Aşağıdaki yazımı okumadan önce buraya tıklayarak 45 yıl öncesini anlattığım yazıya bir göz atmanızı tavsiye ederim. Çünkü geçen yılların etkisi ancak böyle anlaşılabilir
2012 yılının son gününü Muratlı’da geçirmekte iken havanın da güzel ve güneşli olmasını fırsat bilerek küçük amcamın arabası ile bir Hayrabolu yolculuğu yaptık. Bu da beni 44-45 yıl önce bu ilçede ilk görev yaptığım günlere götürdü. Bu yüzden de yazımı resimleri ile birlikte daha önce aynı konuda yazdığım bölüme ilave etmeyi uygun buldum.Yani bir nevi coğrafi ve kronolojik buluşma. Bir nevi “Hey gidi günler.. nereden nereye “muhabbeti yani.
Bu yolculuk sırasında zamanla her şeyin nasıl ve ne kadar değişebildiğinin iyice farkına vardım. Yıllar önce 50-60 kilometrelik bir uzaklık olmasına rağmen Hayrabolu’dan Muratlı’ya gelebilmek büyük bir sorundu. Ben o zamanlar ya Tekirdağ üzerinden, ya da Alpullu-Karıştıran üzerinden ve de birkaç aktarma yaparak Muratlıya ulaşabiliyordum. Bu da nereden baksanız en az 4-5 saatlik bir zamanımı alıyordu. Oysa şu anki ulaşım imkanları ile aynı yere bir saatten kısa bir zamanda ulaşıldığı gibi, her gün en az dört tarifeli midibüs seferi yapılıyor.
Hayrabolu’ya kadar gelmişken 10 kilometre kadar uzaklıkta olan ve yıllar önce öğretmen olarak ilk görev yerim olan Karabürçek köyüne de uğramadan edemedik. Burada da bir çok şeyin değişime uğradığına tanık oldum. Ne yazık ki buradaki izlenimlerim beni hayal kırıklığına uğrattı. Bir kere yurdumun her yerinde görülen köyden kente göç burada da yaşanmış. Öğrenci sayısı azalınca taşımalı sisteme geçilmiş. Gezinen birkaç köpek ve tavuktan başka canlılık belirtisi neredeyse yok gibi idi. Neyse Muhtarlığın yanında açık olan kahvedeki iki kişiyle konuştuk. Muhtarın da şehirde oturduğunu ve zaman zaman köye geldiğini söylediler. Geçmişte köyden hatırladığım kişilerle ilgili soruların bir çoğu “ O da rahmetli oldu.” şeklinde cevaplanınca giderek bağlantının koptuğunu hissetmeye başladım.
En çok da iki yıl görev yaptığım ve yüze yakın öğrencisi ile cıvıl cıvıl bir yer olarak anılarımda yer etmiş olan okul ile caminin karşısında imam ile birlikte kaldığımız evi görünce içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Aslında bu görüntülere okul ya da ev de denemezdi. Kendi haline terk edilmiş taş,toprak ve yıkıntı yığını demek belki en doğrusu. Dünyanın bir çok yerinde geçmişin nasıl korunduğu ve sahiplenildiğine tanıklık etmiş biri olarak “Biz niye böyleyiz” sorusunu kendime sormadan edemedim. Bizim ki çok garip bir şey. Ne koruyabiliyoruz ne de tamamen yok edebiliyoruz. Bulunduğumuz coğrafyayı daha yaşanabilir hale getirmek yerine, oradan uzaklaşarak mutluluğu başka coğrafyalarda aramak ta Orta Asya’dan beri bizim genlerimizde mevcut galiba diye düşünmeden edemiyor insan.
kronolojik olacak Necmi Bey.
uzun bir aradan sonra hosgeldiniz bu arada
necmi bey kaale almamissiniz yorumumu
meseleyi ancak çözebildim Gençer bey. Yakın ilgi ve alakınız için teşekkürler
sevgili memleketim 🙂
Yakın gelecekte nüfusun büyük çoğunluğunun kent merkezlerinde yaşayacağı söyleniyor.. 300 yıl sonra eğer insanlık kalırsa sanırım arkeologlar şahane keşifler yapıyor olacaklar 🙂
keşke kentli olabilsek.Hazin olan o ki köyde kalıp köylü olamadığımız gibi kente gelip kentli de olamıyoruz bence…