BALIKESİR’DE 24 SAAT

Emeklilik sonrası yaz aylarının büyük bir bölümünü Altınoluktaki nohut oda bakla salon tabirine uygun minik evimizde geçiriyoruz. Bu zaman süresi içinde körfez boyunca Güre, Akçay, Edremit, Burhaniye, Ayvalık gibi sahil beldelerinin güzelliklerinden nasiplenme fırsatı bulduk. Bütün bu güzel coğrafya parçalarının bağlı olduğu Balıkesir’ i gidip görmemiş olmak hem büyük bir eksiklik ve hem de büyük bir haksızlık diye düşünüyordum hep.

IMG_7992

Geçtiğimiz günlerde komşumuz Hafize hanımın annesinin rahatsızlığını öğrenince hem ona geçmiş olsun ziyareti fırsatını da kullanarak Balıkesir iline karşı vefa borcumuzu ödeme zamanının da geldiğine karar verdik. 14 Ekim sabahı saat 10.00 civarında Altınoluk’tan bindiğimiz otobüs bizi yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra Balıkesir’e ulaştırdı. Bu arada otobüs dediğime bakmayın aracımızın 25-30 kişilik bir midibüs olduğunu ve bu tür araçlarda benim gibi uzun bacaklıların pek de rahat yolculuk yapamadığını da hemen hatırlatmak isterim.

BALIKESİR’DE 24 SAAT

Toplu taşımanın bilindik usulleri ve ülkemin insanının ilginç yol tarifleri ile akşam konaklayacağımız  öğretmen evine ulaşmamız zor olmadı. Balıkesir Öğretmen evi eski bir yurt binasından devşirme pek de al benisi olmayan bir yapı. Fakat çalışanları son derece samimi, sevecen, ve gayretli kişiler. Şehriye çorbası, kağıt kebabı ve şekerpare tatlısından oluşan öğle yemeği son derece doyurucu ve ekonomik geldi bize. Yemek sırasında adeta yer bulmakta zorlanıldığını görünce buraya sebepsiz rağbet edilmediği kanaatine vardık. Yemek esnasında tanıştığımız ve Balıkesirli olduğunu öğrendiğimiz bir kamu görevlisine  “Burada 24 saat kalan biri için görülmesi gereken yer, yenilmesi ve alınması gereken şey olarak ne önerirsiniz” diye sorduğumda bize görülmesi gereken yer olarak öğretmen evinin hemen yakınındaki tarihi Saat kulesi, Kuvvayı Milliye Müzesi, Zağnos paşa camisi ve Atatürk parkını gezebileceğimizi söyledi.

BALIKESİR’DE 24 SAAT

Balıkesirlilerin “Koca saat” olarak isimlendirdiği saat kulesinin 1828 yılında Giritli Mehmet paşa tarafından yaptırıldığı, 70 yıl kente hizmet verdikten sonra 1898 yılındaki depremde yıkılınca onarılarak  mevcut görüntüsüne kavuştuğu bilgisine ulaştım. Saat kulesi ile aynı bahçe içindeki Müze binası 1840 lı yıllarda  Karesi sancağı Defterdarı Mehmet Paşanın konağı olarak yaptırılmış. (Bu arada Balıkesir ilinin 1926 yılına kadar olan adının Karesi olduğunu da hatırlatmış olalım.) 1988 yılına kadar Belediye hizmet binası olarak kullanılan yapı 1996 yılından itibaren de Kuvvayi  Milliye Müzesi olarak hizmete açılmış. İki kattan oluşan Müzenin giriş katında Balıkesirin ve Balıkesirlilerin Kurtuluş savaşı ile ilgili katkıları, gayretleri belgelendiriliyor. İkinci katta da yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu tarih  ve tarih öncesi çağlara ait buluntular sergilenmektedir. Müze bahçesindeki Ekim güneşini fırsat bilen 4-5 kaplumbağanın bize eşlik etmesi gezimize ayrı bir renk kattı.

