Tokat’dan Reşadiye’ye bu kez farklı bir güzergahtan gitmeyi denedik. Daha önce duyduğum ancak görme imkanı bulamadığım Almus İlçesinde bir ara durak yaptık. Almus 5000 e yakın nüfusu olan oldukça küçük bir ilçe. 40-50 yıl kadar önce inşa edilmiş olan Almus barajının bu küçük kasabaya ayrı bir hareket ve güzellik getirdiğini söylenebilir. Baraj gölü içindeki çok sayıda Alabalık çiftlikleri ile, göl kıyısındaki balık lokantalarının ilçede farklı bir canlılık görüntüsü oluşturmaktadır. Bu lokantaların birinde bacanağım sayesinde “kiremitte alabalık” lezzetini de denemiş olduk. Aynı gün Hacı arkadaşını ziyaret için Almus’a gelmiş olan kayınbiraderim Erdoğan Kılıçarslan’ın arabası ile biz Reşadiye’ye giderken, bacanağım ve beraberindeki ailesi de Tokat’a döndü.
Reşadiye’de geçirdiğimiz dört günde hafızama bu gün ile 35 yıl kadar öncesi arasında bir yolculuk yaptırdım ve değişen de değişmeyen de birçok şeye tanık oldum. 35 yıl önce eşim ve ailesinin yaşadığı ve kız isteme nişan v.b prosedürlerin gerçekleştiği Reşadiye’nin geleneksel yapı özelliklerini yansıtan eski ev adeta zamana meydan okuyarak biraz da mahzun biçimde hala yerindeydi. Onun yanında sonradan yapılan ve bu yıl da kalorifer ve mantolama gibi ilavelerle daha bir yaşanılır hale getirilen yeni evi değişenler listesine ekleyebiliriz.
Eşimin ailesinin “Karaman bükü”, “Ötegeçe” gibi nitelemelerle adlandırılan, Kelkit çayı boyunca uzanmış ve Reşadiye’ye 2 kilometre kadar uzaklıkta ve yaklaşık 100 dönüme yakın çiftlik arazisi vardı. Daha sonraları bunun bir kısmı Re-süt adında çok büyük ideallerle kurulan ve sonra ülkemizdeki birçok işletme gibi atıl hale gelen süt fabrikasına satılmıştı. Son aylarda da kara yollarının yol genişletme çalışmaları kapsamında,içinde çiftlik evi ve ahırın da bulunduğu büyükçe bir kısmı istimlak edilince arazinin yarısından az bir kısmının elde kaldığını söyleyebiliriz. Bundan böyle de geçmiş yıllarda çok duyduğumuz “Meğeller nerede” “Patoz yapılacak”, Mehlepler toplandı mı? “Su motorunu çalıştır laaa” “Irgatların kuşluk yemeği hazır mı?” “Çoban mallara iyi bakıyor mu”, “Domatesler ahbunluğun kıyısına dikilecek” gibi konuşmalar da artık geçmişte bir hatıra olarak kalacak gibi görünüyor. Bir de ormanların acımasızca katledilerek ırmak kenarına yerleştirilmiş nur topu gibi bir “HES” i de var artık Reşadiye’nin (!)
Reşadiye’ye gidip de şifalı kaplıcalarında banyo almadan dönmek eksiklik sayılır. Solunum sisteminden iskelet kas sistemine, cilt hastalıklarından mide ve bağırsak hastalıklarına birçok rahatsızlıklarla ilgili tedavi edici özelliği olan kaplıcaların bulunduğu yerde bünyesinde termal havuz, sauna, aquapark, yüzme havuzu, restoran, gibi birimlerin bulunduğu 52 odalı,174 yataklı ve 360 kişilik modern termal otelin hizmet verdiğini belirtmekte yarar var. Bunun yanında bu otelin daha aşağı kısımlarında daha eskiden yapılmış, nispeten daha ucuz ve geleneksel yapılardaki kaplıcaların da bulunduğunu hemen eklemeliyim.
