Zaman zaman kendimizi eleştirirken kantarın topuzunu biraz fazla mı kaçırıyoruz. diye de düşünmüyor değilim. Bir yandan kendi insanımızın yetersizliğini abartırken diğer yandan başkalarını yüceltmek uğruna “ Bizim insanımız böyle işte…oysa Avrupa’da böyle mi şekerim” diye başlayıp daha sonra da: “Ben Paris’teyken ben Londra’dayken” diye devam eden geyik muhabbetlerinde bunun izlerini görmekteyiz.Oysa insan her yerde insan. Zaafları, tutkuları özlemleri ile aynı özellikleri taşıyan mahluklar yani.
Memleketin birinde halkının topraklarında üzüm yetiştirip şarap haline getiren ve bu şarabı da satarak geçimlerini sağlayan bir köy varmış. Bu köylülerin şaraplarını da köyün rahibi topluyormuş. Rahip getirilen şarapları önce kontrol ediyor,daha sonra da tartıp parasını ödedikten sonra büyük bir depoya boşaltmalarını söylüyormuş. Bir yandan da Pazar ayinlerinde iyilik ve doğruluk üzerine nasihatler vermeyi de eksik etmiyormuş. Belli bir süre sonunda insanların bu konuda iyice geliştiklerinden emin olunca köylülere ”Sevgili kardeşlerim yıllardır şaraplarınızı tartarak ve kontrol ederek topluyorum. Artık hepimizin birbirimize güvenmemizin zamanı geldi. Bundan böyle ürettiğiniz şarapları bana getirip kontrol ettirmenize gerek yok. Bana getirmeden doğrudan depoya götürüp dökün bana sadece miktarını bildirin yeter” demiş. Gerçekten bu uygulamadan herkes hoşnut kalmış. Köylüler getirdikleri kaplardaki şarapları doğrudan depoya döküyorlar miktarını rahip efendiye söyleyip paralarını alıyorlarmış.
Bu uygulama başladıktan birkaç gün sonra Rahibin canı şarap çekmiş. Eline aldığı bardağı deponun alt kısmındaki musluğa dayayıp musluktan bardağı doldurmuş ve ağzına götürmüş. Bir de ne görsün bardağın içindeki sıvı, görüntüsü ve tadı ile yani her şeyi ile her gün köy çeşmesinden içtiği suyun tıpa tıp aynısı değil mi?
İnsanlar görülmeyeceğinden emin olduklarında nasıl da birdenbire değişiyor değil mi?
Yukarıda anlattığım kıssa ne kadar gerçektir bilemiyorum. Ancak benzer konularda çok uzun yıllar önce yapılmış bir araştırmayı bir yerlerden okuduğumu hatırlıyorum. Dünya insanlarının dürüstlük,doğruluk v.b erdemlere ne kadar bağlı olduğunu anlamak için yapılan bir araştırmada araştırmacılar her ülkenin uygun gördükleri kentlerinin yine uygun gördükleri yerlerine –özellikle yaya trafiğinin işlek olduğu alanlara – her birinin içinde belli miktar para ile sahibine ulaşmayı sağlayacak bilgileri içeren kartın bulunduğu cüzdanları önceden bırakıyor. Daha sonra bu cüzdanların belirtilen adreslere ne kadarının döndüğü sayılarak belli yüzdeler üzerinden kent insanlarının ahlak,dürüstlük ve doğruluk değerleri üzerine yargılara varılıyor. Araştırmanın rakamsal sonuçlarını tam olarak hatırlamıyorum ama cüzdanlarının tamamının geri geldiği bir ülke ve kent olmadığını, insanların refah ve zenginliğinin fazla olması daha fazla cüzdanın geri gelmesini sağlamadığı şeklindeki sonuçlar doğrusu beni çok şaşırtmıştı.
İnsanların yalnızlıklar ve karanlıklar altında neler üretebileceği, eğer otokontrol mekanizmaları gelişmemişse, denetimden uzak, görülmediği ve gözlemlenmediği zaman bazı değerleri ne dereceye kadar koruyabileceği ile ilişkin belirsizliklerin aşılamadığını, insanla ilgili daha çok şeyin eksik ve bilinmez olduğunu söyleyebiliriz.