BALIKESİR’DE 24 SAAT

Kısa süren müze gezimizden sonra bize verilen tarif doğrultusunda Atatürk parkına doğru yöneldik. Aynı güzergahtaki Balıkesir’li meşhur Kurtdereli Mehmet pehlivanın heykelinin yanında biraz soluklandıktan sonra Atatürk parkının kapısından içeri girdik.1973 yılında hizmete açılan, keşke şehirlerimizde bunlardan onlarcası olsa dediğimiz bu park çam ve çitlenbik ağaçları ile geniş bir alana yayılmış. Günün yorgunluğunu burada içtiğimiz çay ile giderdikten sonra gezimizin bundan sonraki bölümünü hasta ve dost ziyaretlerine ayırdık. İlerleyen saatler de de öğretmen evine geceyi geçirmek üzere gittik.

BALIKESİR’DE 24 SAAT

Önceki gün zaman darlığı nedeni ile gerçekleştiremediğimiz Zağnos Paşa camii ziyaretini dönüş gününde gerçekleştirdik. 1461 yılında  Fatih Sultan Mehmet’in ünlü veziri Zağnos Paşa tarafından yaptırılan cami şehir merkezinde bütün görkemi ile Balıkesirlilerin ve kente gelen ziyaretçilerin ibadetine ve ziyaretine açık bulunmaktadır. Gezilmesi gereken yerler dışında Balıkesirin meşhur  Höşmerim tatlısından yememiz, kolonyası ve zeytinyağından satın almamız da önerildiyse de bütün bunları oturduğumuz Altınoluk’ta da yapabileceğimiz düşüncesi ile Balıkesir’deki 24 saatlik ziyaretimizi sonlandırıp geldiğimiz gibi dönüş yolculuğunu gerçekleştirdik.

SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR (3)

Blogumu takip edenler bu yazımın “SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR” serisinin üçüncüsü olduğunu fark edeceklerdir. Bu yazının ilki rahmetli olmuş Aptullah eniştemiz ile, ikincisi yazlık komşumuz Hasan bey ile ilgili idi. Bu yazımı da Neriman Harput isimli bir arkadaşımıza, dostumuza, meslektaşımıza ayırmayı uygun gördüm.

  SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR (3)

Neriman Harput eşimin Amasya Öğretmen okulundan sınıf arkadaşı. Benimle olan tanışıklığının çıkış noktası buradan kaynaklanıyor. Okulu bitirdikten sonra öğretmen olarak yurdun çeşitli yerlerinde çalışarak ve bu arada ilerici ve aydınların ödediği bedelleri de ödeyerek şu anda bizler gibi emekli bir eğitimci olarak hayatını sürdürmektedir. Buraya kadar olan durum ile ilgili olarak  bir sıra dışılık ya da farklılık olmadığını ben de kabulleniyorum. Ama ne zaman ki bu arkadaşımız herkesin sahip olmak ve yaşamak için can attığı Kadıköy, Moda’daki evini satarak Saroz körfezi civarında, Enez İlçesi yakınlarında bir miktar tarla alıp meyvecilik yapma gayretine girişti ve dolayısı ile de benim bu serideki yazı dizimin içinde yer almayı hak etti diye düşündüm. Kendisi de bizi yaratmış olduğu bu dünyasına sık sık davet ediyordu. Biz de eşimle birlikte geçtiğimiz Eylül ayının son günlerinde bu davete icabet etme şerefine,fırsatına ve şansına sahip olduk. Minibüsle bize tarif edildiği şekilde  Keşan- Enez istikametinde 40 kilometre kadar gidip Abdurahim köyünde indik. Arkadaşımızı da bizi orada bekler bulduk. 2-3 kilometre kadar sonra geldiğimiz Vakıf köyü hem kendisinin ikamet ettiği hem de tabir yerinde ise çılgın projesini gerçekleştirdiği köydü.

  SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR (3)

Bundan yaklaşık üç yıl kadar önce Neriman Harput -kendisinin liderliğinde ve organizasyonunda-  üç kız kardeşinin de imkanlarını birleştirerek 80 dönümlük bir yer alarak işe başlamışlar. Arazinin meşe ağaçlarından temizlenmesi, sulama sistemlerinin kurulması, beş binden fazla kiraz fidanının dikilmesi, bu fidanlara ilaveten erikten nara, şeftaliden zeytine bir çok fidanında arazide yer almış olması karşısında gerçekten şaşırdık. Bu yolculukta  Neriman arkadaşımız bir çok zorluğu zekası, kararlılığı, mantığı ve sabrı ile yenmesini bilmiş.  Onun için  “zorluk diye bir şey yok, belki imkansız olan vakit alabilir” denebilir. Birlikte arazisini gezerken doktorun hastanın gözüne, boğazına bakarak hastalığını anlaması gibi onun da ağaçların dalına, gövdesine, yaprağına bakarak hemen durumunu tarif etmesi ve çaresini açıklaması bizi hayrete düşürdü diyebilirim.

  SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR (3)

Bir gece bizi misafir eden Neriman arkadaşımızın sadece kendi arazisi ile ilgili çalışması değil köy halkı ile kurduğu olumlu ilişkiden da çok etkilendik. Çünkü biliriz ki köy halkı genelde dışarıdan gelen kişilere önce mesafelidir ve iyice inanmadan kabullenmesi zordur. Köy kadınları ile iletişimi, okula devam eden çocuklara ders konularında yardımcı olması kendisini kabul edilebilir olmaktan öteye aranır bir hale getirmiş. Bahçelerden çıkan sebze, inekten sağılan süt, denizden tutulan balık bir şekilde Neriman arkadaşımızın adresini buluyor. Kendisinin sadece işi ile değil bu coğrafyanın tamamı ile bütünleştiğini söylersek abartılı bir gözlem olmaz.

  SIRA DIŞI YA DA FARKLI OLANLAR (3)

Neriman arkadaşımızın çabalarını ve yarattığı mucizeyi bu satırlara sığdırmak gerçekten kolay değil. Orasını görmek ve yaşamak gerekir. Bize gösterdiği misafirperverlik ve özellikle de soğansız olduğu için benim favorim olan pehli yemeği için çok teşekkür ederiz. Birlikte yediğimiz yemekte kendisinin mayaladığı yoğurt, peynir ve her şey çok güzeldi. Günlerin aydınlık, kirazların – tabi  diğer sebze ve meyvelerin de- bol ve bereketli olsun kiraz güzeli…

VE MİDİLLİ’Yİ GÖRDÜM (2)

Gezimizin ikinci gününde tur rehberimizin eşliğinde adanın başka yönlerine doğru rotamızı çevirdik. Yaklaşık bir saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra Mandamados adlı yerleşim birimine geldik. Burada ortodoks dünyası için önemli olan ve bir çok dileklerin yapıldığı, şükranların sunulduğu bu yüzdende bir çok ziyaretçi çeken Taksiarhis Manastırı bulunmaktadır.

Mandamados’tan sonraki durağımız Molyvos adlı sahil kasabası oldu. Molyvos’un tepede Cenevizliler zamanından kalma bir kalenin eteklerine yerleşmiş  mimari özelliği titizlikle korunmuş evleri ve aynı güzellikteki alışveriş mekanları ile de çok dikkat çekici bir yer olduğunu belirtmeliyim. Kalenin bulunduğu yere kadar otobüsle çıkıp aşağılara doğru yaya olarak inme biçimindeki gezinti rotamız içinde birçok alış veriş merkezini gezme ve deniz manzaralı kafelerinde öğle yemeğini yeme keyfini de yaşadık. 1965 yılından beri sıkı inşaat kuralları ile koruma altına alınmış olan bu coğrafya parçası tam karşısında bulunan bizim Asos’un bir simetriği olarak kabul edilmektedir.

Mandamados’dan sonraki durağımız buranın hemen yakınındaki Petra denen yer oldu. Burası da deniz kenarında son derece özenle korunmuş turistik bir yer olarak dikkat çekiyor. Köyün hemen arkasındaki 40-50 metre yüksekliğinde ve üzerine de bir kilisenin inşa edildiği büyük kaya parçası burasını çok daha ilginç hale getirmektedir. Yunancada “petra”sözcüğünün kaya anlamına geldiğini, köyün ve kilisenin adının da buradan geldiği bize verilen bilgiler arasında. Tabi bu ilginç yapıya çıkmanız için yüz yirmi kadar oyma taş merdivenleri çıkmanız gerekiyor. Fakat çıkıldığında seyrettiğiniz manzaranın buna değdiğini söyleyebilirim. Petra’daki evler, oteller, pansiyonlar, restoranlar, kafeler, barlar ve tüm alışveriş mekanlarının yörenin geleneksel karakterini bozmadan inşa edildiği hemen göze çarpıyor. Midilli adasının aslında Yunanistanın kırsal bir coğrafyası olduğu, bu veya diğer nedenlerle turizme en geç açılan yerleşim yerleri arasında olduğu belirtiliyor. Ancak bana göre bu durum bazı yönleri ile burasını daha avantajlı bir duruma getirmiş. Adanın birçok yerinin daha doğal ve daha bakir kalmasını sağladığı gibi  ekolojik dengesinin korunmasına da bir yerde hizmet etmiş.

