu yazımda da burada yaşayan sade bir vatandaş olarak en son durum ile ilgili gözlemlerimi ve tespitlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Devamı için tıklayın “ANTALYA GÜNLERİ / KONYAALTI PLAJI (SON HALİ)”

BODRUM’DA BEŞ GÜZEL GÜN

Sevgili ADA’mızla geçirdiğimiz ilk doğum gününün ardından hem Ada ile, hem de çocuklarımızla kısa tatil günlerinde daha fazla birlikte olabilme adına bir başka organizasyonun içinde bulduk kendimizi. Çocuklarımız Bodrum’da epey kalabalık kişiyi barındıracak bağımsız bir yapıyı iki haftalığına kiralamışlar. Uçak biletleri ve araç kiralama işleri de daha önceden gerçekleştirildiği için bize sadece belirtilen saatte belirtilen yerlerde beklemek kalmıştı. Neticede 28 Temmuz’da biz geniş aile olarak Bodrum Milas havaalanına indik. Oradan da kiralanan araçlarla ikamet edeceğimiz yere doğru yola çıktık.

Bende öteden beri var olan, son yıllarda daha da belirginleşen rutinin dışına çıkıldığında kaygı gerilim arası duygu yaşayışı yerleşti. Bu seyahatte de ben çaktırmasam da hafiften bunu yaşamaya başladım. Daha önce hiç gidilmeyen, bilinmeyen ve belirsizliklerle dolu bu yolculuğun sonu nereye varacaktı, ya hayali bir yerse ve bütün beklentiler boşa çıkarsa gibi düşünceler beynimi meşgul ediyordu.  Bu arada çocukların kullandıkları arabalar Bodrum’un kıyısından geçerek kırsalına doğru ilerledikçe endişem de artmaya başlamıştı. Hele Dereköy denen yerleşim yerine gelip, arabalar toprak bir yola girince daha da kaygılandım. Neyse ki toprak yoldaki ilerlememiz çok kısa sürdü ve yolun sonunda büyük bir demir kapıya dayandık. Kurulan bir telefon iletişimi sonunda kapı içerden açıldı ve bizi evin sahibi Ertuğrul Bey karşıladı. Ayaküstü bize mekân ve muhtemel ihtiyaçlarla ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra evi bize teslim etti.

Karşılaştığımız tablo tek kelime ile muhteşemdi. Ertuğrul Bey üç dönümlük bu arazide gerçekten zevkine göre bir yaşam alanı yaratmış. Öncelikle hafif eğimli olan arazi tesviye edilerek birer metre kademeli  üç alan oluşturulmuş. İlk alana 200 metrekareden büyük, tek katlı, üç banyosu olan (4+1) verandalı evini ve yüzme havuzunu yerleştirmiş. Evin arkasındaki süs havuzunu da ihmal etmemiş. Taş kaplama olan evin her bir bölümü ve parçasının doğa ile bütünlük içinde olmasına özen gösterilmiş. Eleştirel gözle baktığımız da dahi gözünüzü tırmalayan ya da “ Bu da burada hiç gitmemiş” diyebileceğiniz bir uyumsuzluğa rastlayamadım.

Ev ve havuz alanının bir, bir buçuk metre kadar aşağısındaki kademede de yaklaşık yüz elli yıllık olduğunu öğrendiğimiz bir meşe ağacı ile çimlendirilmiş bir zeminin  etrafında begonvillerin de olduğu bitkiler, çiçekler ekilmiş. Bu çiçek ve bitki toplulukları da gayet estetik bir anlayışla alana yerleştirilmiş. Burada benim en favori alanım yıllanmış meşe gölgesi oldu.  Günün her saatinde biraz yer değiştirse bile harman yeri kadar koyu bir gölgelik alan hiç kaybolmuyordu. Yaz sıcağı her yanı yakarken bu ağacın altındaki serinlik, sükûnet beni buraya fena bağladı. Ne havuz, ne deniz meşe gölgesinin cazibesini değiştirmedi. Başkalarını rahatsız etse bile cır cır böceklerinin bitmek bilmeyen sesleri bu ağacın altında bana adeta musiki gibi geliyordu.