Son olarak Reşadiye’nin panoramik görüntüsünü izlemek, ya da bunu çektiğiniz resimlerde sabitleştirmek isterseniz Reşadiye’den çıkışından itibaren 200 metrelik bir yokuş çıkarak Emir Şeyh Yakup tekkesine gitmenizi öneririm.
cok guzel bir yazi , ellerinize saglik
beni en son o cografyayi ziyaret ettigim 1998 yilina goturdu
beğendiğinize sevindim mehmet bey…..teşekkür ederim. 1998 yılından sonraki değişimleri de görmek nasip olur inşallah
Sevgili Nuray ve Necmi Arkadaşlarım;
Telefon konuşmamız daha bitmemişken “Blog” nuzu bulup açtım. Kıskanarak inceledim ve neden benim de bir “blog” um yok,bu ne biçim eşitsizlik dedim. Şaka değil gerçek. Bende bir “blog” istiyorum.
Etkinliklerinizin bir bölümünü zevkle inceledim, kalanları da inceleyeceğim. Elinize,dilinize, gözünüze ve ailenize sağlık…
Sevgi ve saygılarımla…
Emin TOPRAK
Emin Kardeş,”bloğunuz” derken bir yanlış anlamaya neden olmuşuz, onu hemen düzeltelim öncelikle…
Blog tamamen Necmi’ye ait.Orada bulunuşum eş durumundan sadece…Birlikte gezdiğimiz yerlerde adım ve fotoğraflarımın bulunması seni yanıltmasın.Başından sonuna kadar tamamen sevgili kocacığımın eseri ve ben onun sabrına ve bilgisayarda katettiği mesafeye hayranım.Tabi bu arada ona bu eğitimi bıkmadan,usanmadan,defalarca tekrarlar yaparak veren sevgili oğlumuz Dinçer’in çabalarını görmemezlikten gelemeyiz.
Sevgili Arkadaşım Nuray;
Ben evlenince bir (1+1=1) olunuyor anlayışında olduğum için ikinize birden yazmıştım. Yanılmışım. Özür dilerim. Anaerkil anlayışa sahip olduğum için bende bu kez sadece sana yazıyorum. Baksana bey efendi bana bir cevap bile vermedi. Birde biz Kürtler için feodal diyorsunuz!!!
Necmi Ağa’da benim gibi “Muhteşem Yüzyıl” tutkunu anlaşılan. Fakat Nagihan Hanımı rehber tutmuş bu da farkımız.
Çok selamlar. Sağlıklı ve mutlu bir yıl dileklerimizle…
Sevgili Emin
Biraz alıngan..biraz dokundurmalı mesajınız beni mutlu etti. Senin (1+1=1) formülasyonunda da, anaerkil anlayışında da gerçeklik payı var. Blogun yazıları ve resimleri bana ait olmakla birlikte redaksiyon işlemleri Nuray’a ait. Onun estetik ve redaksiyon süzgecinden geçtikten sonra blog şekilleniyor, Dolayısı ile her zaman olduğu gibi hanımlar olmadan bir işi sonuçlandırmamız mümkün olmuyor.
Ayrıca yazılarımdan “Muhteşem yüzyıl” tutkunu ve de Nagehan hanımı rehber tuttuğum sonucunu nasıl çıkardın anlayamadım doğrusu..
Sevgli Necmi;
Yazdıklarını tad alarak,zevkle okuyorum. Okurken de Fikret Otyam’ın “Gide Gide”lerini hatırlattıyorum.Onları da zevkle okuyordum. Fakat heryerde kurulu masalr görüyorum. Dikkat et fazla yeyip içmeyin dünyadaki açları da hatırlayın. Eline sağlık yazmaya devam…
Oğlum Lozana gidince seninkine buluşmak için e-mail yazmış fakat cevabını alamadığı için bir daha yazamamış (onların sorunu).
Nuray’a ve sana çok selamlar…
Emin arkadaşım…
İzleyici kitlem içinde en sadık ve samimi biri olman hasebi ile sana teşekkür ederim. Takdirlerin bana cesaret veriyor. Çok teşekkürler…Çocukların durumuna gelince senin de belirttiğin gibi sorun onların sorunu. Biz sadece elçiyiz. Biliyorsun elçiye zeval olmaz. Selam ve sevgiler.