Petra’daki ziyaretimizi de tamamladıktan sonra hareket saatimizin de yaklaşması üzerine tur otobüsümüz rehberimiz eşliğinde bizi Midilli merkezine getirdi. Geminin hareket saatine kadar olan kısa süreyi bazıları alışveriş yapmak üzere değerlendirdi. Yunanistanın bir parçası olan bu kara parçasında  hayatın bize göre daha pahalı olduğu gerçeği gözümüzden kaçmadı. Ülkede geçerli olan para birimi Avro olduğu için rakamları bizimkine göre 2-3 ile çarpmak gerekiyor çoğu kez. Bu bakımdan da Midilli’de yaşayan Yunan vatandaşlarının birçok alışverişlerini günü birliğine geldikleri Ayvalıktan yapmalarına şaşırmadık doğrusu. 11 Mayıs günü saat 18.00 de hareket eden vapurumuz bir buçuk saat sonra bizi Ayvalık Limanından ülkemiz topraklarına ulaştırmış oldu.

VE MİDİLLİ’Yİ GÖRDÜM (1)

Zaman zaman Altınoluk çarşısında tur acentelerinin önünden geçerken gördüğümüz tur ilanlarından birini geçtiğimiz günlerde gerçekleştirme fırsatı bulabildik. Midilli turlarından “bir gece iki gün” biçimindeki seyahat programımız 10 Mayıs sabahı saat  7.00 da Altınoluktaki TUR-YOL acentesinden firmanın servis minibüsü ile başladı. Bir saat sonra da Midilliye hareket edeceğimiz Ayvalık iskelesin’e gelmiş olduk. Pasaport işlemlerini kısa sürede tamamladıktan sonra saat 9.00 da TUR-YOL’un orta boy bir teknesi ile yolculuğumuz başladı. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Yunanistan’ın Midilli adasına ulaşmış olduk. Biz her ne kadar Midilli olarak söylüyor isek de oralarda bu ada için Lesvos ya da  Mytilni adının kullanıldığını ve adanın da 1620 kilometre kare büyüklüğünde olduğunu hemen eklemiş olayım. 1620 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen adanın yaklaşık 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 1913 Balkan savaşları sırasında Yunanistan’a geçtiği bilgisi hepimizin tarihi belleğinde sanırım mevcuttur.

Midilli iskelesinde bizi karşılayan tur rehberimiz “Babe” hanım rehberliğinde gezimizin ilk gün programı başlamış oldu. Önce adanın çarşısı sayılan ve irili ufaklı dükkanların bulunduğu alışveriş mekanlarını  adımlamaya başladık. Bu yol üzerinde 1700 lü yıllarda yapılan adanın en büyük ve önemli kilisesi olan “Agios Atanasios” kilisesini gördük. Yine çarşı içerisinden birkaç yüz metre ilerde 1800 lü yıllarda Osmanlı nazırlarından Kulaksız Mustafa tarafından yaptırıldığı belirtilen Yeni caminin sadece kalıntılarını görmek yüreğimizi burktu. Gezintimizin ilerleyen saatlerinde  bir yunan tavernasında öğle yemeği yedik. Yemek ve yemeğe  kadar geçen sürede egenin iki yakasında bir çok benzerlikler gözümüzden kaçmadı. Kendinizi zaman içerisinde Bozcaada ya da Ayvalık gibi bir yerde düşünebiliyorsunuz. Yemek yediğimiz yerdeki menünün acele ile hazırlanmış bir öğrenci ödevine benzediğini, servis ve görüntünün her aşamasında bir alaturkalığın mevcudiyeti bazen buraların Avrupa’dan çok bize yakın olduğunu, bizim de bazı durumlarımızla da Avrupa’ya onlardan daha yakın olduğumuz gibi bir duygu ve düşünce esintisi geldi geçti içimden. Öğle yemeği sonrası verilen serbest zaman dilimi içinde hemen yakındaki oluşumu 1300 lü yıllarda Bizanslılara kadar dayandığı belirtilen Midilli kalesi kalıntılarını gezdik.