Meşe ağacının bulunduğu zeminden bir kademe aşağıda kalan sahayı da Ertuğrul Bey sebze ve meyve bahçesi olarak değerlendirmiş. Üzüm, elma, nar, incir ve narenciye ağaçları hatırladıklarım arasında. Ayrıca karalahana, börülce, domates, biber ve salatalıkların bulunduğu sebze tarlalarını gördük. Mevsimi uygun olan üzüm incir gibi meyvelerle domates, salatalık, biber gibi sebzelerle -tabi Ertuğrul beyin izniyle- sofralarımızı zenginleştirdik. Gün aşırı buraya gelen bahçıvan Turan Bey de havuzun temizliğinden, bahçenin sulanmasına bütün işleri canla başla yapıyordu.

Önceleri biraz tedirgin olmakla birlikte burada yaşamaya  başlayınca burasının insanı mutlu edecek çok şeyi barındırıyor olduğunu fark ettik. Tabi daha çok da insanın sevdikleri ve sevenleri ile bunları yaşıyor olması en büyük mutluluk bence. Bütün bu güzellikleri bize yaşatan ve bizimle yaşayan çocuklarımızla bir kez daha gurur duydum. Acaba bütün bunları hak ediyor muyuz şeklinde bir sorgulama da aklımdan geçmedi değil. İyi ki varsınız, iyi ki bizim çocuklarımızsınız, ve torunumuzsun sevgili Ada. Hepinize kucak dolusu sevgi……..

HONG KONG GÜNLERİ / PARKLAR-BAHÇELER

Tam da “Hong Kong sadece birbirinden yüksek yapılardan mı ibaret? Burada yeşili  ve doğayı uzaklarda mı aramak gerekir?” şeklinde düşünürken işin aslının pek de öyle olmadığını öğrendik ve zamanımız elverdiği ölçüde bu tür güzellikleri de görme fırsatımız oldu.        

Hong Kong’un Diamond Hill bölgesindeki Nan Lian bahçesi (Nan Lian Garden) 3,5 hektarlık bir alanda Tang Hanedanlığı stili tasarlanmış  ve 2006 yılında hizmete açılmış son derece göz alıcı bir  yer. Kayalar, tepeler, ağaçlar, çiçekler, ahşap yapılar son derece uyumlu bir birliktelik arz ediyor. Ayrıca mistik müzik eşliğinde sakin bir ortamda bu güzelliği yaşamak kişinin kendini cennette hissetmesini sağlıyor.         

Gidilmesi ve gezilmesini önereceğimiz bir diğer  bir güzellik de Kowlon Parktır. 1970 li yıllarda hizmete giren bu park gökdelenlerle dolu şehrin içinde insanlara adeta bir vaha güzelliği sunmakta. Her yıl milyonlarca kişinin ziyaret ettiği bu alanda yürüyüş parkurları, çeşitli özellikteki heykeller  de bulunmaktadır. Bu arada Hong Kong  müslümanlarının en büyük ibadet yeri olan Kawloon Camii ile islam merkezinin de bu parkın hemen bitişiğinde olduğunu belirtelim

Hong Kong adasında yer alan Hong Kong Parkı da sakinlik arayanlar için şehrin gürültülü yaşamından uzaklaşıp biraz soluklanacakları muhteşem bir yer. Ücretsiz girilen parka her yıl milyonlarca ziyaretçisi oluyormuş. Park bütünlüğü içinde spor merkezi ve konservatuar da etkinliğini sürdürüyor.  Son derece ilginç tasarımı ile birçok dalda ödül kazanan park bitki, çiçek çeşitliliği ve kuş türlerinin korunması ile ilgili gayretler her türlü takdire değer diye düşünüyorum. Parkı ziyaret sırasında bir çok okul öğrencisi öğretmenleri eşliğinde burada eğitim çalışmalarının bir başka yönünü sergiliyordu.