Öğle yemeğinden sonra  Midilli merkezine yaklaşık 25-30 kilometre uzaklıktaki ve 475 metre rakımlı yeşil denizinin ortasına kurulmuş olan Agiasos’u görünce birden bizim Selçuk’taki Şirince’yi hatırladım. Tabi burasının daha temiz, daha korunmuş ve bakımlı olduğunu itiraf etmeliyim. Agiasos bitki zenginliği, mimari özellikleri yanında seramik sanatı ve tahta oymacılığı ile de öne çıkmış bir yerleşim birimidir. Adada her birinin  farklı efsanesi bulunan kiliselerden biri olan Panagia kilisesi de Agiasos’ta bulunmakta ve ortodoks dünyasının önemli ziyaret yeri olarak kabul görmektedir. Ziyaretimiz sırasında sağanak bir yağmuru da Agiasos’da yaşadıktan sonra Midilli şehir merkezinin birkaç kilometre dışındaki otelimize döndük (SILVER BAY). Akşam yemeği saati olan 20.30 a kadar olan süreyi otelde dinlenerek geçirdik. Akşam yemeğimiz için gittiğimiz tavernada yerimizi aldığımızda saat 21.00 e gelmişti.  saat 24.00 kadar yunan müziği ile türk müziğinin ortak ezgileri arasında herkes gönlünce eğlendi. Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes günün yorgunluğunu atmak için  oteldeki odasına  çekildi.

LONDRA GÜNLERİ / DÖNÜŞ

Londra’ya gelişimizin üzerinden tam on gün geçti. “Sayılı gün çabuk geçer” dedikleri doğruymuş. Dünyanın bu farklı coğrafyasını görme, tanıma fırsatını bize veren oğlumuza ne kadar teşekkür etsek azdır. Ayrıca İsviçre’den de ev arkadaşı olarak tanıdığımız  Bahri’ye de artık diğer bir çocuğumuz gibi alıştık. İlk defa tanıştığımız Kıvanç Tatlıtuğ’un Londra Şubesi  diyebileceğimiz Celal ile Gümüşhane eşrafından olduğunu her sözüyle hissettiren Velihan’ı da tanımak büyük bir keyifti. Dijital dünyanın nimetlerinden yararlanarak akla gelebilecek her konuyu yarışmaya, yarışmayı iddiaya, iddiayı da sevimli bahis oyununa dönüştürebilme becerilerine bizi de ortak etmeleri büyük bir incelikti. Sağ olun gençler, sizlere kucak dolusu selam ve sevgiler.

LONDRA GÜNLERİ  / DÖNÜŞ

Gidiş yolculuğumuz da gelişimiz gibi başladı. Sabah 10.30 gibi bizi hava alanına götürecek olan taksiye bindik. Dönüşümüzü gelişimizden farklı olarak Gatwick hava alanından yaptık. Burası şehir merkezinden biraz daha uzak olduğundan  taksi ile yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuk yapmak zorunda kaldık. THY’nın 14.25 tarifeli uçağında dört saatlik bir yolculuktan sonra Sabiha Gökçen Hava alanına iniş yaptık. Uçağın camından farklı ülkelerin farklı iklimlerini seyrederken geleceğin bizim için hangi senaryoları yazdığını düşündüm bir yandan.

LONDRA GÜNLERİ  / DÖNÜŞ

On gün önce yolculuğumuzun başlangıcında İstanbul’dan güneşli bir havada ayrılmış, Londra’da yağmurlu bir hava ile karşılanmıştık. Dönüşte ise yine güneşli bir hava ile uğurlandık ve İstanbulun yağmurlu havası bizi karşılamıştı.

LONDRA GÜNLERİ / LONDON EYE

“Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” şeklinde sözü bilmem hiç duydunuz mu? Her halde bir malın ya da hizmetin kalitesini anlatmak ya da kıyaslamak için söylenirdi eskiden. Londra’da sınırlı günler için bulunuyorsanız görmeniz gerekenler içinde ilk ona girebilecek seçeneklere London Eye’yi de katabilirsiniz. Biz gittik ve gördük ve görünce de benim aklıma nedense  yukarıda yazımın girişinde belirttiğim söz geldi.

London Eye Lunaparklarda çocukların çok rağbet ettiği dönme dolaplara benziyor. Tabi çıkış noktası bu olmakla birlikte  1700 ton çelik, 3000 ton beton kullanılarak bir buçuk yılda tamamlanan yaklaşık 150 metre yüksekliğinde bir yapı olduğunu belirttiğimizde işin teknik, statik ve estetik yanını daha iyi açıklamış oluruz. Milenyum kutlamaları için geçici olarak inşa edilmesine rağmen ziyaretçilerin yoğun talebi nedeni ile kalıcı hale gelmiştir. Bir turunu yaklaşık yarım saatte tamamlayan bu aygıtın geniş çemberinde  her biri 25-30 ziyaretçiyi alan camdan kapsüller bulunmaktadır.

Yapı Londra’yı  kuşbaşı olarak seyretmek isteyenler için bulunmaz bir fırsattır. Yavaş yavaş hareket etmesi ve  kapsüllerin her tarafı cam olması nedeni ile şehri 360 dereceden panoramik olarak görme imkanı sağlıyor. Hele havanın açık olması halinde 40 kilometrelik bir bakış zenginliği ile etraf net olarak görülmektedir. Buckingham Palace, St. Paul’s Cadhedral ve Houses of Parliament gibi yerlerin çok kolay görülebileceği bu yapının her yıl dört milyona yakın ziyaretçisi olduğu belirtilmektedir. Bu arada bot gezisi, akvaryum ziyareti aktiviteleriyle birlikte, standart, aile gibi çeşitli bilet kategorileri olduğundan ve de İngilizce bilmediğimizden bilet almakta biz biraz zorlandık. Sonuç olarak sadece London Eye ile seyir keyfinin karşılığı 20 Paunt olduğunu (Yaklaşık 80 Lira) belirterek bu bölümü sonlandıralım.

LONDRA GÜNLERİ / OPERADAKİ HAYALET (HER MAJESTY’S THEATRE)

2014 Şubatının bazı günlerini Londra’da geçirirken oğlumuz bize bir tiyatro bileti aldığını söyledi. Önce bilmediğin dilde izleyeceğimiz tiyatronun ne anlamı var ki diye epey mırın kırın ettik ama madem alınmış gidelim en azından görsellikle ilgili bir zenginlik kazanırız diye düşündük. Zamanı gelince sanırım Piccadilly bölgesindeki  “Her Majesty’s Theatre” (Herhalde Majestelerinin tiyatrosu demek ) denen mekana geldik. Oyunun başlamasına yarım saate yakın bir zaman olduğu için tiyatronun bar ve kafe karışımı bölümünde oturduk. Biz pek alışık olmadığımız için İngilterenin bir çok yerinde olduğu gibi alkole ulaşmak burada çok kolay olduğunu gördüm. İnsanlar şaraplarını ya da diğer içkilerini yudumluyorlar, bitiremediklerinde de bardakları ile rahatça oyun izlemek üzere salona giriyorlardı.

LONDRA GÜNLERİ / OPERADAKİ HAYALET (HER MAJESTY’S THEATRE) IMG_7426

Neyse oyunun başlama saati geldiğinde herkes gibi biz de yerimizi aldık. Oyun “Operadaki Hayalet” isimli bir müzikal. Bir yandan müzikli bölümlerin büyüleyici şaşkınlığını yaşarken, diğer yandan aradaki diyalog kısımlarını da oğlum kulağıma fısıltı ile tercüme edince biz oyuna adapte olmakta pek zorlanmadık. Yaklaşık 20-30 kişilik oyuncunun canlı orkestra eşliğinde iki saatten fazla böylesine kusursuz sanat icra etmelerine hayran kaldık. Hele o ışık, ses, kostüm ve renk ziyafeti için kim bilir ne kadar emek harcanmıştır düşüncesi geçti içimden. Oyun sona erince biz de bu emeklerin karşılığını alkışlarımızla ödüllendirebildik.

Londra’da tiyatroya çok rağbet ediliyor. Bu yüzden de çok sayıda tiyatro salonu var. Tabi bize göre oldukça pahalı olduğunu da hemen belirteyim. Bilet fiyatlarının ortalama 50-60 Paunt (1 Paunt yaklaşık 4 lira) olduğunu; yerine göre bunun 100-120 paunda kadar çıkabildiğini söylersem bu konuda sanırım bir fikir vermiş olurum.

LONDRA GÜNLERİ / HYDE PARK

Londra’da irili ufaklı bir çok yeşil alan ve park bulunmaktadır. Hyde Park da bunların en büyüğü ve popüler olanıdır. Şehrin batı kısmında yer alan bu park hemen bitişiğindeki Kensington bahçeleri ile birlikte yaklaşık 250 hektar büyüklüğündedir. Hele bunlara aynı doğrultudaki hatta bir kolye gibi uzanan Green Park ve St. James’s Park’ı da eklerseniz devasa bir doğa zenginliği ortaya çıkar. 1600 lü yıllara kadar Kraliyet ailesinin av bölgesi olan bu park bu yıllardan sonra halka açılmıştır. Park içinde sandal gezintisi ve yüzmenin de yapıldığı geniş göller bulunmaktadır. Yine parkın bir bölümünde at biniciliğini yapıldığına tanık olabilirsiniz.

Bu parkın bizlerin de bildiği uluslararası şöhreti insanlara serbest hitabet imkanı tanıması geleneğinden gelmektedir. Kraliçeye hakaret dışında burada herkesin istediği konuşmayı yapmakta özgürlüğünün olduğu söylenmektedir. Yani park dışında konuşulduğunda suç olan şeylerin burada konuşulunca suç olmadığı söyleniyor. Söz konusu yerde böyle birini gördünüz mü ya da siz böyle bir konuşma yaptınız mı derseniz  bizim böyle bir gözlemimiz ve eylemimiz olmadı. Bizi burasının ve diğer parkların en çok ilgimizi çeken yanı doğal yapısı, çiçeklendirilmesi, bakımı, özellikle de ördeğinden martısına, kuğusundan sincabına bu canlıların coğrafya ve ziyaretçilerle büyüleyici bir bütünlük sergilemesi idi. Kaldı ki biz Şubat ayında bu duyguları yaşıyorsak bahar aylarını siz düşünün gayrı…

LONDRA GÜNLERİ / TRAFALGAR MEYDANI VE NATIONAL GALERY

Londra’da geçirdiğimiz günlerden birini de Trafalgar meydanı ve  National Galery (Ulusal Galeri) yi görmeye ayırdık. Toplu ulaşım araçları ile istediğimiz yere ulaşmamız zor olmadı. Trafalgar Meydanı Londra’nın en merkezi, popüler ve en büyük meydanı olarak kabul edilmektedir. Meydanın merkezinde Lord Nelson’un 1805 yılında kazandığı zaferin anısına adına dikilmiş ve üzerinde de heykelinin bulunduğu  52 metrelik sütun bulunmaktadır. Daha sonra da yan kısımlarına dört büyük arslan heykeli eklenmiştir. Meydan öteden beri birçokları için bir buluşma noktası olmuş, çeşitli organizasyonlar ve gösteriler için de tercih edilen yer durumundadır. Geçtiğimiz günlerde  İngilterenin eski başbakanlarından  Margaret Thatcher’ın hayatını kaybetmesinin ardından onun politikalarından zarar görenlerin de bu meydanda onun ölümünü sevinçle kutlamaları gibi bazı garipliklerin de bu meydanda yaşandığını hatırlatmak isterim.

National Galery (Ulusal Galeri) de Trafalgar Meydanı ile yan yana hatta  bitişik durumdadır. 1800 li yılların başında inşa edilmiş bu yapıdaki eserlerin resim ağırlıklı olduğu ve 13. yüzyıldan başlayarak dört ana kategoride sergilendiği belirtilmektedir. Boticelli’den Michelangelo’ya, Rembrandt’tan Van Gogh’a bir çok ünlü ressamın 2000 den fazla resim çalışması galeride 66 salonda sergilenmektedir. Galeri içinde fotoğraf çekiminin yasak olması nedeni ile o kısım ile ilgili olarak yazımıza resim ekleyememiş olmamız umarım anlayışla karşılanır.

LONDRA GÜNLERİ / ULAŞIM

Londra’da ulaşım daha çok toplu taşıma araçları ile gerçekleştirilmektedir. Toplu taşıma deyince de ilk akla gelen metrodur. 150 yıllık geçmişi olan Londra metrosu her biri ayrı renkler ile ifade edilen, birbiri ile bağlantılı 12 hat halinde ve yer altına döşenmiş yaklaşık 400 kilometrelik yeraltı ağı ile dünyanın ünlü metro sistemlerindendir. Geçmişinin çok eskiye dayanması nedeni ile vagonların bizdekilere göre daha dar olması, ayrıca istasyonların bazılarında yürüyen merdiven, asansör olmaması bu taşımacılığın dezavantajı olarak görülebilir. Biz metro ve diğer toplu taşıma seyahatlerımızı Oyster kart denen ülkemizde olduğu gibi içine yeterince para yüklenen kartlar ile yaptık. Metroda gideceğiniz mesafeye göre 2.20 ile 5,50 paunt ödeniyor. Metro hattının birbiri ile bağlantılı çalışma sistemi öğrenildiğinde şehrin her yanına  bu araçla ulaşılabiliyor.

Şehir merkezinde metrodan sonra ve belki bazı hatlarda ondan daha çok tercih edilen meşhur kırmızı iki katlı otobüsleridir. Bu otobüslerde gidecekleri hatlara göre numaralandırılmıştır. Zaten duraklarda da hangi otobüsün hangi hatta gideceğine ilişkin çok açık kroki ve şemalar bulunmaktadır. Bu otobüslere genelde ön kapıdan binerek kartınızı okutup, aynı katta ya da üst kata çıkıp  daha geniş bir seyir keyfi yaşayabilir, ineceğiniz durağa gelince en yakın düğmeye basıp bindiğiniz kapının hemen yanındaki orta kapıdan otobüsü terkedebilirsiniz. Otobüsle metroya göre çok daha az ücret ödeniyor. Kartınızdan her yer için sanırım 1.45 paunt çekiliyor.

Şehirler arası ulaşımda Uçak dışında tercih edilen seçenekleri tren ve otobüsler olarak sıralayabiliriz. Türkiye’de tren ulaşımı daha ucuz ve daha yavaş olarak bilinir. İngiltere de ise tam tersi olduğu söyleniyor. Yani burada tren çok daha pahalı ve hızlı. Yolculuklarımızda treni kullanmadığımız için daha ayrıntılı bilgi veremiyorum. Ama Bournemouth’a kadar otobüs yolculuğu yaptığımız için bu konudaki gözlemlerimi aktarabilirim. Öncelikle otobüslerde numara, bayan yanı, pencere kenarı gibi durumların olmadığını söylemeliyim. Otobüsün kalkışına 15 dakika kala şoför ön kapının yanından yolcuların biletlerini,internet çıktılarını, telefon mesajlarını elindeki liste ile kontrol ederek içeri alıyor. Şayet varsa valizlerini bagajlarını da alt kısma koyuyor. Yolcular da boş buldukları yere oturuyorlar. Saati gelince de otobüs sadece ve sadece  şoförden ibaret olan tek kişilik dev kadrosu ile hareket ediyor. Bizde olduğu gibi muavin falan da yok. Otobüste içme suyunu dahi herkes yanında taşıyor. Otobüste ne genel ne de bizde olduğu gibi koltukların arkasında televizyon ya da müzik aleti yok. Yani otobüste sadece yolculuk yapılıyor. Yolculuk nihayete erince yolcular bindikleri kapıdan aracı terk ediyor. Bindikleri kapıdan diyorum çünkü orta kapı ya da arka kapı da yok. Ücretler de gideceğin yere, aldığın zamana ve tarifeye göre değiştiğinden bu konuda bir şey söylemek istemiyorum.

Bu bölüm biraz uzadı ama yine de Londranın taksilerinden söz etmesek olmaz diye düşünüyorum. Londra şehir merkezinde tipi ve yapısı itibarı ile özel bir görünüşü olan çoğunluğu siyah renkli  taksiler hizmet vermekte. Biraz eski model Wolsvogenleri andırıyor. Bazılarında marka olarak TAXİ yazısını okudum ama doğru mudur yanlış mıdır bilemem. Ön sağda oturan şoför ile arkada 4-5 müşterinin karşılıklı oturabileceği kısım bir cam bölme ile ayrılmış.Bagaj kısmı ya hiç yok ya da yok denecek kadar küçük. Bu taksiler burada olduğu gibi taksimetre ile çalışıyor. Bunların dışında bir de minicab dedikleri telefonla çağrılan taksi türleri var. Bunlarda yine bir merkeze bağlı ve legal olarak çalışıyorlar. Hava alanına gidiş gelişte biz bunları kullandık. Diğer taksilere göre biraz daha ucuz oluyorlar. Tabi bunların aradan, sokaktan yolcu alması yasak.